Kaan derin bir nefes alıp bir adım geri çekildi. Yüzünde anlamını çözemediğim bir ifade vardı ama zannımca öfke değildi. Biraz kırgın görünüyordu ve sanki gözlerini Ayça'ya ne zaman çevirse bu kırgınlık daha da belirgin hale geliyordu. Bunu görmek gözümü korkuturken gözlerimi Evren'e çevirip dudağımı hafifçe ısırdım. Sanırım bu işe kalkışmadan önce iki kez düşünmeliydik zira niçin kavga ettikleri durumun en önemli ayrıntısıydı.
Ama Evren incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerden dolayı kavga ettiklerinden yakındığına göre bu da öyle bir sebep olmalıydı. Umarım öyle olurdu çünkü yavaş yavaş kötü hissetmeye başlamıştım karışmaya yeltendiğimiz için.
"Beni Toprak davet etti." dedi Ayça az önceki tavrından biraz daha uysal bir edayla. Sanırım o da Kaan'ın gözlerindeki kırgınlığı görmüştü benim gibi. "Senin burada olduğunu bilmiyordum, bilseydim gelmezdim." Yapı olarak saldırı gibi görünen bu cümle, Ayça'nın ağzından öyle bir çıkmıştı ki adeta 'özür dilerim' diyordu.
Hala kapının girişinde olduğumuz gerçeğini göz ardı edemediğimden Ayça'nın koluna girip içeriye girmeye yeltendim fakat Ayça benden hızlı davranıp geri çekildi. "Ben gitsem iyi olacak." dedi düşük omuzlarıyla. Gerçekten vazgeçmiş miydi yoksa bu bir çeşit plan mıydı bilmiyordum ama blöf olmasını tercih ederdim çünkü iki taraftan biriyle de olsa iş birliği içinde olmak hoş olabilirdi.
Kaşlarımı çatıp "Hayır." dedim ikna etmek ister gibi. "Kimse hiçbir yere gitmiyor." Bir elimle tabureleri Evren'e verip diğer elimle de Ayça'yı yakaldım. Kaan suratındaki ifadesizlikle bir adım daha geri çekilip kapıyı ardına kadar açtı ve bizi orada bırakıp oturma odasına döndü.
Omuzlarım düşerken gözlerimi Ayça'ya çevirdim. Açık mavi gözleri dolu doluydu ve maalesef şu an onu teselli etmek için söyleyebileceğim tek şey, 'maç doksan dakika' cümlesiydi.
Bunun yerine omzuna hafifçe dokunup "Halledeceğiz." dediğimde Evren bana kaşlarını kaldırarak baktı. Sanırım bu bakışın anlamı 'emin misin?' di. Omuz silktim. Değildim ama deneyecek ve nihayetinde umuyordum ki başaracaktım.
Ayça montunu çıkarırken Evren de tabureleri mutfağa götürdü. Beraber oturma odasına geçtiğimizde neyse ki benim tanıştırmama gerek kalmadan Taha ve Cengiz büyük bir profesyonellikle Ayça'yla tanıştı. Zaten o ikisi bu evde hiçbir şeyi benim yardımımla yapmıyorlardı. Daha çok mekanın sahibi gibiydiler.
Dakikalar birbirini kovalarken Kaan'ın ağzını açmayan bıçak, Ayça'nın tam göğüs kafesine saplanmıştı ve Cengiz'in sorduğu sorulara sırf nezaketen cevap verdiğini görebiliyordum. İşleri yoluna sokmazsam bu davet bir faciayla sonuçlanabilirdi ve bunu hiç ama hiç ama hiç istemiyordum.
Aralık olan pencereden içeri giren soğuk, bir an tüm bedenimi ürpertti. Oturduğum yerden kalkıp aheste adımlarla pencereye ilerledim. Kolu tutup sol tarafa çevirirken bakışlarım sokak lambasına takıldı.
Sokak lambası.
Hayır, onda hiçbir terslik yoktu. Tam olması gerektiği gibi, silindir şeklinde ve betondan yapılmıştı. Tepesinde oval şeklinde bir lamba ışık saçıyordu. Ve o ışığın altında biri vardı.
Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktığımda göz göze geldiğim kişi tüylerimi diken diken ederken istek dışı gelişen bir refleksle birkaç adım geriye gittim.
Bu hasta herif hala ne diye benim kapımda dikiliyor, o da yetmezmiş gibi gözlerini dikip seyrediyordu? Yok yok, bir dahaki karşılaşmamızda, ki umarım bu gelecek yüzyılda falan gerçekleşirdi, onu iyice pataklamam şart olmuştu. Bunu onun yanına bırakacağımı, susup bundan vazgeçmesini bekleyeceğimi zannediyorsa yanılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AWARE
Teen FictionJaponca bir kelime olan aware, olağanüstü bir güzelliğin, kısa bir anın içimizde yarattığı his anlamına gelir. 🌸🌸🌸 "Sormak istediğim bir şey var." Dedim. Beni teşvik edercesine başını salladığında devam ettim. "Sen bana anlatırken içtik de niye b...