-15- "Git..."

3.7K 123 6
                                    

Medya; Ali.

Kapının önünde, tedirgin bir şekilde beklerken zile basıp basmamak konusunda hâlâ kararsızdı Çağla.

Onu özlemişti. Hem de deli gibi. Ama tepkisinden çekiniyordu. Tartışacaklardı, bu kesindi ama bu tartışmadan alacakları hasarı en aza indirmek istiyordu.

Sonunda, anlık bir deli cesaretiyle bastı zile. Kısa bir süre bekledikten sonra adım seslerini duydu önce ve zaten hiç normale dönmeyen kalp atışları mümkünmüş gibi daha da hızlandı.

Kapı açıldığında, nefesini tuttu Çağla. İşte tam karşısındaydı... Bakmaya doyamadığı gözleri, hep karışık bıraktığı saçlarıyla onun Ali'siydi.

Hemen şimdi boynuna atlamak, ona sıkı sıkı sarılmak istiyordu. O kadar özlemişti ki, ölmek üzereydi...

Ali ise donmuştu o saniyelerde. Tepki veremiyordu. Mimik bile oynatamıyordu. İlk başta gerçek olduğuna inanmadı. Hatta kontrol etmek için sertçe dilini bile ısırdı. Ama canı yanmıştı. Dili değil de, kalbiydi daha çok yanan...

Aylar sonra, geceleri uykusuz kaldığı, uğruna her şeyi yakıp yıkabilmeyi göze aldığı, sevdiği kız tam karşısındaydı...

Belinden kavradığı gibi kendine çekip sarılmak, burnunu özleminden kıvrandığı saçlarına gömerek kokusunu doya doya içine çekmek istiyordu. Ama yapmadı. Yapamadı.

Gözleri doldu yavaşça Çağla'nın. Ağlamak istiyordu. Aylarca birbirlerinden mahrum kalmalarına rağmen ona sarılamadığı için hıçkırarak ağlamak istiyordu.

En sonunda onun konuşmayacağını anlayınca, boğazını temizledi Çağla ama yine de sesinin titremesine engel olamamıştı. 

"Beni içeri almayacak mısın?"

Ali, hafifçe silkelenerek kapıyı iyice açtı ve kenara çekildi. Hâlâ inanmakta zorlanıyordu. Dönmüştü, buradaydı değil mi?

Çağla küçük ve yavaş adımlarla içeri doğru yürüdü ve uzun koridordan geçerek salona girdi. Alilerin maddi durumları hep iyi olmuştu. Bu, büyük ve ihtişamlı evlerinden zaten belli oluyordu.

Çağla buraya gelirken, Mustafa amca ve Çiçek teyzenin büyük bir iş yemeği için İstanbul'a gittiklerini Furkan'dan öğrenmişti. Ali'nin yalnız olduğunu biliyordu yani, o yüzden bu kadar rahat gelebilmişti.

Salonun ortasına geldiğinde yavaşça, birkaç adım uzağında durmuş ona bakan Ali'ye doğru döndü.

Ali ne diyeceğini yada ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Tek düşündüğü Çağla'ya bir daha bırakmamak üzere sarılmak ve onu ayrı kaldıkları her ayın acısını çıkarırcasına öpmekti.

"Neden buradasın?" diye bir soru attı ortaya Ali. Onunla böyle soğuk konuşmak istemiyordu ama... Ah! Kendinden nefret ediyordu.

Çağla sertçe yutkundu. Pekâlâ, bunun kolay olmayacağını zaten biliyordu ama en azından bu kadar mesafeli konuşmasa olmaz mıydı?

"Geri döndüm..." dedi Çağla çatlak çıkan sesiyle. Kahretsin, ona sarılmalıydı!

Ali alayla güldü ve ağır ağır tekrar etti. "Geri döndün..." Dudaklarını yaladı. "Neden?"

Çağla derin bir nefes alarak en başta söylemesi gerekenleri anlatmaya başladı. "En başından beri bunu planlamıştım. On sekizime girdiğimde beni orada tutamayacaktı. Şimdi beni almaya geri gelse bile -ki gelecek- polislere haber verebileceğiz. Ama bunu o zamanlar yapsaydım zaten on sekiz yaşında olmadığım için bir şey yapamayacaklardı ve ben yine gitmek zorunda kalacaktım. Sana bunu söyleseydim kabul etmeyecektin. Yalan mı?" diyerek duraksadı.

Ali şaşkın ama bir o kadar sert bir sesle cevap verdi. "Doğru." Asla onun gitmesine izin vermezdi, hiçbir şekilde...

Çağla yutkunarak aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi kapattı ve tam gözlerinin içine baktı Ali'nin. "Gitmeseydim sana zarar verecekti Ali... Bunu nasıl göze alabilirdim?"

Ali, tam dibindeki kızın gözlerine baktı özlemle. Tam şu an çekip öpse ya...

"Şimdi veremeyecek mi?" dedi sakince. Ama hiç de öyle değildi. Her an patlayabilirdi. Hatta zamanı gelmiş gibi hissediyordu.

"Polisle-"

Ve bam!

"Kızım salak mısın sen!? Polisler ne yapabilir ki!? Hiç! Hiçbir şey! Altı ay lan! Koskoca altı ay! Beni altı ay senden mahrum bıraktın! Sadece hayalinle ayakta kalmaya çalıştım! Öldüm ben kızım, öldüm artık. Nefes aldığımı bile hissedemiyorum..."

Ali'nin sonlara doğru sesi kısılmış ve gözleri dolmuştu. Ölüyordu gerçekten de... Gün geçtikçe parçalara ayrılıyordu sanki...

Çağla ağlayarak, kendine düşünme fırsatı vermeden atladı Ali'nin boynuna ve sıkıca sarıldı ona. Aylardır hayaliyle yaşamıştı onun gibi. Ama kollarının arasındaydı artık işte...

Ali ise tam o an ölmek istedi gerçekten. O, böyle ona sıkıca sarılmışken...

Sonra içinden, sikmişim gururunu dedi ve sıkıca sarıldı kızın beline. Gördüğünden beri yapmak istediği gibi yüzünü de saçlarının arasına gömerek derin derin soludu kızın kokusunu.

 Gördüğünden beri yapmak istediği gibi yüzünü de saçlarının arasına gömerek derin derin soludu kızın kokusunu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Çağla ağlayarak daha sıkı sarılırken Ali'sine, bir yandan da çaresiz bir şekilde kulağına doğru fısıldıyordu. "Özür dilerim. Çok özür dilerim..."

Ali bir şey duymak istemiyordu. Sadece hissetmek istiyordu, yanında olduğunu...

Daha sıkı sarıldı mümkünmüş gibi. Neredeyse tek vücut olmuşlardı ama ikisi de o kadar muhtaçtı ki birbirlerine...

"Seni seviyorum..." dedi Çağla. Ağladığı için sesi tuhaf çıkıyordu. Ali bu haline hafifçe tebessüm etti. Ama içinden yüzlerce kez tekrar ettiği kelimelere karşılık vermedi. Bunu deli gibi istese de söylemedi...

Onun yerine, daha farklı bir şey yaptı. Hafifçe geri çekilerek kızın dudaklarına kapandı.

Yavaş yavaş öpüyordu. İncitmekten korkar gibi, nazik... Her saniyesini aklına kazıyor, ayların acısını alıyordu.

Özlemle, nefesleri tükenene kadar uzun uzun öptüler birbirlerini. Ayrıldıklarında, Ali alnını alnına yasladı Çağla'nın ve "Git..." diye fısıldadı usulca.

Çağla şaşırmadı. Tahmin etmişti zaten böyle olacağını. Yan yanayken bile özleyeceklerdi birbirlerini ama en sonunda yine şimdiki gibi dayanamayıp birbirlerinin kollarında bulacaklardı kendilerini. En azından Çağla böyle umuyordu.

Ne derler bilirsiniz, aşkta gurur olmaz...

Sevgili ArkadaşımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin