Bazı anlar saniyeler sürerdi. Yelkovan boşlukta hareket bile etmezken olan biten akrebin umurunda olmazdı. O ince çubuk, büyük bir telaşla geçen saniyelere yetişmeye çalışırken kalbimizde yepyeni devrimler meydana gelirdi.
İşte bu an, öyle bir andı.
Sesi önce kulaklarıma, sonra da beynime ulaştığından beri yalnızca saniyeler geçmişti fakat öyle büyük çarklar dönmeye başlamıştı ki kafamda, bu saniyeler asra bedeldi.
Donup kalmıştım. Hareket etmeyi bırakın, nefes bile alamıyorum. Dönüp o tarafa bakmadım zira sesi bende beklenen etkiyi yaratmışken bir de içten içe özlemiyle kavrulduğum yüzünü görmek beni mahvedebilirdi.
Yumruklarımı sıktığımda bu yaşananların birer halisünasyon olabileceği düşüncesiyle kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Hayır, olmuyordu. Daha gözyaşlarım kurumamışken onu yanıbaşımda bulmam hiç iyi olmamıştı. Hem beni nasıl bulmuştu? Tamam, sahil demiştim ama dediğim gibi bir tek burası yoktu ki! Bu işin içinde başka bir iş vardı, mantıklı bir açıklama olmalıydı.
"Yüzüme bakmayacak mısın?"
Derin, titrek bir nefes aldım ve açamadığım yumruklarımla gözlerimi kurulmaya çabaladım. O güzel sesi tam yanımdan kulaklarıma dolarken ona olan tüm kızgınlığım, bende oluşturduğu sıcaklık derecesi yüzünden buharlaşmak istiyordu.
Benim sıcaklık farkım, güzel gözlü Evren'im; bana yaşattığınım bedelini ödemeliydi. Ama içimde öldürmeye çalıştığım sevgi, kendime verdiğim bütün olumsuz telkinlere rağmen hala orada duruyordu.
Ona cevap vermedim. İstesem de veremezdim ya, orası ayrı konuydu. Gözlerimi bilgisayarımın ekranına dikerken orada yazılan her şeyin başrolü olan adamın tam yanımda oturuyor olması beni büyük bir buhrana sürüklüyordu.
Elimi uzattım, bilgisayarın kapağını yavaşça aşağı indirip çantasına koydum ve yine aynı yavaşlıkta fermuarı çektim.
Burada söyleyecek hiçbir sözüm yoktu.
Çantayı alıp ayağa kalktım ve sanki o hiç yokmuş gibi, benimle konuşmamış, ben onun sesini duymamışım gibi çardaktan çıktım.
Attığım her adımda sahilden biraz daha uzaklaşıyordum. Eve giden yolda attığım emin adımlar, kalbimin korkaklığından mütevellitti. Ah, az önceki ne yaşanılası bir andı...
Günler sonra beni bulmuş, yanıma gelmişti. Benden nefret etmiyordu.
Tek iyi haber buydu.
Üstümdeki mont şu anda beni soğuktan koruyamıyordu çünkü onu görmek, ruhumun tir tir titrediği zemheri soğukları hatırlatmıştı bana. Ciğerlerim onun kokusunu duymaya hasret kalmış olsa da biraz daha mesafeye ihtiyacım vardı.
Ve bir adım daha attığımda tekrar sesini duydum.
"Öylece gidemezsin, Toprak!"
Çok değil, beş altı adım arkamdan gelen sesi beni yere mıhlarken yumruklarımı öfkeyle, acıyla ve hasretle sıktım.
Allah'ı cezası herif beni nasıl bu hale getirmişti?
"Yalvarıyorum sana, tamam mı? Yalvarıyorum! Ne olur beni biraz dinlesen?"
Çok az bile olsa sesinin yükseldiğini duymak beni öyle öfkelendirdi ki istisnasız tüm gecelerimin davetsiz misafiri olan sesi tekrar kulaklarıma doldu. Kes!
"Senden bana yalvarmanı isteyen oldu mu?"
Sesim, içimde biriktirdiğim öfkenin buz gibi bir yansımasıyken içimde kaynayan o sıcak öfkeye rağmen nasıl böyle sakin bir oktavda söylemiştim bu cümleyi? Duygularım artık kendi isteğim dışında da mı saklanmaya başlamıştı yoksa?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AWARE
Teen FictionJaponca bir kelime olan aware, olağanüstü bir güzelliğin, kısa bir anın içimizde yarattığı his anlamına gelir. 🌸🌸🌸 "Sormak istediğim bir şey var." Dedim. Beni teşvik edercesine başını salladığında devam ettim. "Sen bana anlatırken içtik de niye b...