SANHA
Rutubet ve paslı demirin kokusu hala daha nefes almamı zorlaştırıyordu. Bu kokuya nasıl alışacaktım? 1 ay geçmesine rağmen ne bu iğrenç odaya alışabilmiştim ne de toparlayabilmiştim. Endişelenmeden edemiyordum. Jisung… kaçmayı başarabilmiş miydi?
Ona gitmesini söylediğim de oldukça kötüydü. Vücudunda bir sürü yara vardı ve topallıyordu. O haliyle beni taşıması imkansızdı ayrıca birlikte kurtulsaydık bile zehir elimizde olmadığı için hastane de panzehiri veremezlerdi. Yani yaşamak istiyorsam… buraya geri dönmek zorundaydım.
Beni öldürmeyeceklerini ya da zarar vermeyeceklerini biliyordum. Lider, asla özel bölümden olan kişilere zarar vermezdi. Bu yüzden ormanda kapattığım gözlerimi tanıdık olan o hastane odasında açmıştım. Açar açmaz ise beni yerin en altına, zindanlara göndermişlerdi. Burada kaçmaya çalışanlar ya da lideri düşürebilecek kişiler tutulurdu.
Bacağıma bağlı zinciri elime dolayıp çözerken oldukça sıkılmış ve susamıştım. Günde 1 kere yemek ve su veriyorlardı ve yemek yetse de su yetmiyordu.
Başımı arkamda ki yosun tutmuş duvara yaslayıp nefesimi bıraktım. Tanrım… Hiçbir şey bilmeden yaşamak işkence gibiydi. Jisung’un kurtulmuş olması gerekiyordu. Eğer yakalandıysa benim gibi geri getirilmez, bulunduğu yerde öldürülürdü. O özel bölümden değildi.
Haftalardır içimi kemiren endişe tekrar büyürken gözlerimi kapatıp zorla yutkundum.
Kurtulmuştu. Sözünü tutmak için kurtulmuş olmalıydı. Her zaman yanımda olacaktı. Şuan yanımda değildi ama yanıma olmak için kurtulması gerekliydi.
Bana söz vermişti. Geri geleceğine dair söz vermişti. O güvendiğim tek kişiydi. Bu yüzden, kurtulmuştu. O yaşıyordu.
“Hiçbir şey bilmemek kötü olmalı”
Duyduğum zarif ama eğlenen sesle gözlerimi açtığım da yan duvarda ki küçük parmaklıktan beni izleyen kişiyi gördüm. Açık kumral saçları ve oldukça güzel bir yüzü vardı. Gözlerinde parıltı kurnaz olduğunu bas bas bağırırken dudakların da rahat dolu tebessüm kaşlarımı çatmama sebep oldu. Başımı yasladığım duvardan çekerken kısılmış gözlerimle ona baktım. O da sonunda başını çevirip üstten bir şekilde bana baktı. Onda tuhaf bir şey vardı. Hiçbir şey yokmuş gibi oldukça rahattı fakat ses tonundaki narinliğin arkasında zekiliği saklanıyordu.
“Sen de kimsin?”
elime doladığım zinciri bırakırken sıkılmış şekilde nefesini bıraktı ve pencereye yasladığı kolunu kaldırıp yüzünü avucunun içine koydu. Her hareketinde zariflik varken burada olması sorgulanmayacak gibi değildi.
“Bilmem, kim olduğumu hatırlamıyorum”
Ona kaşlarımı kaldırarak baktığım da bana üstten gülümseyerek baktı. Gülümsemesi kesinlikle samimi değildi. Kurnazcaydı. Bir tilkiden farksızdı.
“Ne demek bu?” Omuz silkip beni inceledi. Üzerimde ki siyah tişört ve pantolon oldukça kirlenmişti ve yıpranmıştı. Ayrıca bileğimde ki zincir sıkı olmasa da iz bırakmıştı.
“Kötü görünüyorsun” Tekrar ona baktığım da sarı kumral arası saçlarının arasından bana bakıyordu. O yüzünde ki küstahça ifade bir an olsun kaybolmamıştı.
“Bu seni ilgilendirmez”
“Haklısın, üzgünüm” Bunu derken bile sinir bozucu bir şekilde gülümsemesi gözlerimi devirmeme sebep olurken ayağa kalktım ve ona doğru ilerlemeye başladım. Ben ona yaklaştıkça yüzünde ki gülümseme büyürken hiç hareket etmeden benim karşısına geçmemi bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Please Don't Die /Minsung X Sanhyuk
Fanfiction|TAMAMLANDI| Astro❤️Stray Kids "senin için geleceğim... Bu yüzden, lütfen ölme" Minsung and Sanhyuk