Dolabımda pembe bir takım olduğunu unutmuş olmanın anormalliği ile üzerimde ki takımı süzüyordum. Pembeden gerçekten nefret ediyordum ve dolabımda pembe olan hiçbir şey olmaması için özen gösteriyordum. Fakat neden bilmiyorum ama bu takım anormal güzel olduğu için giymiştim. Toz pembe bir takım ve içinde aynı renk askısız bluz, ayakkabı olarak ten rengi topuklu giymiştim ve fena olmamıştım. Bugün hem tatlı hemde seksi durduğum için kendimi beğenmiştim ve aynı zaman kendimi lolita gibi hissetmiştim. Sanırım tatlı olmayı sevmediğim ve bu arsızlıkla sevimli şeyler giydiğim zaman bana arkadaşlarım lolita dediği için pembeden nefret ediyor olsa gerektim, yada sevimli kıyafetlerden.
Son kez ellerimle üzerimi düzelttim ve yatağıma doğru adımlayıp çantamı aldım. Patronumun gelmesine yaklaşık on dakika olduğu için adımlarımı hızlandırıp bu sabah açmadığım bilgisayarım başta olmak üzere, odama öpücük atarak kendimi salona doğru attım. Dairemin içi bugün anormal derecede serindi ve sabaha kadar kıçım donmuştu.
Bu meseleyi işten gelince apartmanın yetkilileriyle konuşmayı aklıma not ederken kapıya adımladım. Yanlışlıkla erken kalkmaya alıştığım için bu sabah alarmımı ben kaldırmıştım, o beni değil. Ve o süreçte evde herhangi bir elektronik aletin çalışmadığına emin olmuştum.
Aklıma dün gece patronumun beni azarlayıp orada öylece bırakıp gittiği geldiğinde ona öfkelenmiştim. Gerçekten ben yaralı bir ceylan gibi yardıma muhtaçken beni 'gözlerini' övdüğüm için öylece bırakması, insanlık dışı bir hareketti. Ama ben ona muhtemelen fazla yüz vermiştin ya da o bana fazla yüz vermişti ama, akıllanmıştım. Bundan sonra o benim için yalnızca bir patrondu fazlası değil.
Dairemden çıkıp çelik kapıyı kilitlerken her sabah anormal mutlu olan komşumu görmüştüm. Gerçekten bu kadar erken kalktığı için bu kadar mutlu olan bir insan daha önce görmemiştim. Sanırım onun gidip psikolojik bir destek alması lazımdı, çünkü bu kadını hafta sonları geç saatte gördüğümde oldukça agresif duruyordu. Annemde ben İtalya'da yaşarken erken kalkıp mutlu olan biriydi ve zamanla bu alışkanlığını üzerinden atmıştı. Eh atma süreci ise bizim için oldukça 'zor' geçmişti.
Anahtarımı çantama atıp ayakkabımın ses çıkarmasını umursamadan asansöre ilerledim ve yeni kapıları açılan kabinden içeri girdim. Sessizce zemin katın düğmesine basıp inmesini beklerken yanımda ki kadın kahve içiyordu. Burnuma gelen kahve kokusuyla ona ters bir bakış atarken, keşke o bardağı düşürse diye içimden geçirdim. Birkaç dakika sonrasında asansör nihayet zemin kata geldiğinde bana iyi günler diyen kadına tebessümle cevap vermiş ve hızlı adımlarla apartmandan çıkmıştım. Üzerimde ki cekete sıkıca sarınırken kısa bir süre sonra Bay Styles'ın arabası apartmanın önünde ki yerine yanaştı. Çantamı kavrayıp hızlı adımlarla oraya adımlarken Bill arabadan inip kapımı açmıştı bile. Ona günaydın diyerek güldüm ve arabaya kendimi attım.
Patronum elinde ki kahveden bir yudum alırken başını çevirip bana bakmış ve gülümsemişti. Ancak ona oldukça ifadesiz bir şekilde bakıp mesafeli bir tonda günaydın dediğimde, elinde ki kahveye bakmadan edemedim. Sanırım gerçekten canım kahve çektiği için herkes bunu özellikle yapıyor olsa gerekti.
''Nasılsın Townes.''
Araba ilerlemeye başladığında patronum tok bir ses tonuyla konuştu. Başımı çevirip göz ucuyla ona bakarken aynı zamanda cevapladım.
''İyiyim Bay Styles siz nasılsınız?''
''İyiyim bana bugün ki planı okumanı istiyorum.''
Başımı sallayıp kucağımda duran çantamı dikleştirdim ve fermuarını açıp içinden defteri çıkarmaya çalıştım. O sırada dudaklarım üzerine getirdiği kahve bardağı irkilmemi sağladığında ona kısa bir bakış attım.