-40- Sırlar

123 18 30
                                    

Evren Türkyılmaz

Güneşin her bir ışını ok haline bürünerek gözlerime saplanırken ani bir sıçrayışla yattığım yataktan doğruldum. Bunlar ilk ışıklardı. Peki neden bu kadar can yakıcı ve kızgınlardı?

Elimin ayasıyla gözümü sertçe ovuştururken yanaklarımın içini havayla doldurup aynı şekilde geri bıraktım.

Bu durum bana hep  çok manidar gelirdi. Bir şiirde okuduğum gibi, aldığım nefesi bile geri veriyorsam aldığım herhangi bir şeyin ebediyen bende kalacağını düşünmem tam bir aptallık emaresi olabilirdi.

Bugüne dek sahip olduğum en değerli şeylerden biri hiç şüphesiz, yan odada,muhtemelen uyumakta olan Topraktı. Onu düşünmek, içimdeki savaşı yalnızca bir saniyeliğine de olsa durdururken kalbimin stresli atışı huşuya boğuldu. Burun deliklerimin genişlemesine sebep olacak bir nefes daha alırken bu yükün altında nereye kadar yaşayabilirim, diye düşündüm.

Evet, sevdiğim kadınla  aramda yalnızca  dört beş metre vardı ve onunla aynı çatı altında uyuyabiliyor olmak dünya aleminin bana sunabileceği en güzel nimetlerden biriydi. Evet, onun yanında olmak her şeyin üstesinden gelmeme yardımcı olacak yegane şeydi.

Ama onun yanında onu hak etmediğimi bilirken durmak, belki de yanında durmamaktan çok daha can yakıcıydı.

Ben aptal bir adamdım ve onun yumuşak kalbini kırıp paramparça edebilecek  olan o cümleyi iki dudağımın arasında tutuyordum.

Berbattı. 

Hayatımı sırlardan nefret ederek geçirmiş, olabildiğince kaçıp uzak durmuştum ama sonunda sırların en ölümcül olanı gelip beni bulmuş, boğazıma dolanmıştı işte. Dişlerimi sıktım. Hesabını veremeyeceğim bir işe ortak olmuştum ve hesap vermek istediğim tek kişiye boynum öyle bükülecekti ki nihayetinde başım bedenimden kopup başında durduğum yokuştan aşağı yuvarlanacaktı.

Bundan kurtulmamın imkanı yoktu. 

Bundan kurtulursam, çok daha beter bir derdin kollarına sürüklenecektim.Benim bundan kurtulmam demek,Toprak'ın üstüne yıkmam demekti. Üstelik o, benim bu yükün altında kıvrandığımı görür görmez sebebini bile sormadan elini uzatıp yanıma gelecek,benimle birlikte sırtlanacaktı ama eğer bu yükü onun üstüne devirirsem ben ona bunu yapamayacaktım.Yüzüm olmayacaktı. Değil onunla birlikte bir yük sırtlanmak, aynı yolda yürüyecek cesaretim bile olmayacaktı. 

İçim daralırken ani bir hareketle yataktan kalktım. Çıplak ayaklarım zemine değdiği anda içim ürperirken bu ürpertinin içimdeki harlı ateşe iyi gelmesini bekledim. Olmadı. Zaten biliyordum ama aptalca bir umuttu işte,hep yapardım. 

Çözüme giden yolu bilmesem de aramadan durmak canımı çok sıkmaya başlamıştı. 

AH, Toprak... Dışarıdan bakıldığında çelikten bir kabukla kaplı görünen hisleri, gözleri bana döndüğü anda çözülüveriyordu ve harelerinde gördüğüm o sersem ifadeye baktıkça tekrar tekrar aşık oluyor, tekrar tekrar öpmek istiyordum. 

Ama boğazıma takılı kalmış bu sırrın lanetli varlığı sürdükçe dudaklarını dürüstçe öpemezdim. Gözlerine özgürce bakamaz, sahi duygularımla seni seviyorum diyemezdim. İşte tam da bu yüzden gidiyordum. 

Önce yatağı, sonra da odayı toparlayıp üzerimi giyindim ve sessiz sedasız evden çıktım. O uyanmadan dönmeyi umut etsem de içimde git gide büyüyen rahatsız edici his başını olumsuz anlamda sallayıp duruyordu. Ya yanına dönemeyecek,ya da döndüğümde gözlerine bakıp seni seviyorum, diyemeyecektim. Her iki ihtimal de ölmekten beterdi. 

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin