Selam! Cidden yazdığım en hızlı bölümdü sanırım. Hala bir eksik var mı diye düşünmeden edemiyorum. Yetiştirmek için çok kontrol edemedim bile.
Her neyse! Ben sözümü tuttum. Sizde tadını çıkarın 😍
Soğuk zeminde sessiz adımlar atarken hıçkırıklarım duyulmasın diye dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Ağlamam bir türlü durmuyor aklıma yatakta bıraktığım adam geldikçe artıyordu. Sıcak kollarından ayrılmak o kadar zordu ki ölüm denen şey yanında hiç kalırdı.
Gitmeden önce bıraktığım notta beni affetmesini istemiştim. Hakkım olmasa bile öylece gitmek içime sinmemişti. Nereye gittiğimi ya da neden gittiğimi yazamamıştım. Sadece ölümümde bile onu tüm kalbimle seveceğimi bilmesini istemiştim.
Fabrikadan çıktığımda karanlık gökyüzü içimdeki yalnızlığı anlatmak ister gibi kar tanelerini bırakmıştı. Her bir tane yalnız yolculuğunun sonucunda yer yüzünde düşüyor ve ailesine kavuşuyordu. Bende öyle olabilecek miydim?
Gözlerim çalışır durumda olan siyah jeep arabayla buluştuğunda ayaklarıma beton dökülmüş gibi attığım her adım zor geliyordu. Kalbim binbir parçaya ayrılıyordu. Nefesim ciğerlerime ulaşamadan göğsümde tıkanıp kalıyordu. Verdiğim karar doğru muydu? Binlerce kez düşünmeme rağmen gerçekten başka bir çıkış yolu yok muydu?
Artık hıçkırıklarımı tutamayarak ağlamaya başladığım da kapattığım fabrika kapısının açıldığını duydum. Korkuyla arkama bakıp geleni gördüğümde ellerim titremeye başlamıştı.
Uykulu gözleriyle bana ve arabaya bakan Mia, "Alexis?" dediğinde dilim tutulmuş gibiydi. Onun burada olmaması gerekiyordu. Kesinlikle olmaması lazımdı.
Gülümsemeye çalışıp, "Neden bu saatte uyanıksın Mia? Yatağına dön güzelim." dedim. Çatlayan sesim ve titreyen bedenim ile ne kadar ikna edici olduğum tartışılırdı.
Mahmur gözleri durumun ciddiyetine varıp açılırken, "Burada bir şeyler oluyor." dedi. Aptal değildi. Karşısında salya sümük ağlayan bir ben vardı.
Bu durumda onu ikna edemeyeceğimi anlayarak, "Git buradan Mia. Tehlikeli." dedim. Arabadaki hain belki onu daha fark etmemiş olabilirdi. Kaçmak için hala bir fırsatı vardı.
Korkuyla bir arabaya bir bana bakan Mia, "Yardım getireceğim." diyerek arkasına dönmüş koşarken küçük bir tık sesi duymuştum. Sonrasıysa kabustan beterdi.
Kanlar içinde yere düşen Mia yerde hareketsiz yatıyordu. Bembeyaz kar başının olduğu tarafta kırmızılaşmaya başlamıştı.
Öğürerek dizlerimin üstüne düştüğümde çığlığım içimde hapsolmuştu. Sarı saçların kızıla boyanmasını izlerken sonunda dayanamayarak midemde kalan son şeyleri de kustum. Hem ağlıyor hem öğürüyordum.
Ölmüştü. Ölümün huzursuz havasını bilirdim. O berbat kokusunu ve yürek burkan acıyı unutmak mümkün değildi. Ve bu gece biri daha benim için ölmüştü. Gözlerimin önünde vurulmuştu. Acımasızca.
Ben hala yerde hıçkırarak ağlarken kolumdan zorla tutularak kaldırıldım. Yüzüne bakmaktan kaçındığım katil şimdi karışımdaydı. Tek bir pişmanlık kırıntısı göremediğim mavi gözleriyle bakıyordu bana.
Mia'nın ölümü yetmezmiş gibi bir de karşımdaki insanın bana olan yakınlığıyla sarsıldım. Ruhumdan iki parça kopmuştu bu gece. Biri ölümün soğukluğuna yenilmişti diğeri ise ihanetin hayal kırıklığına kurban gitmişti.
Kekeleyerek, "Parker amca?" derken bile kelimeler dudaklarımın arasından çıkmak istememişti. Kabul etmek zordu. Eğitim alanına geldiğim ilk günlerde onu ailemden geriye tek kalan kişi olarak görmüştüm. Bana annemi gösteren ve yanımda duran sıcacık bir adamdı gözümde. Şimdi hepsi tek tek kırılıp kalbime batıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANLI LOTUS (TAMAMLANDI)
FantasyAilemin öldüğünü annemin telefonuma bıraktığı sesli mesajla öğrendim. Açık unuttuğu telefon çığlıklarına şahit olmamı sağladı. Ve katilleriyle tanışmamı... Artık eve gittiğimde benim için kapıyı açacak bir annem ya da saçlarımı okşayacak bir babam y...