40. Bölüm

76.6K 4.4K 678
                                    

Merhaba tekrardan. Ve bir gece ansızın tüm Sonbahar bölümlerini paylaşıyorum :) Final hariiiç! Size iyi okumalar.

ÖZEL BÖLÜMLER İÇİN BEKLEMEDE KALIN
---

Günler birbirinin ardından açılıp kapanırken ben sadece Güneş'in doğuşunu ve gecenin çöküşünü izliyordum. Adım adım bir şeyler yaklaşırken yapabileceğim tek şey buydu.

Hastanede geçirdiğim bir hafta boyunca kendimi aylar öncesine geri dönmüş gibi hissediyordum. Yine doktorlar etrafımdaydı ve ilaçlar beni doyuracak kadar fazla miktardaydı. Ne Doğukan'ı görebilmiştim, ne de arkadaşlarımı. En fazla telefondan görüntülü konuşuyorduk. Bu süre içinde de uzun süredir konuşmadığım Yağız'la da iletişime geçmiştim. Yaptığı şakalar ve o ağır ağabey tavırlarıyla beni güldürmeyi başarabilmişti. Buna rağmen her odama gel diklerinde gözlerindeki acıma ifadesiyle bakan ailem her şeyi mahvediyordu. Sanki yeterince her şey berbat değilmiş gibi...

Sırf bu acıma duygusundan nefret ettiğim için zaten hastalığımı bu kadar yıl saklamıştım. Şimdi ailemin bana her baktıklarında gözlerinin önünden geçen hüznü görmek zorunda mıydım? Zaten yeterince kendimi berbat hissediyordum. Kaybettiğimi biliyordum. Savaşamayacağımı biliyordum. Öyleyse neden hâlâ kendimi kötü hissettiriyorlardı?

Evet, belki bir hafta önce Doğukan bana, "Savaşı kaybettik," demiş olabilirdi ama düşündüğüm gibi o anki sinirle bunu söylemişti. O aynı Doğukan'dı. Kimsede ol mayan o umut, gözlerindeki ışık hâlâ yerinde duruyordu. Bunu görüntülü konuştuğumuzda da, görmesem de sesli bir şekilde konuştuğumuzda da sesinin tonundan çok iyi bir şekilde anlayabiliyordum. Bilmiyorum, belki telefonu kapattığında o da ailem gibi bana acıyordu ama ne olursa olsun o her zaman benimleyken olumlu olmaya çalışıyordu. Bu konuştuğumuz bir hafta boyunca hastalığımdan bir kez olsun konu açmamıştı. Gün içinde yaptıklarını bana anlatır, gördüğü komik bir fotoğrafı bana atar ya da kendi komik fotoğraflarını çekip bana yollardı.

Ama ne yazık ki ailem odama kimsenin girmesine izin vermiyor ve doktor da kesinlikle hastaneden ayrılmama izin vermiyordu. Hal böyle olunca da aylar önceki Bahar'a geri dönüş yapmıştım. Yine de Doğukan zaman buldukça arıyor ve beni bu hastanedeki sıkıcı hayatımdan uzaklaştırmayı başarıyordu.

Neyse ki bugün için çok güzel planlarımızı vardı. Doğukan yanıma gelemezdi ve ben de hastaneden çıkamazdım. Bunun nedeni oldukça zayıflamış olan bağı şıklık sistemim nedeniyle en ufak bir mikrobun bile beni yakıp yıkabilecek olması değildi çünkü hastalığımın çevre sel etkenlerle bir alakası yoktu. Bu tamamen doktorumun kendi iradesiyle verdiği bir karardı. Kendimi yormamam adına böyle uygun görmüştü. Ama neyse ki bugün için Doğukan, bir günlüğüne hastaneden çıkma izni almıştı ve

Ölmeden Önce Yapılacaklar listemde kalan son iki madde den birini daha gerçekleştirecektik. Lunaparka gidecektik. Diğer yaşıtlarım gibi o çılgın şeylere binmemiz mümkün değildi belki ama yine de oraya gitmek istiyordum. Sadece o ortamda olmaya ve birkaç saatliğine de olsa mut

lu olmaya ihtiyacım vardı.

Odamın kapısının açılmasıyla her zaman ki sahte gülüşüyle annem içeriye girmişti. "Günaydın. Nasılsın?" dedi dinç tutmaya çalıştığı sesiyle.

"İyiyim."

Odadaki dolabıma yöneldi ve dün kararlaştırdığımız kıyafetleri benim için yatağa bıraktı. Bu sırada ben de üzerimdeki örtüyü çekip yatakta doğrulmuştum.

"Sadece 2 saat, Bahar," dedi temkinli bir sesle.

Başımı kaldırdığımda gözlerime bakıyordu. Olumlu anlamda kafamı salladım ve "Pekâlâ," dedim.

SONBAHARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin