🌿 1. BÖLÜM (SUSKUN SEVDA) 🌿

42.3K 1.9K 213
                                    



Apar topar hazırlandı Hafsa. Yine uyuyakalmıştı ve yine derse yetişememe korkusu yaşıyordu. Üniversite ikinci sınıf olmasına rağmen değiştirememişti bu huyunu. Kimi hocaları buna gülüp geçse de, kimisi ciddi manada sıkıntı çıkarıyordu. Üstelik şimdiki dersi; fazlasıyla sıkıntı çıkarabilme kapasitesine sahip bir hocanındı!

Üzerine hızla feracesini giyinip, yine aynı hızla şalını yaptı. Görüntüsüne genelde özen gösterirdi ama böyle zamanlarda umrunda bile olmazdı. Kahvaltı yapmadan dış kapıya koştururken, gözlerini etrafta gezdirip bağırdı.
"Anne, evde misin?"

Evden çıt çıkmadığında; Ümmügülsüm teyzesine gittiğini anlayıp aceleyle ayakkabılarını giyindi. Ailesi artık villada çalışmıyordu. Ama buna rağmen iki aile de sıklıkla görüşmeye devam ediyordu. Öyle ki; anahtarları bile birbirlerinde bulunuyordu.

Telaşla otobüs durağına doğru koştururken, korna sesi eşliğinde hemen yanında duran araba nedeniyle yavaşladı adımları. Daha görmeden kim olduğunu anlayan kalbinin kuş misali çırpınışlarını yok saymaya çalışarak ondan tarafa döndü. Fatih'lerle aynı sitede oturdukları için böyle karşılaşmalar kaçınılmaz oluyordu.

Üniversiteye başladığından beri eskisi gibi sık görüşmez olmuşlardı. Aile yemeklerinde, ya da böyle tevafuken karşılaştıklarında görüyordu onu. Zaten bir yaştan sonra sessiz bir sınır girmişti aralarına. İkisinin ailesi de helali haramı bilen insanlardı ve evlatlarını da bu düsturla yetiştirmişlerdi.
Her ne kadar çocukluktan gelen bir samimiyetle birbirlerine takılsalar da, durmaları gereken yeri biliyorlardı.
Neredeyse aynı evde büyümüş olmalarına rağmen eskisi gibi davranamazlardı artık.
Bu sınırı korumak ikisi için de epey zahmetliydi.
Dile kolay, birlikte onca sene geçirmişlerdi.

Genç kız kafasını çevirir çevirmez, yüreğinin en zarif acısı olan adamı gördü.
İç çekti usulca.
Bazen itiraf edip kurtulmak istiyordu. Böylesine ağır bir yükle yaşamak çok zordu. Ama Fatih'in öğrendiği takdirde onun yüzüne bile bakmayacak oluşu, tüm heveslerini paramparça ediyordu.

Genç adam kızın umutsuz düşüncelerinden habersiz yolcu tarafındaki camı indirdi. Karizmatik gülüşü ile farkında olmadan onu daha derin kuyulara itip, "Nereye böyle koştura koştura?" dedi.

Hafsa, kaldırdığı kaşlarıyla vereceği cevabı bekleyen adama daha fazla bakmadan zemine indirdi gözlerini. Ona rastlamasıyla karmakarışık olan zihnini, ancak böyle toparlayabilirdi.
"Okula." diyerek yanıtladı ve devam etti. "Geç kaldım da."

Fatih önce kolundaki saate baktı. Ardından elalarını tekrar Hafsa'ya çevirdiğinde, yüzünde o çarpık gülümsemesi vardı. Her seferinde kızın nefesini kesmeyi başaran gülümsemesi...
"İyi..." dedi alaylı bir sesle. "Hiç yolumun üzeri değil ama, atla da bırakayım hadi."

En büyük eğlencelerinden biriydi Hafsa'ya takılmak. Çocukluğundan beri tanışıyor olmalarının verdiği bir yakınlık vardı tavırlarında. Nazlarını çekerlerdi birbirlerinin.

Genç kız, fazla açık sözlü olan adama ters bir bakış attı. Direkt 'gel bırakayım' dese ölürdü sanki! Çenesini kaldırıp yürümeye başlamadan hemen önce sinirle mırıldandı.
"İstemez! Ben giderim."

Fatih kısık bir kahkaha attı. Çabuk sinirlenirdi Hafsa. Ya da o bunu çok iyi başarıyor da olabilirdi.
"Hadi hadi, oyalama beni." dedi gülüşlerinin arasından. "Seni almadan gitmeyeceğimi biliyorsun."

Bundan yana şüphesi yoktu Hafsa'nın. O böyle koştururken, Fatih ne kadar işi olursa olsun onu geride bırakıp gitmezdi. Aynı zamanda arabaya binesiye kadar kendisini rahat bırakmayacağını ve bir şekilde dediğini yaptıracağını da yıllar içinde yaşaya yaşaya öğrenmişti. Bu adam böyle yaptıkça onu nasıl unutabilirdi ki?
Kendi kendisini teselli ederken, üstelemeyip arka kapıyı açtı.
Fatih namahremi olduğu için hiçbir zaman yanındaki koltuğa oturmazdı. Fatih de böyle bir şeye müsade etmezdi zaten.

MÜMTENİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin