Esmer genç her sabah olduğu gibi erkenden kalkmış ve üzeri giyinmişti. Çantasını aldı ve küçük ama her zaman düzenli olan odasından çıktı. Mutfağa gidip kendisine bir kahve yaptı. Annesi yine sabaha karşı eve sarhoş bir şekilde geldiği için onu uyandırmamaya özen gösteriyordu. Çünkü uyandığında gerçekten huysuz oluyordu ayrıca kesin kendisine bir kaç tokat atmadan onu bırakmazdı. Kahvesini bitirince evden çıktı ve okula doğru yürümeye başladı.
Cebinden telefonunu çıkarıp kulaklığını taktı. Kendini şarkıya kaptırmış ve hayattan soyutlanmıştı. Her sabah uğradığı pastaneye uğradı ve çikolatalı kruvasan alıp yoluna devam etti. Yolda gördüğü yavru kediye de ikram etmeyi unutmadı.
Sonunda okula vardığında kimseyle muhatap olmadan direk sınıfına gitti. Lise ikiye gidiyordu genç çocuk. Pek arkadaşı yoktu hatta hiç yoktu bir tane bile. Sessiz ve yalnız takılan tiplerdendi. Kendini hep gölgelerde tutardı, göz önünde olmayı sevmezdi. Dersleri kötü değildi ama iyide sayılmazdı. Orta dereceydi işte. Çelimsiz bir bedeni vardı. Zayıf ve güçsüzdü. Yakışıklı da değildi. Hep koyu renk giysiler giyer kahverengi saçlarını da uzatırdı. Bu sayede yüzünü daha rahat kapatabiliyordu. Aslında tatlı bir tipi vardı fakat farkında değildi.
Sorsan koca okulda hiç kimse adını bilmezdi. Sanki dilsizmiş gibi hiç konuşmazdı. Derslere eğer hocalar soru sorarsa katılırdı. Onun hayatı kendisinin varlığından bile haberi olduğundan emin olmadığı annesi ve sokakta kruvasan verdiği kediden ibaretti. Başka kimsesi yoktu genç adamın.
Babası kendisini daha dünyaya bile gelmeden terk etmişti. Onu hiç tanımamıştı. Annesi onun adını asla anmazdı. Küçükken birkaç defa onu sorduğunda annesi öfkeden deliye dönmüş ve kendisini bilincini kaybedene kadar dövmüştü. Bir daha da sormaya cesaret edememişti zaten.
Sıradan bir okul gününden sonra tekrar eve gelmişti. Kapıyı açtı ve içeri girip ayakkabılarını çıkardı. Salonda annesinin sesini duyunca şaşırdı. Genelde bu saatlerde evde olmazdı. Çantasını koridora bıraktı ve mutfağa yöneldi.
Sarışın kadın telefonla konuşuyordu. Önündeki masada iki üç tane bira şişesi vardı. Bir tanesi de elindeydi ve yarısını bitirmişti.
"Ne demek alamam. Beni iyi dinle sikik herif bu velet zaten yıllardır başıma bela oldu. Onu tek başıma yapmadım. Onbeş yıldır ben bakıyorum zaten ama artık bıktım anlıyor musun? Al biraz da sen besle 'piç'ini. Bok gibi paran var. Yarın getirir kapına bırakırım umurunda olmaz."
Esmer genç annesinin kendisinden bahsettiğini anlamıştı. Konuştuğu kişi de babası olmalıydı. Kalbi tekledi çocuğun. Annesi onu babasına mı verecekti. Sonunda hayat yüzüne gülmüştü işte. Bu cehhennemden artık kuruluyordu. Hem belki babası onu severdi kim bilir? Öylesine hasrettiki genç adam baba sevgisine kelimelerle anlatamazdı.
Sarışın kadın telefonu kapattı ve birasından büyük bir yudum aldı. Esmer genç de annesinin yanına gitti. Yüzünde engel olamadığı bir gülümseme vardı.
"Anne o konuştuğun babam mıydı?" Kadın her zaman ki boş ve soğuk bakışlarını onun yüzüne çevirdi. Sonrada sinirle "Ben sana bana anne demeyeceksin diye kaç defa söyledim. Mary de efendim falan de ama anne deme. İşe yaramaz velet."
Genç adam başını önüne eğdi. "Üzgünüm efendim sadece biraz heyecanlandım da."
"Heyecanlanmış mış. Çok mu sevindin yoksa o işe yaramaz babanın yanına gideceğine."
"Ben-"
"Tamam kes. Git eşyalarını topla. Bu evde tek bir eşyan bile kalsın istemiyorum anladın mı? Yarın gidiyoruz."
Genç adam kafasını salladı ve hızla odasına gidip kapısını kapattı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki. Sonunda yıllardır beklediği gün gelmişti.
Hemen dolabına yöneldi ve eşyalarını toplamaya başladı. Zaten pek bir şey yoktu. Kısa sürede işi bitmişti. Yatağa yattı fakat heyecandan bir türlü uyuyamıyordu. Yarın olacakları hayal ediyordu. Babası ile birlikte yapacaklarını aklında sıraladı.
Birlikte film izleyebilirlerdi, baba oğul gecesi yapabilirlerdi, belki birlikte yemek yaparlardı, gezmeye de gidebilirlerdi, hatta babasına sarılıp uyuyabilirdi. İşte bu en büyük hayaliydi. Kendini beş yaşında bir çocuk gibi hissediyordu.
En çok merak ettiği şey ise babasının kim olduğuydu. Eh artık yarına kadar sabretmesi gerekiyordu. Bunları düşünürken kendini yavaşça uykunun kollarına bıraktı...
+++++++++
Sabah erkenden uyanmış ve en güzel kıyafetlerini giymişti genç adam. Bu günün çok özel olmasını istiyordu. Hayatı boyunca bu kadar heyecanlanmamıştı.
Acaba babasına benziyor muydu? Kesin benziyordu çünkü görünüşünde annesine benzeyen hiç bir şeyi yoktu. Ne altın gibi sarı saçları vardı nede yeşil gözleri. Yanaklarında gamze de yoktu. Annesi gerçekten çok güzel bir kadındı ama kalbinin yüzü kadar güzel olduğu söylenemezdi. Geçmişte her ne yaşadıysa hayata karşı çok öfkeli ve nefret doluydu. Bu güne kadar da öfkesini hep esmer gençten çıkarmıştı.
Taksi ile babasının evine doğru giderlerken yanında oturan kadına baktı. Acaba onu özler miydi? Yanından ayrıldıktan sonra tekrar görmek ister miydi?
Hayır! Kesinlikle o hayatta özleyeceği en son kişiydi. Ondan nefret etmiyordu ne de olsa annesiydi. Sadece kırgındı işte. Onu hiç sevmemiş ve oğlu yerine koymamış o kadına kırgındı. Her fırsatta kendisinden nefret ettiğini söyleyen ve sürekli döven, iğrenti dolu bakışlarla bakan, kendisine 'anne' demesine bile izin vermeyen o kadına kırgındı.
Tekrar dışarı çevirdi bakışlarını. Uzun süredir yoldalardı ve ağaçlık bir patikayı takip ediyorlardı. Gittikleri yer şehir merkezinden biraz uzaktı. Taksi sonunda durduğunda iki katlı büyük -baya büyük- bir evin önüne gelmişlerdi.
Genç adam daha önce bu kadar büyük bir ev görmemişti. Babası zengin biri olmalıydı. Tanrı aşkına şimdi meraktan çatlayacaktı. Hemen taksiden indi ve hayranlıkla eve baktı.
"Öyle aptal gibi dikilme de bavulunu al." Annesi arkasından bağırınca gidip bavulunu aldı ve kapıya gidip zili çaldılar.
"Bay Stark şu anda çok meşgul lütfen daha sonra gelin." Genç adam gelen sesle etrafına bakınırken annesi gözlerini devirdi. "Şu Stark ve boş işleri."
O sırada çocuğun beyninde tek bir şey dolanıyordu. Stark!? Tony Stark mı? Yok daha neler koca dünya da ondan başka Stark soyadlı kimse yok mu canım. İhtimali bile komik diye düşündü genç çocuk.
Annesi sinirle kapıya vurup "Aç şu kapıyı. Oğlunu getirdim. Kapının ardında kalarak bundan kaçabileceğini mi sanıyorsun? Aç dedim sana."diye bağırdı.
Kapı birden kendiliğinden açıldı ve kadın oğlanın kolundan tutup içeri soktu. Tırnakları fazla uzun olduğu için esmer gencin etine batmış ve canını acıtmıştı ama kadın bunu umursuyor gibi görünmüyordu. İçeri doğru yürüdüler. Karşıda ki merdivenden yukarı bir adam çıktı.
Esmer genç, adamı görünce gözleri şaşkınlıkla açıldı. Şüphelerin de yanılmamıştı. Karşısında Tony Stark duruyordu. Küçüklüğünden beri hayranı olduğu, hep tanışmayı hayal ettiği, bütün dünyanın kahramanı Iron Man onun babasıydı...
***
Şunu demek isterim ki ben playlist i hazırlayan kişiyim.@padfoot_prongs_monny. Ve tavsiyem şu ki bölümleri müziklerle okursanız güzel olur.Hepinizi öptüm <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Re-Hope (SpideyPool)
FanfictionPeter Parker'ı kimse sevmemişti. Ne annesi ne de babası. Sevgi nedir bilmiyordu tâki Wade Wilson hayatına girene kadar. ********** "Peter, biliyor musun popon çok güzel." "Ne?!" "Hayır dur bu olmadı. Başka bir iltifat bulmam lazım. Buldum! Biliyor m...