-49- Sorunlar Ve Çözümler

94 11 19
                                    

Yüzümde belirgin bir ifade oluşmasına izin vermeden elimde sımsıkı tuttuğum telefonu göğsüme bastırdım. Kalbim gerginlik ve korkuyla o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki... Tıpkı kahveyi fazla kaçırdığım günlerde yaşadığım çarpıntıya benziyordu. Sadece bu daha büyük çaplı ve daha dayanılmazdı. Yutkundum. Esasen onun sebep olduğu hiçbir şeyin bende yaprak kıpırdatmasını bile istemiyordum ama gerçekler dendiğinde tüylerim diken diken olmadan edemiyordu. Bunun sebebi elbette doğru bildiğim her şeyin aslında gerçekler şunlar... cümlesiyle birer yalana dönüşmesiydi.

Parmaklarımı alnıma yaslayıp derin bir nefes aldım. Sakin olmazsam Evren'i de endişelendirecektim ve önüne geçemeyeceğimiz bir şey yapmasına sebep olacaktım. Bunu hiç istemiyordum. Ama yine de bunu ondan saklamamın mümkünatı yoktu. Empati kurduğumda kalkıp koşarak ona anlatmak geliyordu içimden özellikle. Ecrin ona böyle bir mesaj atacaktı ve o bunu bana söylemeyecekti... Kesinlikle öfkelenirdim ve daha da önemlisi kırılırdım. Bu yüzden kendime daha fazla düşünmek için zaman tanımadım ve en azından fikrini sormak için bile olsa Evren'i aramaya koyuldum. Onu evin hiçbir yerinde bulamadığımda ki bundan pek emin değildim, her yere bakmam imkansızdı, birdenbire oturma salonunda beliren Büşra'ya nerede olduğunu sordum. Aldığım cevap beni direkt arka bahçeye, havuzun yanına doğru ilerletirken aklımda tek bir kelime vardı. Gerçekler. Bu kez ne benim bildiğim gibi değildi de Fatih bunu bana söylemenin derdine düşmüştü?

Yalan söylüyor olabilir miydi? Bilmiyordum. Açıkçası bu soru on yedi yaşındaki Toprak'a sorulsaydı başını kararlılıkla iki yana sallar ve asla derdi. O asla yalan söylemez. Ama şimdi, aradan geçen yılların sadık bir öğrencisi olan Toprak dudaklarını dişlemekten başka bir şey yapamıyordu. Alenen söylenen bir yalanını görmemiş olsa da güzel günlerin vaadini veren o cümleler basit bir mektupla geçersiz hale geldiğinde aslında her cümlesi birer yalana dönüşmemiş miydi?

Başım düşüncelerimin yoğunluğuyla zonklamaya başladığında çimlerin üzerinde birbiri ardına atılan adımlarım ve biçare etrafta gezinen gözlerim onu arıyordu. Nihayetinde onu gördüm. Çok büyük olmayan ve derinliğinden de haberim olmayan havuzun başında ayakta dikiliyor ve telefonda biriyle konuşuyordu. Buradan geniş omuzlarını, nispeten ince belini ve sıkı kalçalarını görmek mümkündü. Uzamış saçları dağınık gözükse de kendilerine ait bir ahengi bünyesinde barındırdıklarını biliyordum. Bunu parmaklarımı aralarına daldırdığım ilk anda anlayabilirdim.

Onu görmek bile içimde oradan oraya koşuşan düşünceleri yavaşlatıp sakinleştirdiğinde dudaklarımda şeffaf bir tebessüm belirdi. Deva diye buna denirdi işte. Tüm dertler derya olup üzerime yağsa ne olacaktı ki? Deva bildiğim adam yanı başımdayken hiçbiri onsuzluk kadar beter olamazdı.

Adımlarım beni ona yaklaştırdıkça ses tellerinden yükselen erkeksi ve tok sesi duymam kolaylaştı. Annesiyle konuşuyordu. Bu aklıma bambaşka bir meseleyi getirse de şu an önem sıralamasında gözükmediği kesindi. Ona iyice yaklaştığımda beni fark ederek hafifçe yan döndü ve omzunun üzerinden bana baktı. Gözlerinin kenarında, gülüşü sebebiyle oluşan birkaç çizgi beni gördüğü anda iki kaşının arasına taşındı. Artık orada derin, içinde kaygı gemileri yüzen bir nehir vardı.

Şu ana kadar yüzümün nasıl bir şekil aldığına dair fikrim yoktu fakat artık hayalet görmüşlerden farkım olmadığını biliyordum. Ağzının içinden birkaç kelime mırıldanıp telefonu kapattı. Aynı hızla cebine koyarken bakışlarında derin bir kaygı ve sorgu edası gizliydi. Tamamen uyanına yaklaşmama bir adım kala o bana doğru atıldı ve omuzlarımı büyük avuçlarının içine aldı. "Güzelim?"

Boy farkından dolayı başını hafifçe bana doğru eğerek sormuştu. Gözlerimi bir kez yumup normalde saçlarını seve seve öpmek istememe sebep olacak kelimeyi kucakladım fakat o kadar gergindim ki her şeyi bir kenara bırakmam ne yazık ki mümkün değildi. Boğazımı temizleyip derin bir nefes aldım.

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin