-28- Mahvolmuş

205 26 12
                                    

Kıpkırmızı olmuş gözleri ve çökmüş gözaltlarıyla karşımda dimdik durmuş, sol elinde tuttuğu sütlü kahve rengindeki valizimle bana bakıyordu.

Gözlerine baktım.

Nefret ve suçlayıcı ifadeler aradım ama yoktu. Ne olmuştu? Düşündüğünde benim böyle bir şey yapmayacağımı mı kavramıştı? Neden buraya gelmişti? Söyleyemediği şeyler, etmediği hakaretler mi vardı yoksa? Bir daha fırsatı olmaz diye düşünerek kalbimi bir kez daha mı parçalamak niyetindeydi? Hayır, bu sefer ne olursa olsun bana hiçbir şekilde zarar vermesine izin vermezdim. Artık bana dokunamazdı.

Sert bir hareketle eline uzanıp valizimi almaya çalıştığımda elini geri çekip yine gözlerime bakmaya devam etti.

Havanın soğuğu ona etki etmiyormuş gibi, üzerinde sadece bir sweat ve eşofman vardı. Ama belli ki üşüyordu. Burnu ve dudakları kıpkırmızı olmuştu.

Kendimi tam şu an tokatlamam gerekiyordu. Umurumda değildi. Kara kışın ortasında üstüne giyecek bir montu olmasa, yine umurumda olmamalıydı. Gözlerine biraz daha baktığımda ne güzel renk diye geçirdim içimden yine. Ama bu sefer ıslak bir mavilik görüyordum. Kızılca kıyametin koptuğu gözleri ıslak bir vadi gibiydi. Durmadan çağlayan suları dolu dizgin akıyor, önüne ne katarsa götürüyordu. Çok güzeldi, çok korkunçtu.

"Ben..." diyerek söze başladığında yaşanan her şey hızlandırılmış bir video kaydı gibi gözümün önünden geçiyordu. Bakışlarım soğudu. Yüzüme, o buz gibi ifadelerimden birini geçirip onun için acı çeken yanımı susturdum. Direkt gözlerinin içine baktım ve "Valizimi geri ver. Otobüsüm kaçacak." dedim.

Onu hiç tanımıyormuşum gibi davranmam gerekiyordu.

Başını hafifçe iki yana salladığında ağlamayı kesmesini diledim çünkü o ne zaman ağlasa benim de gözyaşlarım akıveriyordu hemen. Ama şimdi olmazdı. Şimdi, bana yaşattığı zulmün bedelini ödemeliydi.

"Toprak." Dedi o bayıldığım sesiyle. Hafifçe çatallaşmış sesi, içimi parça parça edip özlemime sıfırlı haneler eklerken kaşlarımı hafifçe kaldırdım.

"Her ne söyleyeceksen, duymak istemiyorum." Dedim net bir tonlama ve tane tane kelimelerle. "Dedemin yanına gideceğim, bırak."

Hala ona açıklama yapan ben, neyin bedelini ödetmekten bahsediyordum acaba?

Başını iki yana salladı ve sertçe yutkunduktan sonra valizi tutmadığı eliyle saçlarını karıştırdı. "Gidemezsin."

Kaşlarımı hayret edercesine kaldırıp "Buna kim karar veriyor?" dedim. Onunla iki çift laf etmeyi bırak, yüzünü bile görmek istemiyordum
"Bundan sonra hayatıma burnunu sokamazsın."

Sözlerimde onun günler öncesindeki nefreti yoktu, ben hissizdim. Hayır, aslında oldukça hisliydim ama bunu görmemesi gerekiyordu. Bundan sonra bana dair hiçbir şey göremeyeceğini bilmesi gerekiyordu. Bu yüzden gözlerimin harelerinde katlarca beton dökmüştüm, ona öyle bakıyordum.

Çukurlaşan yanakları, dişlerini sıktığının göstergesiyken "Bitirdin mi bizi?" diye sordu sesi titreyerek.

Ağız dolusu kahkaha atma isteği tam kursağımda kalakalırken yalnızca dudaklarımı kıvırmakla yetindim. Bana nasıl bu soruyu sorabiliyordu? Nasıl her şeyi kendi elleriyle mahvettiğini göremeyecek kadar kör olurdu?

"Biz diye bir şey olmadığını bilmiyor musun?" dedim soğuk bir alayın tozunu barındıran gözlerimle. "Vardıysa da artık yok. Eserinle gurur duymak için daha geniş bir açıyla bakmanı tavsiye ederim. Birkaç kilometre uzaktan, bana yaklaşmadan."

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin