-45-

89 16 4
                                    


"O kadar borçlandım ki sana, nasıl öderim bilmiyorum."

Kulağıma yasladığım telefona doğru konuşuyordum. "Eğer problem yaşarsan biraz daha erken gelmeye çalışırım, ama anlattığım gibi... Evren tam olarak toparlanmadan, babası iyileşmeden onu yalnız bırakmak istemiyorum."

Karşıdan gelen bıçağın tahtaya vurma sesi kesilirken Havva'nın elini beline yerleştirdiğini hayal ettim. "Toprak!" dedi uzatarak, kinayeyle. "Seni duyan da üç çocuk bırakıp gittin Denizli'ye zannedecek. Yahu küçücük kedi, varlığıyla yokluğu aynı şey bunun. Hem biz gayet keyifliyiz, sen kafanı yorma. İstediği n kadar kalabilirsin tabii ki, ne abuk subuk laflar bunlar!"

Hayıflanmasının bittiğini tekrar işine yöneldiğinde, tahtada her ne kesiyorsa onunla ilgilenmeye devam ettiğinde anladım ve küçük bir tebessüm kapladı dudaklarımı. İçimden geçen hisleri kelimelere dökmek konusunda yetenekli olmasam da içten bir teşekkür için buna çok da ihtiyacım olduğunu sanmıyorum.

"Havva," dedim tüylerim sebepsizce diken diken olurken. "Seni iyi ki tanımışım."

Bir an ikimiz de duraksadık. Bu süre zarfında ben, söylediğim şeyin yanlış anlaşılabileceği düşüncesine kapılarak duraksadım ve hemen ardından telaşla konuşmaya devam ettim. "Yani bunu kedicik sende kalıyor ya da her ihtiyacım olduğunda yardımıma koşuyorsun diye söylemiyorum. Sadece..." Birkaç saniye kelimelerimi toparlamaya çalışmak için bekledim.

"Bana iyi hissettiren çok fazla insan yok hayatımda ve fark ettim ki sen de o çok az sayıda insandan birisin. Bunun için teşekkür etmek istiyorum."

Cümlem biter bitmez bir burun çekme sesi işittiğimde gözlerim şokla irileşti. Ağlıyor muydu bu deli? Benim konuşmama fırsat tanımadan cırtlak sesiyle konuşmaya başladığında suratım hemen buruştu.

"Kızım deli misin, niye ağlatıyorsun beni durup dururken?"

Elimde olmadan sırıtırken "Saçmalama." diye homurdandım. "Ağla diye söylemedim."

Kısa bir süre daha konuşup nihayetinde vedalaştığımızda sırtımı yasladığım hastane duvarına iyice yaslanıp başımı arkaya yasladım ve biraz soluklandım.

Evren'in nerede olduğunu henüz bilmiyordum, en son omzunda uyurken iliklerime kadar hissettiğim varlığı uyandığımda yanımda yoktu. Bu beni bir tık germiş olsa da paniğe kapılmamaya çalışarak önce yataktan, sonrasında da odadan çıkıp Havva'dan gelen soru dolu mesajları yanıtlamak üzere onu aramak için zemin kata inmiştim. Hem bacaklarım da açılmış olmuştu.

Dudağımı ısırdım. Şu anda saat akşam dokuzdu. Bu da demek oluyordu ki ben kömüş gibi uyumuştum ve utancımla başa çıkmanın hiçbir yolu yoktu. Eğer Şerife Teyze geldiyse ki kocası ameliyattaydı, elbette gelmiş olmalıydı, burada ve uyumakta olduğumu öğrenmişti. An itibariyle yer yarılabilirdi, hazırdım.

Suratım buruşurken elimi alnıma götürüp parmaklarımla ovaladım hafifçe. Hasta ziyaretine gelip kısa olması gereken o süreyi uyuyarak geçiren tek aptal ben olmalıydım.

Duvardan doğrulup etraftaki insan kalabalığının ruhuma empoze ettiği hüznü yok saymaya çalıştım. Bunca insan burada, yüreklerindeki büyük küçük sıkıntılarla cebelleşiyorlardı ve buna üzülmemek demek kalpsiz olmak demekti. Başkalarının sorunlarını yok saymak kendi sorunlarımı yok saymaktan çok daha zordu.

"Buradasın."

Duyduğum endişe ve rahatlama karışımı mükemmel ses elbette Evren'e aitti. Dudaklarım kendi kendine kıvrılırken sesin geldiği yöne, arkama döndüm ve onunla göz göze gelerek az önce hissettiğim tüm sıkıntıların zihnimden ve bedenimden çekip gidişini izledim.

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin