- Onur, kaybolmadığımızdan emin misin? Ne arıyoruz biz burada?Kartpostal gibi bir sahil kenti olan Kalamata'da karaya çıktıktan sonra kiraladıkları jiple, Neşe'nin deyimiyle, dağa taşa vurmuşlardı. Kayalık arazi zeytin ağaçlarıyla kaplıydı, Mora Yarımadası yaz güneşi vurdukça cehennem gibi kızmıştı ve yol boyunca Neşe bunaldıkça bunalıyordu. Onur ısrarla hiçbir soruya cevap vermiyor, sürprizi bozamam, spoiler yok gibi laflarla genç kadını geçiştiriyordu.
- Ya bari telefonuma bakayım, çok sıkıldım..
- Yasak dedim, telefon yok..
Hepi topu altmış kilometre yolu aşmaları bir buçuk saat sürdü, Neşe'nin aklına eski Karaburun yolu gelmişti.. Ege'nin iki yakası bir araya gelmese de birbirinden pek farklı değildi. Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, nihayet yeşillikler içinde bir şehre vardılar. Genç kadın hala nerede olduklarını anlayabilmiş değildi.
Onur, yol kenarında muhabbet eden beş altı gencin yanında durup araçtan indi. Yol tarifi aldığı belliydi ama Neşe bu sefer de neden camdan seslenip sormadığına takılmıştı. Onur gizemli kişiliğini bozmadan tekrar sürücü koltuğuna yerleşti ve kuzey yönünde ilerlemeye devam etti.
- Onur, yani, Santorini'de, Mikonos'ta burnumdan getirdin. Geldik Yunanistan'ın en ücra yerine, durdun durdun turistçilik oynayasın tuttu ya..
- Ama hayatım, burası özel bir yer, bir günümüzü buraya ayırdım. En azından görmedik demeyiz..
- Ay neresi özel? Bildiğin zeytinlik işte.
Neşe söylenirken şehrin dışına çıkmışlar, açık arazide tangır tungur yol alıyorlardı. Nihayet zeytin ağaçları arasında zar zor seçebildiği ören yeri girişinde durdular. Onur araçtan inmeye heveslendi ama Neşe onu koluna adeta yapışarak durdurdu.
- Kocacığım.. Kocaların güzeli.. Kocişkolatam.. Dışarıda gökten ateşler yağıyor, bir Allah'ın kulu yok, gişe bile kapalı baksana..
- Giriş açık ama.. Sen gel bir dakika..
Neşe şapkasını başına geçirip çantasından çıkarttığı güneş koruyucu spreyi yüzüne, boynuna, omuzlarına aceleyle sürdü sonra kutuyu çevirip araçtan inmesine yardımcı olmak için yanına gelen ve kapısını açan Onur'un suratına püskürttü. Genç adam gözlerini ovuşturarak geri çekildi..
- Pişman olacaksın Neşe..
- Hiç sanmıyorum.
Neşe hışımla gişe olması gereken kulübeciğe doğru yürüdü ve cama vurdu.
- Bak, kimse yok işte. Burası belli ki 'gitmesek de görmesek de' köyü..
Genç kadın başını çevirip ören yerinin açıklamalarının yer aldığı tabelaya baktı, bir sürü Yunanca harf.. Sonra yanındaki İngilizce çevirisine kaydı gözü.. Ve o anda genç kadın dona kaldı..
- Onuuur.. Ben bunu nasıl düşünemedim? İnanmıyorum, delisin sen ama yaa..
- Hayatım, burası balayı için mavi tur planlamamın sebebi zaten.. Sana pişman olacaksın demedim mi?
- Ay, oldum valla aşkım yaa.. Sana güvenmem gerekirdi..
- Gel buraya, gel..
Onur, Neşe'nin elinden tutup birkaç taş kümesi ve tiyatroya benzeyen bir alandan ibaret olan harabeye doğru heyecanla yürüdü. Evet, çok da ilginç bir yer değildi ama ikisi için bir anlamı vardı.. Genç adam etrafta tek bir insan olmayışını fırsat bilerek Neşe'yi belinden kavrayıp kendine çektikten sonra ciğerlerinin olanca gücüyle bağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EVİN NEŞESİ
RomanceTAMAMLANMIŞ HİKAYE Onur Boran, en önemli ulusal kanallardan birinin ana haber bülteni spikerliğinden ratingleri yerlerde sürünen bir başka kanalın sabah haberlerine düşecek kadar ne yapmıştı? İşinde büyük bir hata mı? Hayır.. Tabii ki saçma sapan öz...