•35. Bölüm•

69 4 0
                                    




Karşımda ki güzel görüntüyü kaçırmamak için dikkatlice izliyordum. En yakın arkadaşım, canımın içinin kınasında gözünden akan damlaları izliyorum.

Ben yokken Naz ve annem oldukça samimi olmuşlar. Naz'ın kınasını annem yakıyordu ve ikisi birlikte ağlaşıyorlardı. Dirseğimi yüksek masaya koyduktan sonra yüzümü elimin içine yasladım. Diğer hayatımda en çok özlediğim şey edindiğim dostlarımdı ve o idi..

Ağlamaklı şarkı bittikten sonra Naz, kaynanasına ve anneme sarıldı. Hareketli şarkı başlayınca dans etmeye başladı salonda ki çoğu kişi. Bir anda müziğin kesilmesi ile elim çantamda ki silaha gitti.

Biraz sonra kocaman kapıdan içeriye önünde ki davul ile Mert girdi. Yüzümde ufak bir gülümseme oluştu. Ateş'i de aynı durumda görmem ile yüzümde ki gülümseme donuklaştı. Mert, Ateş, Efe ve birkaç erkek daha ellerinde ki davullara vuruyorlardı.

Gözlerimi Ateş'ten alamamam hiç adil değildi. Beyaz yakasında ki birkaç düğmesi açılmış, kolları dirseklerine kadar kıvrılmış beyaz gömlek yanık tenine çok yakışmıştı. Hafif dalgalı saçları özenle taranmıştı. Ufaktan çıkmaya başlayan sakalları ise ona ayrı bir hava katmıştı.

Elimde ki içkiyi kafama dikerek düşüncelerimden kaçınmaya çalıştım. Sonuçta ilk aşkım evlilik yolunda ilerliyordu ve benim böyle düşüncelere dalmam oldukça yanlıştı.

_*_

Gece boyu insanları izledikten sonra kendimi Beyoğlu'na bırakmıştım. Galata'ya yakın bir apartmanın çatı katına ağır adımlarla ilerledim. Güzel manzaraya doyasıya baktım. Ufak terasta bir ahşap masa ve iki sandalye vardı. Birini Galata'yı tam karşıma alabilecek şekilde konumlandırıp oturdum.

Uzun süre oturdum. Tam ayaklanacağım sırada omuzlarıma konulan kumaş parçası ile irkildim. Şala sarıldıktan sonra masaya konan bir şişe şarap ve iki kadehe baktım. Uzun, ince, kemikli ve damarlı eller zarifçe şarabı kadehlere doldurdu. İç çekerek kadehin birini elime aldım.

Giydiği siyah gömleğinin bileklerinde ki düğmesini açtı ve yavaşça dirseklerine kadar katladı. Zaten açık duran yakasından esmer teni parıldıyordu ay ışığında. Kumral saçları dağılmıştı.

"Bugün neye içiyoruz?" sorusu ile elimde ki kadeh ile Galata Kulesini işaret ettim.

"1500 yıl önce gemiciler tarafından fener kulesi olarak yapılmış. Sonra başka biri eline geçirmiş, esirler için zindan yapmış. Esirler bırakmış kendini gövdesinden, o içine atmış. Başka biri yangın kulesi yapmış. Yangın habercisi iken iki kez cayır cayır yanmış, yine yıkılmamış. Biri gelmiş rasathane yapmış. Deprem habercisi iken iki deprem görmüş yaralanmış, yıkılmamış. Bir fırtına çıkmış kubbesi uçmuş. Beş savaş görmüş on beş yara almış, yine de yıkılmamış.."

Sessizce kırmızı sıvıyı yudumladım. Galata'nın tarihini araştırdığımdan beri çok özenmiştim. Taştan yapılma kulenin bunca zorluğa rağmen yıkılmaması, yaralanması ama hala var olması beni çok etkilemişti. Hala daha etkileniyordum Galata'dan.

"Birçok kez İstanbul'a gelmiştim. Her geldiğimde de Galata'ya uğramadan gitmezdim. Dimdik duruşu, yüksek binalara rağmen kendini belli etmesini beğenmiştim."

"Aşka inanır mısın?"

"Aşkı bilmem ama ben birinin gözlerine bakınca dans eden harelerinde mest olmayı, sesinde sanki yüzyılın şarkısını dinliyormuşum gibi hissetmeyi, daha onu tanımadan kalbimde ve mantığımda hüküm sürmesini, saçlarında hayatını saklamasını bilir ve inanırım. Kaç kere gördüğün, ne kadar gördüğünün önemi yoktur benim için. Onu gördüğümde kalbim tamamlanıyor, ruhum doyuyor ise bir dakika görmem bile yeterlidir."

YAKAMOZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin