23. Bölüm

78.7K 5.1K 364
                                    

Herkese merhabalarr. Bölümleri birkaç gün arayla atmaya karar verdim ama merak etmeyin çok bekletmeyeceğiim. Bir de aşırı harika bir haberim var. Kitabın finalinden sonra paylaştığım 3 özel bölüm vardı ve bunlar eski bilgisayarımda kalmıştı ( O bilgisayarı en son açmaya çalıştığımda yanından dumanlar çıkmıştı) Şimdi o bölümlerden birini (Doğukan'ın günlüğünü) buldum! Finalden sonra onu da sizinle paylaşacağıım. Yıllar sonra o bölümü okuyunca gerçekten çok ama çok etkilendim. Sizin de çok duygulanacağınızı düşünüyorum :')

Not: Şu an yazmakta olduğum yeni kitabım Evrenin Sınırında'ya mutlaka bir göz atıııın. Eğer fantastik, romantik, bilimkurgu kitaplardan hoşlanıyorsanız kesinlikle hoşunuza gidecektirr. Üstelik dünyanın en sorunlu ve en tatlı çifti de orada :p

EN MÜKEMMELİ>> YAPRAKÇIK & BİRİ ;)

***

Dediği şeyle birlikte sesli bir şekilde içime derin bir nefes çektim ve öylece kaldım. Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi kocaman açılmıştı ve dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Ne diyeceğimi ya da ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Donmuştum öylece. Ciddi anlamda donmuştum çünkü ellerim buz gibi olmuştu. Bu cümle ne ifade ederdi? Doğukan da benden hoşlanıyor muydu?

Lütfen öyle olsun, diye geçirdim içimden.

O öylece telefonun diğer ucunda bekliyordu. Doğukan sürekli hep rahat olandı ama eğer gerçekten onu tanıyorsam, o da şu an heyecanlanmıştı. Belki de bu son dediğini ağzından kaçırmıştı. Çünkü bu cümlesini hızlı bir şekilde söylemişti.

Ne kadar böyle demesi beni deli gibi heyecanlandırmış ve mutlu etmiş olsa da bu dediği iyi bir şey değildi. Korktuğum şeyler birer birer başıma geliyordu. Doğukan'ın bana bağlanmasını istemiyordum. Bu söylediği şeyle birlikte ölümümden sonra toparlanamayacağını anlamıştım.

Artık bir şeyler söylemem gerekiyordu. Ellerim gibi beynimde donmuştu sanki.

Tuttuğum nefesi dışarı verdikten sonra kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Mutlu olmak için bana ihtiyacın olmamalı," dedim. Böyle bir cümleyi kurmak istemezdim. Bu güzel anı bu aptal cümleyle bozmamalıydım ama artık çok geçti.

"Sürekli şunu yapmayı kes," dedi sakin bir sesle. "İyi olacağına kendini birazcık inandırsan olmaz mı Yaprakçık?"

İnanmak mı? Bu yoktu sanırım bende. Umut denen şey de tükenmişti. Ama o vardı. Biri vardı. Pes etmemeyi daha yeni öğreniyordum. İyileşeceğime inanabilir miydim?

"Deniyorum," dedim.

Yüzümde kalan yaşı elimle sildim. Etrafıma baktığımda ineceğim yere gelmiştim.

Oturduğum koltuktan kalktığım sırada, "Ben artık sadece sesini duymak istemiyorum," dedi. Söylediği şey minibüste öylece ayakta kalmama neden oldu.

Ardından devam etti. "Görüntülü konuşmak da yetmiyor artık. Gerçek seni görmek istiyorum."

İneceğim yeri geçmiş olmama rağmen hâlâ minibüste ayakta duruyordum. Yani benimle gerçek hayatta görüşmek mi istiyordu?

Yutkunup boğazımı temizledikten sonra, "Benimle yüz yüze görüşmek mi istiyorsun?" diye sordum.

"Evet," dedi kesin bir dille. Doğukan'ın bu konudaki inatçılığını biliyordum. En başta ona nerede yaşadığımı söylemediğimde, görüntülü konuşma açmak istediğimde ve daha birçok olayda inatçılığıyla meşhurdu. Şimdi ona hayır desem bile bir şekilde o bunu bana kabul ettirecekti. Ama ben buna hazır değildim ki.

Söz konusu Doğukan'dı. Her gece uyumadan önce bu buluşmayı hayal ederek uyuyor olabilirdim ama şimdi iş ciddiye binince bu o kadar kolay olmuyordu. Beş aydan daha uzun bir süredir onu tanıyordum. Tanımak derken yüzeysel bile değil, tamamen onu tanıyordum. Kişiliğini çözmüştüm; neye üzülür, neye kızar, neyle mutlu olur.

SONBAHARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin