Bölüm 19 ~Bir Kahraman, İki Mağdur ve Bir Aptal~

907 51 1
                                    

Bir gün ne kadar kötü geçebilirse o cumartesi o kadar kötü geçiyordu. Önce Okan'la karşılaşmam sonra Su'nun kaçırılması daha sonra Cansu'nun vurulması ve en sonunda Esila'nın vurulması. Daha kötü bir şey olamaz dediğimde felaket güncellemesi geliyordu. Uzun süredir ağlamadığım kadar çok ağlamıştım. İşin kötüsü Demir'in yanında ağlamıştım. Ama bu gün gösteriyor ki onlara güvenmemekte haklıydım. Hem de çok. Ama kızamıyordum. Su'nun kaçırıldığını söylediğimiz anki Araz'ın bakışını gördükten, Cansu yerde yatarken ağlayan Ateş'i gördükten ve Esila'yı hastaneye getirdikten sonra "Benim suçumdu!" diye kendini paralayan Savaş'ı gördükten sonra kızamıyordum. Şu an elimden gelen tek şey Savaş'ın yanına gidip gerçekten onun suçu olmadığını söylemekti. Ve ben de onu yaptım. "Gerçekten senin suçun değildi biliyorsun değil mi?" diye sordum, "Hayır Ege eğer Esila şu an içerde kanlar içinde yatıyorsa bunun tek suçlusu benim!" dedi. "Siz erkekler olarak neden her şeyi kendinize mal etmek zorundasınız değil mi!" dedim bana bakıp cidden acılı bir gülümsemeyle "Ben değilsem kim?" diye sordu. Yemin ederim ki terk edilmiş köpek yavrusuna benziyordu. "Şimdi bir mafyaya inançla ilgili konuşamam diye düşünüyorum doğru mudur?" dediğimde kafasını salladı "O zaman şuradan yürüyorum, Esila'yı vuran silah senin elinde miydi?" dedim. Biraz şüpheyle "Hayır." dedi "O zaman bunun suçlusu sen değilsin. Yani tek suçlusu sen değilsin. Benden vicdanını tamamen rahatlatacak bir şeyler söylememi bekleme sonuçta ben Ege'yim Cansu değil. Ama şunu bil ki eğer ben sana suçlu olmadığını söylüyorsam hem de böyle bir durumda, yani ben bile affettiysem seni aptal aptal kendini suçlamanın manası yok! Boşu boşuna kendini yorma. Esila'nın uyandığında karşısında yıkılmış bir Ege görecek zaten, yıkılmış bir Savaş da görmesini istemiyorum!" dedim. Gülümsedi. Bu seferki biraz daha gerçekti. Biraz daha rahatlamış olduğunu hissettim.Kısa bir süre sonra Cansu'nun uyandığını haber verdiler. Su'ya haber vermeye gittiğimde Araz'la oldukça yakınlaştıklarını gördüm. Yeni çift yay(!) Cansu Esila'yı sorduğunda tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Su "Senin şimdi dinlenmen gerekiyor sen uyu ben sana sonra anlatırım." dedi. Ve odadan çıktık.

Esila'nın odasının kapısındayken Su ağlıyordu. Benimse ağlayacak enerjim yoktu. Saatlerce uyumuş olmama rağmen Hareket etmek bile istemiyordum. Araz Su'nun slinden tutup onu birr yere doğru götürdü.Doktora gidiyorlardı sanırım.Demir yanıma gelip "Biraz dışarı çıkıp hava almak ister misin?" diye sordu. Kafamı salladım. Hastaneden çıkıp yürümeye başladık. Dengemi kaybettiğimde Demir bana sarılıp destek oldu. Sarılarak bir banka kadar yürüdük oturduğumuzda "Neden Savaş Esila'ya zarar vermekten bu kadar korkuyorken mesela Ateş Cansu'ya bir şey olur diye korkmuyor?" diye sordum. "Savaş'ın hepimizden daha fazla düşmanı var çünkü. Ayrıca annesini de babasından intikam almak için öldürdüler. Sevdiği birine zarar gelmesi düşüncesini kaldıramıyor." dedi ve az önceki konuşmamdan dolayı kendimle gurur duyduğumu hissettim. Konuşmuyorduk, zaten konuşasım da yoktu. Gözlerimi kapattım gecenin seslerini dinliyordum. Savaş'ın "Ege Esila uyandı!" bağırışıyla kendime geldim. Hastaneye geri girdik. Her ne kadar hala berbat bir durumda olsak da bence yarım saat öncesine göre iyiydik. Ama çok yorgundum. Fiziksel olarak da ruhsal olarak da çok yorgundum. Araz bunu görmüş olacak ki "İstersen sana bir yer ayarlayalım yat uyu biraz." dedi. Düşündüm kızlar uyandığına ve artık hiç birinin hayati tehlikesi olmadığına göre şu nefret ettiğim hastaneden biraz kaçıp eve gidebilirdim. Su'nun en az iki gün hastanede kalması gerekiyordu. Cansu ve Esila zaten 2-3 gün daha buradaydı. En mantıklı şeyin eve gidip dinlenmek olduğuna karar verdim. Bunu söylediğimde Ateş "Hayır burada kal!" dedi. Ama inat ettim ve Demir'le eve doğru yola çıktık. Yolda hiç konuşmadık. Buna yetecek enerjim yoktu. Eve girdik odama çıkmama yardım etti yatağa kendimi bıraktım. "Bir şey olursa aşağıdayım." dedi. "Kalmana gerek yok ayrıca hastaneye gitmen daha iyi olur, diğerlerinin de dinlenmeye ihtiyacı var." dedim. "Seni neden yalnız bırakayım ki?" dedi. Mantıklı olanın hastaneye gitmesi olduğunu, benim zaten yatıp uyuyacağımı ve eğer bir şey olursa onu arayacağımı anlatmak ve kabul ettirmek çok uzun sürdü. Ama sonunda pes edip evden çıktı ve ben uykuya daldım.

Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra alt kattan sesler duydum. Ben bu çocuğa git dememiş miydim! Alt kata indim, mutfağa girerken "Demir ben sana git dememiş miydim!?" dedim. Ama Demir mutfakta değildi. Aksine şu an görmek istediğim en son kişi elinde bir bıçakla bana bakıyordu. Okan. "Demir değil, sevgilin Okan" dedi. Hareket edemiyordum. Yeni adresi nasıl öğrenmişti? Veya eve nasıl girmişti? Neden bir şeylerini düzeldiğini sandığımda her şey daha kötü oluyordu? Neden hastanede kalmamıştım? Neden Demir'i göndermiştim? Düşünceler beynimde çığlıklar atarken gözlerimin dolduğunu hissettim. "Neden buradasın?!" diye bağırdım titreyen sesimle. "Aşkım ağlama ama," dedi bana yaklaşırken "Şöyle diyelim bir iş teklifi aldım. Eğer eve girer ve seni biraz çizersem bundan hem para kazanıyorum hem de kime ait olduğunu hatırlatıyorum!" dedi ve ben kolumdaki derinin açıldığını hissettim. Testislerine tekme atıp kaçmayı ne zaman, nasıl düşündüm de uyguladım bilmiyorum. Kendime geldiğimde odamda kapıyı kilitliyordum. Okan'ın ayak seslerini duyduğumda nefesimin kesildiğini hissettim. Kilit ne kadar dayanabilirdi? Ne yapmam gerekiyordu. Aptal gibi hareket ediyordum. Ağlamaya başlamıştım. Yemek yememiştim, gücüm yoktu ve odaya girerse kaçamazdım. "Egeee sevgiliim!" diye bağırıyordu. "Bir şey yapmayacağım kapıyı aç!" dedi. Telefonumu bulamıyordum. "Kapa çeneni lanet deli!" diye bağırdım. Bıçakla kapıya vurduğunu duydum. Korkuyordum ve lanet telefonu nereye koyduğumu bilmiyordum. "Ege hadi çık sevgilim!" dediğinde telefonumu görmüştüm. Hayatımda telefonu gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim. Demir'i aradım. Telefon çalarken Okan "Telefonunu arıyorsan arama odanda değildi aradım!" dedi. Sanırım kısa şarj kablosu ilk defa işe yaramıştı, telefonu bulamamıştı! Demir telefonu açtı, konuşmasına izin vermeden ağlayarak "Demir buraya gel.. Okan. Lütfen çabuk!" dedim. Okan sesimi duyup bağırmaya başladı ve telefon kapandı hemen ardından her yer kararmaya başladı bayılmamalıydım şu an olmazdı. Ama her şey kaybolmuştu bile.

Birinin birini yumruklamasının sesiyle gözlerimi açtım. Kolumdan acı dalgalar halinde yayılıyordu, başımın ağrısından söz etmiyorum bile. Demir'in sesini duydum "Ege kapıyı aç!" diye bağırıyordu. Ama hareket edemiyordum.

Gözlerimi yatakta açtığımda kapım yerinde yoktu. Yoktu derken oldukça ciddiyim bu arada. Başım inanılmaz derecede ağrıyordu, koluma pansuman yapılmıştı ve Demir telefonda biriyle konuşuyordu. "Demir?" dedim çatlayan sesimle. Banyodan çıktı elindeki telefonu masama atıp gelip bana sarıldı. "Seni bırakmamalı-" derken sözünü kestim ve "Kendini suçlamaya başlarsan kendimi şuraya asarım ve intihar mektubumda seni suçlarım" dedim. Güldü. Sanırım cidden çok güzel gülüyordu. "Okan'a ne oldu?" diye sorduğumda soğuk bir tavırla "Endişelenmene gerek yok. Artık seni rahatsız edemez" dedi. Ve ben bunu gram umursamadım. Yani en fazla ne olmuş olabilirdi ki belki flörtüm eski takığımı öldürtmüştür. Bu düşünceyle güldüm ve sonra kendimi sorgulamaya başladım. Neredeydi hümanizm? "Yemek yemek ister misin?" diye sorduğunda kafamı salladım ve aşağı yemek yemeye indik. Yemekten sonra salonda oturup konuşmadan müziği dinleyerek içki içtik. Göz göze geldiğimizde gecenin güzel biteceğini biliyordum. Yanıma geldi ve dudaklarının yumuşaklığında kendimi kaybettim. Kendimi akışa bıraktım.

Sabah kalktığımda ikimizde çıplaktık ve sarılıyorduk. Sanırım çok uzun süre sonra ilk defa geceyi geçirdiğim kişinin yanından gizlice sıvışmadım ve uyumaya devam ettim. Bi süre sonra Demir beni uyandırdı, kahvaltı ettik ve hastaneye gitmek için yola çıktık.

Mahşerin Dört AtlısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin