41

189 28 13
                                    


Korkusuzca yürüdüğümüz yollarda bile bacaklarımız korkuyla sarsılırdı. Belki yoldan ve attığın adımdan korkmuyorsundur fakat yanında, seninle birlikte yürüyen o insanlara olacak olanlar seni korkutuyordur.

Birisinin ufakta olsa yara alması ya da gülüşünün bir parça solması seni delice korkutuyordu. Bu yüzden, korkusuz olduğumuz zamanlarda bile, eğer yanımızda değer verdiğimiz kişiler varsa o korku sadece sarsılmakla kalmıyor, endişe ve panikle büyük bir savaşın içine giriyordu.

“Dünyanın en gelişmiş şehirleri arasında Tokyo, new york, Paris…”

Hocanın tahtaya yazdığı şehir isimlerine baktım. Coğrafya dersini aslına seviyordum fakat uzun bir aradan sonra geldiğim için mi bilmiyorum ama dikkatimi derse bir türlü veremiyordum. Aklımda sürekli diğerleri vardı.

Yemek yapmayı bilmiyorlardı, aç kalmış olabilirlerdi, Ev de bir şey bittiğin de markete gitmeleri için para bıraksa bile marketin yerini bilmiyorlardı. Dahası Moonbin oldukça sinirli birisiydi ve bir sokak serserisine rastlarsa hiç iyi şeyler olmazdı.

Fakat bütün bu düşüncelerim arasında yerini koruyan tek Kişi Sanha’ydı. Onun için endişelenmem belki de doğru değildi. Sonuçta O bir çocuk değildi onu geçtim o güçsüz birisi değildi. Eminim onun için bu kadar endişelendiğimi duysa o soğuk hava etrafını sarardı.

Yine de aklımdan hiç çıkmıyordu. Sürekli uyuyordu, yemek yemeleri hala düzenli değildi. Myungjun yemeğini yedirmiş miydi?

Çalan zilin sesi beni düşüncelerim arasından çekip çıkartırken Yanımda uyuyan Minho’ya baktım. Salyasına yüzümü buruşturarak bakarken Elimle omzunu sertçe dürttüm. Yavaş dürtünce uyanmıyordu ayı.

“Minho kalk, diğerlerinin yanına gidelim.” Minho homurdanırken gözlerimi devirdim.

Hayır nasıl bu kadar derin uyuyabiliyordu? Artık gece ne kadar ayakta kaldıysa… Belki de odaları değiştirmemeliydik.

Sonunda zorla da olsa Minho’yu kaldırdığım da birlikte sınıftan çıktık ve alt kata ilerledik.

Dün Chan hyungun önerisi ile diğerlerini okula yazdırmıştık. Oldukça zorlu olacaktı ama evde ve hafta sonları bizzat onlara en başından çalıştıracağımız için sorun yoktu.

Jeongin bir yaş daha küçük olsa da Araya biraz para katarak Jisung ile aynı sınıfa aldırmıştık. Felix ile aynı sınıfta oldukları için seviniyordum yoksa tek başlarına ne yaparlardı düşünemiyorum. 

Sanha’ya gelmesi için dil döksek de okula gelerek hayatını harcamak istemediğini söylemişti ki zaten gelse bile çokta bir şey öğrenemezdi. Bu yüzden Evde Eunwoo, Moonbin, Sanha ve Myungjun hyung vardı.

Eh… Dün olan o olaydan sonra Myungjun hyungta çok iyi sayılmazdı. Adeta Jinjin hyunga düşman kesilmişti. Benim anlamadığım… sadece bir öpücük için neden bu kadar sinirlenmişti? Yoksa… Hoşuna mı gitmişti?

“Bebeğim!” Kantine girdiğimiz de Minho masalarda oturan Jisung’un yanına sanki roket takılmış bir hızla koşunca güldüm. Jisung’un şimdiden utançtan kıpkırmızı kesildiğini görebiliyordum.

Ellerimi cebimden çıkartırken sandalyeyi çekip kalabalık masaya oturdum. Felix Changbin’e sırtını yaslamış bir şekilde Minho ve Jisung ikilisini gülerek izlerken Chan ve Woojin hyung ellerinde tepsilerle geldiler.

Benim önüme her zamanki gibi kahvemi koyarken “Teşekkür ederim” Diye mırıldanıp arkama yaslandım.

“Minho bak en sevdiğinden” Diyerek Onu öpmeye çalışan Minho’nun ağzına tostu tıktığın da Hepimiz gülmeye başladık. Minho ona ‘öyle olsun’ bakışı atıp tostunu yemeye başlamıştı.

Please Don't Die /Minsung X Sanhyuk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin