Ertesi güne çok geç bir saatte uyanarak başladım. Önceki günün verdiği bütün yorgunluğu bugün almıştı. Her ne kadar yorgun olmasam da gözlerimi açtığımda yataktan kalkmama hissiyle savaş içerisinde oluyordum. Yine de yataktan kalkmayı başarabilmiştim. Kıyafetlerimi değiştirmeden önce aynadaki dalgın yüzüme uzun uzun baktım. Anlaşılan bedenim yorgun değildi, ruhum yorgundu. Yüzümden bunu anlıyordum. Yatak odamdan ayrılıp evi dinledim. Tabak çanak seslerini işittim. Kahvaltıya oturmadan önce lavaboya uğradım. Abim elini yüzünü yıkıyordu. Dalgın ifademden hiçbir şeyi kaybetmeden kollarımı birleştirip kapıya yaslandım ve onu bekledim. Abim yüzünü kaldırıp aynaya baktığında göz göze geldik. Ama çok kısa bir süre. Beni görür görmez gözlerini çevirip yüzünü kuruttu. Hatta yanımdan geçerken yüzüme bile bakmadan uzaklaşmıştı. Bu davranışı ok gibi kalbimi vursa da dayanmaya çalıştım. Yüzümü yıkayıp kahvaltı masasına geçtim. Annem yoktu, sadece ablam ve abim vardı. Ama ablamın da evden çıkmak üzereymiş gibi bir hali vardı. Tabağındaki son bir kaç yemi alıp yanağımdan makas alarak dışarı çıktı. Ablamın gidişini izledikten sonra usulca masaya oturdum. Çekingen bir tavırla abimin yüzüne baktığımda tabağına dalgın bir şekilde baktığını gördüm. Benimle konuşmayacağını biliyordum. Evden çıkana kadar da öyle olmuştu zaten.
Evde yalnız kaldığımda masayı toplayıp hastaneye gitmeyi planladım. Görkem'in daha iyi olduğunu görmem gerekiyordu. Neden bilmiyorum ama onun iyi olduğunu görmeden kendimi iyi hissetmeyecektim. Bu yüzden onu görmeye gidecektim. Apar topar evden çıktım. Dünden sonra bugün daha bilinçli davranacaktım. Ailemi nasıl unutabilirdim? Dün, neyin kafasını yaşamıştım, hatırlamıyorum. Ama haksız sayılmazdım. Sonuçta Görkem ölüm döşeğindeydi. Söylesenize, kim kucağında kanlar içinde yatan bir insanı hastanede terk edebilirdi?
Hastanenin kapısına vardığımda uzun bir süre bekleyip düşündüm. Düşünmeme sebep olan kalbimdi. Adım atıp ilerledikçe hızını arttırıyordu. Neden? Kalbim bana bunu neden yapıyor? Altı üstü bir hastaneye girecektim. Beni bu kadar bekletmesi haksızlıktı. Neyse ki son anda mantığım kalbimi durdurmuştu. Görkem'in iyi olduğunu görmek şu an burada beklemekten daha mantıklıydı. İçeriye girdim. Görkem'in odasını öğrendim ve ona doğru gittim. Ah hayır, garip şeyler oluyordu. Şu durumda vücut sıcaklığımın birdenbire artıp kalbimi etkilemesi çok anlamsızdı. Bir hasta ziyareti yapamadın he diyen iç sesime hak verdim. Sonunda odasını bulup içeriye girdim. Kapıyı açarken irkildiğini görmüştüm. Uyanıktı. Mavi gözleriyle bana doğru bakıyordu. Gözlerini bir süre sonra üzerimden çektikten sonra kapıyı kapatıp yatağın yanındaki sandalyeye oturdum. Üstü çıplaktı ancak sağ omzundan başlayıp el bileğine kadar sarılan bir sargı vardı. Sol kolu kafasının altında ve tavana bakıyordu. Göğsündeki arapça yazı yeniden dikkatimi çekmişti. Orada ne yazdığını asla anlamıyordum.
"Hoş geldin," demesiyle birlikte gözlerimi gözlerine değdirdim. Buna karşı zoraki bir gülümseme yolladım. Tabii ki de gülümsemem onda hiçbir etki yapmamıştı. Değişmeyen tavrıyla gözlerini tekrar tavana dikti.
"Gülümseyebilmem için mutlu olmam lazım. Görünüşe göre sende hiç masum değilsin."
Söylediklerine karşı anlamsızca baktım. Ne anlatmaya çalışıyordu? Masum olmayan tarafım? Cümleleri kafamda ayıklayarak düşündüm. Bana karşı söylüyordu bunları.
"Gülümsemek için mutluluğa gerek yok. Bazen mutsuzken bile gülümseyebilirsin, mutsuz edenlere inat gülümsersin. Bazen içimdeki iyi niyetten gülümseyebilirsin, belki karşındaki de gülümser diye. Evet hiçte masum değilmişim."
Söylediklerimden sonra yanından ayrılmak üzere ayağa kalktım ve kapıya doğru gittim. Ancak beni durduran bir şey vardı. Görkem'in eli kolumu yakalamayı başarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYANİST
ChickLitBir erkek bir kadın. Huyları suları birbirine ters düşen iki kişi. Her şey olmadık bir kazayla başlar. Biri mutlu neşeli diğeri buz gibi soğuk. Komik bulduğu her şeye gülen bir kız, ve hiç gülümsemeyen zor bir adam. Herkesi etkileyen bu kız açık söz...