Kırmızı takım elbisenin yakıştığı sayılı erkeklerden biri olarak düşünüyordum onu. Yanımda sessizce oturup telefonuyla oynarken, başımı çevirip onu izlememek için kendimi zor tutuyordum. Karşımızda ki aynadan bakışlarımı ona çevirdim ve ciddi suratını izlemeye koyuldum. Kırmızı takım elbise, siyah gömlek ve uzun parmaklarını süsleyen yüzükler. Kesinlikle akıl almaz bir çekiciliği vardı. Kadın olmama rağmen yanında sönük gözüken görüntümü inceledim. Kırmızı ceketimin sarmaladığı kollarım, kırmızı ceketinin sarmaladığı kollarına değecek kadar yakın ama bir o kadar uzak duruyordu. Yorgunluktan olsa gerek göz altlarım tıpkı onun gibi torbalara ev sahipliği yapıyordu. Bir saniyeliğine başını kaldırıp aynadan bana baktığında tebessüm ettim. Bana karşılık verip bakışlarını telefonuna indirdikten kısa bir süre sonra ayağa kalktı. Uzun bedenini başımı kaldırıp süzdüğümde, harika bir kıçı olduğu kanısına varmıştım.
Uzun bacaklarıyla birkaç adım atıp boy aynasının önünde dikildi ve gömleğini düzeltmeye başladı. Başımı öne eğip ellerimi inceleyeceğim sırada dudakları arasından yanına gelmeme dair ufak bir mırıltı çıktı. Ellerimi dizime bastırıp ayağa kalktım ve birkaç adımda yanına ulaştım. Ondan uzak duran bedenimi yakınına çekmek adına kolumu kavradı. Beni yanına çekip kolumda ki elini omzuma attı ve telefonunu çıkardı. Şaşkınca aynadan ona bakarken konuştu.
''Bu piştiyi ölümsüzleştirmek istiyorum.''
Gülerek aynadaki görüntümüze baktım. Kırmızı takım elbise, siyah gömlek giymiş bir erkek ve bir kadın. Omzumun üzerinde dinlenen bir kol ve göğsüme yakın duran büyük eller. O ellerin vücudumda dolaşması ve nefesimi kesmesi için birçok şeyi feda edebilecek durumdaydım. Titrek bir nefes alarak yanında kısa duran bedenimi ona daha çok yakınlaştırıp bu andan yararlandım. Bize dışarıdan biri olarak bakacak olsaydım eğer, birbiriyle uyumlu bir çift olduğumuzu düşünürdüm. Büyük eli telefonunu kavrayıp aynadan bizi çekerken dudaklarımda ufak bir gülümseme vardı. Sonrasında çektiği fotoğraflarda tıpkı onun gibi ciddi bir yüz ifadesiyle bakmıştım kameraya.
Kolunu omzumdan çekmeden gülerek çektiği fotoğrafları gösterdiğinde, patron ve asistandan çok Bonnie ve Clyde* gibi gözüktüğümüz kanısına varmıştım.
''Patron ve asistandan çok Bonnie ve Clyde gibi gözüküyoruz.''
Benim düşüncemi sesli bir şekilde söylediğinde şaşkın bakışlarım, gülümseyen yüzünü buldu. Acaba sesli mi düşünüyordum yoksa Bay Styles düşünce okuma yeteneğine mi sahipti? Aklım karışmış bir vaziyette şaşkınca ona bakmayı sürdürdüm. Ancak o benim aksime çok normal bir şey söylemiş gibi duruyordu, umursamazdı. Dudaklarında beliren gülümseme birkaç dakika sonra benimde gülümsememe sebep olmuştu.
Bonnie ve Clyde gibi aşık olabilir miydik? Yani aşkta kötü olan biri olarak söylüyorum, belki onunla seviştikçe fikrim değişirdi.
''Ama ne sen Bonnie'sin ne de ben Clyde. ''
Konuşacağım sırada kızıl saçlı kadın yanımıza gelmiş ve aramızda ki tuhaf havanın dağılmasına neden olmuştu. Bir an için ona teşekkür etmek istesem bile kendime engel olup sadece kalktığım koltuğa tekrar adımlamakla yetindim.
''Harry giyeceğin kıyafetler getirildi. ''
''Harry değil Bay Styles diyeceksin Natalie.''
Adının Natalie olduğunu öğrendiğim kadının konuşmasına fırsat vermeden odadan çıktı. Kadın elinde ki kahve bardağını masaya bırakıp gözlerini devirdi ve kollarını göğsünde birleştirerek bana baktı.
''O patronun mu?''
''Evet.''
''Patronun kendini G-Eazy sanıyor olmalı, havalara bak.''