23

242 41 7
                                    


Küçük ve sessiz odada duyulan tek şey hızla basılan tuş sesleriydi. En küçükleri dışında herkes odanın bir tarafına dağılmış dinleniyorlardı. Hepsinin gözleri kapalı da olsa birkaç saat sonrasını düşünüyor ve uykuları akıllarına bile gelmiyordu.

Bir çoğu yıllardır giydikleri kıyafetten kurtulmanın rahatlığını yaşarken bazıları soğuk zeminde vücutlarının titremelerini göz ardı ediyordu. Fakat hepsinin düşündüğü tek şey, başlatacakları savaştı. Özgür olmak için, intikam almak için, hayallerine kavuşmak için ve gökyüzünü görebilmek için savaşacaklardı. Bir kişi hariç…

Park Minhyuk, Zaten özgürdü, İntikam alacak bir şeyi yoktu, hayallerine kavuşmak için çabalıyordu ve gökyüzünü her an görebiliyordu. Onun savaşmak için tek nedeni, küçük kardeşine verdiği sözdü.

Başını yasladığı soğuk duvardan kaldırmadan nefesini bıraktı ve gözlerini yavaşça araladı. Bakışları karşı duvarla tavanın birleştiği kısmı bulduğun da zorla yutkundu.

Korkuyor muydu? Tabiki korkuyordu. Ne kadar inkar etmek istese de pamuklar içerisinde yetiştirilmiş’in kanıtıydı. Ailesi ne isterse almış, Yaralanmaması için her şeyi yapmışlardı. Minhyuk… Dövüş sanatları kursu dışında bir kere bile darbe yememiş, bir tarafı kanamamıştı.

Okulda ki başarısına rağmen tek hayali bir dansçı olmakken birkaç saat sonra ölme ihtimali fazlasıyla olan bir savaşa girecekti. Sahi… Ailesi ondan haber alamayınca ne yapmıştı?

Minho’yla yurt dışında tatil yapacağını söylese bile uçağa binmediği elbet açığa çıkmış olmalıydı.

Bakışlarını aşağıya kaydırdığın da Sanha’yı gördü. Duvara yaslanmış, iki bacağını kendine çekerek oturmuştu. Kapalı olan gözlerinin üzerine düşen sarı tutamlar loş ve sarımsı ışığa rağmen bembeyaz teni adeta parlıyordu. Fark etti de, Buradaki herkes beyazdı. Çünkü belki de hiç güneş görmemişlerdi.

Sorgulamadan edemiyordu. Bu, bakışlarının aksine yumuşak yüzlü ve çokta yapılı olmayan kişi miydi Jisung’u hayatı pahasına koruyan? Oysaki Yer altı yerine normal hayatta karşılaşsalar, kıymık batsa ağlayacak bir tipi vardı.

Sarışın üzerinde hissettiği bakışlar ile daldığı düşüncelerden ayrılırken gözlerini araladı ve ona bakan keskin kahve gözlerle karşılaştı. Karşılıklı duvarlara yaslanmış oturan ikili gözlerini ayırmadan birbirlerine bakarken ikisi de bir şey anlamaya çalışıyordu.

Minhyuk, Gözlerinden onun nasıl birisi olduğunu anlamaya çalışırken Sanha, Onun gözlerin de kimliğini arıyordu. Kimdi bu esmer çocuk? Neden ona bakıyordu ya da ne düşünüyordu?

Zindanlar da değildi, onu daha önce burada da görmemişti. Yeni geldiyse Plana birden nasıl dahil olabilirdi? Üstelik tertemiz yüzü, bakımlı saçları onun buradan olmadığını bas bas bağırıyordu.

İlk gözlerini kaçıran Yine Minhyuk oldu. Sanha istese saatlerce bakabilirdi gözlerine. Geri çekilme taraftarı hiç olmamıştı. İnsanlardan ne çekinirdi ne de umursardı. Tek umursadığı, kendisi ve sevdikleriydi.

Belki de yıllarca burada insan olarak gördüğü tek kişi Jisung olduğu için böyle kapatmıştı kendini herkese.

Saatler birbirini kovalarken bilgisayardan gözünü ayırmayan Küçük aklında ki onlarca koddan ihtiyacı olanı girip enter tuşuna bastı ve arkasına yaslandı. Saatler sonra Ekranda ki kırmızı yazıdan gözlerini çekerken yüklenmesini beklemeye başladı. Ağrıyan gözlerini eliyle ovalarken bakışları abilerini buldu.

Hyunjin ve Myungjun tekli yatakta yan yana uzanmış uyumadıkları belli olsa da kapalı gözlerle öylece dinleniyorlardı. Diğer yatakta Seungmin ve Eunwoo yan yana yatmışlardı ve diğerlerinden bir farkları yoktu. Eunwoo’nun hemen yanında yere uzanmış Moonbin oldukça rahat bir yatakta uzanıyormuş gibi tavana bakıyordu.

Yatağın ayak ucunda ki duvara oturmuş başını duvara yaslayarak diğerlerini inceleyen Minhyuk sakin gibi görünse de oldukça derinlere dalmış gibiydi. Onun hemen karşısında, diğer yatağın ayakucunda yere oturmuş onun gibi duvara yaslanmış Sanha gözleri kapalı bir şekilde öylece duruyordu.

Bilgisayardan gelen kısık sesle bakışlarını onlardan çekerken Herkes bunu bekliyormuş gibi gözlerini açmış ve doğrulmuşlardı. Jeongin’in parmakları hızlı bir şekilde tuşlarda gezinirken dudakları yukarı kıvrıldı ve son kez düğmeye basıp arkasına yaslandı.

“Tamam, sistem artık benim” Hepsinin yüzünde bir gülümseme oluşurken Myungjun hızla ayağa kalkmış ve yanına gidip omzuna vurmuştu.

“Aferin be. Saat kaç?” Saate baktığın da başlamalarına 7 dakikanın kaldığını gördü. Köşede ki çantaya ilerleyip kıyafetlerle birlikte getirdiği kulak içi kulaklıkları aldı ve ayağa kalkıp odanın ortasında toplanmış kişilere döndü.

“Bunları ne olursa olsun çıkarmayın ve zarar görmemesine dikkat edin.” Onu onaylayan kişilerle derin bir nefes almış ve kulaklıkları teker teker onlara vermişti. Son kez Jeongin’e de verdikten sonra elinde kalan son kulaklığı da kendi kulağına taktı.

Her saniye daha da yaklaşan savaş ile herkesin kalbi büyük bir korku ve heyecanla atmaya başlamıştı.

Myungjun titrekçe nefes verirken duyduğu sesle odada ki herkes gibi onun da başı Minhyuk’a döndü.

“Ben, Sanha ile gitsem olur mu?” Herkes anlamayarak ona bakarken Sanha kaşlarını çatıp ona bakmıştı. Bu çocuğun derdi ne diye düşünmeden edemedi. Ondan ne istiyordu?

Myungjun ve Hyunjin dışında şuan Minhyuk’u anlayan kimse yoktu.o havaalanında Olanlara tanık olmuşlardı. Buraya gelme amacının Sanha’yı korumak olduğunu ikisi de çok iyi bir şekilde biliyordu. Fakat ikisinin de daha çok önem verdiği bir şey vardı.

“Olmaz.” Myungjun’un kesin ses tonu ile Minhyuk anlamayarak ona baktı. Mavi gözlerini kısıp ona doğru ilerlerdi ve tam karşısında durdu.

“Senin güvenliğin fazlasıyla önemli. Seni buraya neden getirdiğimi unutma.” Hyunjin dışında kimse ne olduğunu anlamamıştı. Kimse Minhyuk’un neden burada olduğunu ya da kim olduğunu bilmiyordu. Bu da kafalarının karışmasına sebep olmuştu.

Omzunda hissettiği el ile bakışları yanında ki Hyunjin’i buldu.

“Hyung, Sanha’nın bölgesi en tehlikeli iki bölgeden birisi. Mutlaka yaralanırsın” Minhyuk daha fazla kaşlarını çattı. Omzunda ki eli tutup çekti ve Myungjun’a döndü.

“Tehlikeli olduğunu için gitmek istiyorum zaten” Diyerek itiraz istemeyen ses tonu ile konuştuğun da Myungjun nefesini bıraktı.

“Minhyuk, önemli bir şey olursa seni yanına göndereceğiz. Tamam mı?” En azından bu da bir şey diyerek başını salladı. Herkes tekrar sessizliğe gömülürken Sanha en arkada duran Minhyuk’un yanına ilerledi ve önünde durdu.

“Senin derdin ne?” Sanha ona tek kaşını kaldırıp bakarken Minhyuk ellerini cebine koyup ona rahatça baktı. Ne kadar soğuk ve ifadesiz olsa da Minhyuk’un da aşağı kalır yanı yoktu ondan.

Omuz silkerek “Seni korumaya çalıyorum” Dedi. Sanha yüzünü buruşturup ona üstten bir şekilde baktı.

“Korunmaya muhtaç değilim. Sen sadece kendini koru” Minhyuk bir şey demeyip ona sert bir şekilde baktığın da Sanha başını diğerlerine çevirmişti.

İnatçı, kendini herkesten üstün gören ve bu gıcık insan nasıl olmuştu Jisung’a bağlanmıştı? Ya da Jisung nasıl bir yokluktaydı da bunun gibi bir insanla yakın olmuştu? Belki de ona hiç yardım etmeyip kendi başının çaresine bakmasına izin vermeliydi.

Hayır… Sözünü tutmalıydı. Ne olursa olsun tutacağını söylemişti. Şimdi sırf karakteri için sözünü bozacak değildi. Üstelik onu tanımıyordu ve önyargılı yaklaşıyordu ama onun için olmasa bile Jisung için büyük bir değeri vardı.

“Başkan yeraltına giriş yaptı!”

Jeongin’in söylediği şey ile herkesin başı ona dönerken ekranda ki kırmızı işaret yeşile döndü. Jeongin yüzünde ki endişeli ifade ile onlara döndü.

“Çıkışlar kapatıldı, Bol şans”

Ve Myungjun kapıyı açıp savaşı başlatmak adına ilk adımını attı.

***
Savaş başlıyor!
Çok heyecanlı!!

Umarım beğenmişsinizdir bölümü

Please Don't Die /Minsung X Sanhyuk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin