77-Kuş Kapanı

341 51 10
                                    

Gökdeniz tam anlamıyla zaman fakirliği çekiyordu. Meclis baskınından sonra karışan ortalığı hızlı bir şekilde toplamak için çalışıyor da çalışıyordu. Ancak Ezel konuşmaları gerektiğini söylediğinde sözlerini ikiletmemişti bile. Bu durum Ezel’i biraz kıllandırmıştı, yine de şikâyet edecek hali yoktu.
“Sessiz Efendi için üzgünüm,” dedi Gökdeniz her zamanki dolaysızlığından da hızlı, direkt konuya girerek.
‘Yalana gel,’ diye düşündü Ezel bilgece çenesini kapalı tutarak. Onun gibiler harcanan adamların arkasından ne kadar üzgün olabilirlerdi? Ölüp gidenlerin yerine kolayca yenisini buluyorlardı.
“Sessiz Efendi’yi kimin öldürdüğünü buldun demek.”
Ezel şaşırmaması gerektiğini bildiği halde şaşırdı. “Kendi casusunu da mı izlettiriyorsun?”
“Halinden anlaşılıyor.”
Ezel kaşlarını kaldırdı.
“Fakat evet, seni de izletiyorum.”
Eh, bunu tahmin etmeliydi.
“Ha-siktir.”
Görünmez bir el ensesine bir tane patlattı. “Saygı Ezel, saygılı ol.”
Ensesini ovalarken Gökdeniz’e sanki onu öldürüverecekmiş gibi yabani bir öfkeyle baktı.
“Fark etmediğime inanamıyorum,” dedi huysuz bir dürüstlükle.
Ve aklına dank etti. Gökdeniz bunca zamandır şişenin Ezel de olduğunu biliyordu. İstese rahatlıkla alabilirdi de. Ezel’i yolundan çekmek onun için göz kırpmak kadar basit bir şey olurdu, yine de şişenin Ezel’de kalmasına izin vermişti.
Neden?
Cebinden şişeyi çıkarıp gösterdi. “Bunun için sana geleceğimi biliyordun?”
“Bilmiyordum,” dedi Gökdeniz elindeki kağıtları okumayı bırakarak. “Gece’nin gözüne girmek için kullanabilirdin. Satabilirdin. Dürüst olmak gerekirse intikam için bana geleceğine paramı yatırmazdım. İntikam, cenneti vadetmez.”
“Ben cennete inanmam. Ama cehennemin varlığını biliyorum. Oraya kimi göndermek istediğimi de.”
“Kelimelerini dikkatli seç,” diye sakince Ezel’in sözünü kesti Gökdeniz. “Seni tehlikeli sulara sürüklüyorlar.”
“Benim kimseden korkum yok,” diye diklendi Ezel. Elindeki küçük şişeyi Gökdeniz’in masasına sertçe koydu. “Saye nin yardımcısı bunun peşindeydi.”
“Dolayısıyla Saye’nin de şişeyi istediğini varsayıyorsun.”
Ezel omuzlarını silkti. “Nera kesinlikle istiyor görünüyordu. Nera’yı yakalarsak Saye onun için gelecek değil mi?”
“Evet,” dedi Gökdeniz. Saye gelirdi. Gelmişti de. Nera’yı tıkılıp kaldığı testiden çıkarmış, utanç ve öfkeyle dolu sevgilisini götürürken testiyi de almayı ihmal etmemişti. Çok özenliydi. Testi kırılmasın diye fazlaca dikkat ediyordu. Buzdan gazaplarla dolu aklı çoktan Miray ve testiyle ilgili birçok işkence yöntemi düşünmüş olmalıydı.
Gökdeniz yorgun zihnini biraz dinlendirmek için gözlerini kapatıp şakaklarını ovaladı.
Yeldelen Gece’yi kendine çekmek için zehrin içine karıştırdığı boya parçalarından ipucu bıraktı. Boya parçaları Baraka’daki duvarlardan birine, Ateş’in son görüldüğü yere aitti. Bunu öğrenince Gece kesinlikle izin peşine düşecek ve Baraka’ya gelecekti. Yeldelen de onu orada bekliyor olacaktı. Ama işler planlandığı gibi gitmedi. Önce Nera geldi. Sonra Ezel.
Ezel şişeyi kazara alınca Yeldelen Ezel’in peşine düştü. Suikastçının koruduğu ve sakladığı şey şişeydi. Bu de demek ki Yeldelen’in Gece’yi çağırmasının nedeni Gece’ye ya şişeyi vermek ya da şantaj yapmaktı. Ezel şişeyi kazayla buldu diyelim, ama ya Nera neden Baraka’daydı? Miray Nera’nın şişeyi istediğini söylemişti. Başından beri Nera şişeyi biliyor demek mi oluyordu bu? Ve neden Baraka? Ateş’in öldüğü yer. Sadece dikkat çekmek için mi? Belki. Ama ya Ateş ile şişe arasında bir bağlantı varsa? Ve Nera… hayır, Saye bunu biliyor ve kimsenin, özellikle Gece’nin öğrenmesini istemiyorsa?
Biliyordu, diye düşündü Gökdeniz. Saye başından beri biliyordu hem de. Gece’nin şişeyi öğrenmesini istemedi.
Masasının kenarındaki zili çaldı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı, Gökdeniz’in sekreteri içeri süzüldü.
“Efendim?”
“Çınar’ı çağırır mısın? Acil olduğunu söyle.”
Kadın başıyla onaylayıp çıktı. Beş dakika geçmemişti ki Çınar odaya daldı.
“İşimin ortasında beni ayağına çağırmanın iyi bir nedeni olsa iyi olur Gökdeniz!”
“İhtiyar Avcı’nın sana bahsettiği şu, Ateş’in dil bağlayan büyüsü konusunda bir şeyler bulabildin mi?”
“Fırsat oldu da sanki!”
Çınar insanın poposuyla pek de dost görünmeyen koltuklarından birine attı kendini. Yorgunluktan gözleri yüzü çökmüştü.
“Bence blöf yapıyordu zaten,” dedi ağzının kenarıyla. “Köşeye sıkışmış bir ihtiyar iblisin palavralarına tamah edecek değilim.”
“Yine de Miray’ın evine Avcıları gönderdin,” dedi Gökdeniz. “İhtiyar’ın gerçekten blöf yaptığını düşünseydin Miray’ı Yazevi’ne geri getirmek için bile olsa Gece’nin öfkesini üstüne çekmek istemezdin.”
Çınar dudaklarını büzüp homurdandı. “Kızdı mı kızmadı mı, belli olsaydı keşke.”
“Konuşmadı mı?”
“Tek kelime bile etmedi.”
“Doğru mu anladım?” diye sordu Ezel şaşkınca Çınar’a bakarak. “Miray’a saldıran Avcılar senin adamın mıydı?”
Çınar geldiğinden beri ilk kez Ezel’i fark ediyormuşçasına yan yan baktı. Sonra bir şey demeden Gökdeniz'e döndü.
“Bir gariplik vardı zaten,” dedi Ezel de onu görmezden gelerek. “Koran’ın yalnız çalıştığı biliniyor. Bir dakika!” Gökdeniz’in aklındaki şeyi yenice anlamaya başlamıştı. “Dil bağlayan büyülerin hep bir anahtarı olur. Ve sen,” dedi parmağıyla Gökdeniz’i işaret ederek, “anahtarın bu olduğunu mu düşünüyorsun?” Parmağı aşağı kayıp masanın üstündeki şişeyi gösterdi.
“Evet,” dedi Gökdeniz bir kukladan daha heyecansız bir suratla. “Eymen Yeldelen ile İhtiyar Avcı arasındaki dostluk aşikâr olmasa da var olduğu muhakkak. Yakalanacağını bilen İhtiyar şişeyi koruması için Yeldelen’e verdi.”
“Mantıklı,” dedi Çınar şişeye gözlerini dikmiş bir halde. Oturduğu yerde heyecanla öne kaykılmıştı. “Kimse gürültü patırtı koparmadan öyle bir adamın peşine düşemez ya da onu soymaya kalkmaz.”
Durakladılar ve iki çift göz Ezel’e döndü. Sonuçta şişeyi bardan Ezel yürütmüştü, kimsenin ruhu da duymamıştı ve mucizevi bir şekilde hayattaydı.
“Şanslı bir tesadüf,” dedi Gökdeniz.
“Cehaletin cüreti,” dedi Çınar.
“Hey, saf yetenekti bir kere!” diye çıkıştı Ezel ikisine de. “Çamur atmayın. Ayrıca bir nokta var ki atlıyorsunuz. Madem İhtiyar şişeyi koruması için Yeldelen’e verdi neden Yeldelen Baraka’da Gece’yi bekliyordu? Üstelik büyüyü Ateş yaptıysa şişenin İhtiyar’da işi ne?”
“Tribünlere oynamak,” diye mırıldandı Çınar. Düşünceli bir şekilde koltuğuna yaslandı. “İhtiyar iblis demişti ki, ‘Niyetim gerçeği sadece Gece’nin bilmesiydi. Madem tribünlere oynayacağız, kabul.’ Bu söz beni rahatsız edip duruyordu. Başından beri pislik herifin tek hedefi Gece’ydi. Tüm o kahramanlık hikayeleri, bozuk düzen saçmalıkları sadece bir kılıftı. Düşünün bir, öldüğü gün Ateş’in çok da iyi bir ruh hali içinde olmadığını biliyoruz. Belki de Ateş gerçekten Gece’yi üzecek bir şey söyledi ya da yaptı. Bunu fırsat bilen İhtiyar iblis de bir şekilde Ateş’i dil bağlaması konusunda zorladı. Hatta zorlamasına gerek kalmamış bile olabilir. Öleceğini anlayan Ateş, Gece’yi daha fazla üzmek istemediği için yapmış olabilir büyüyü. Sonuçta İhtiyar’ın sadece kaba kuvvetle Gece’yi yenemeyeceğini biliyoruz. Önce ortalığın iyice karışmasını bekleyecekti. Vakit gelince de Yeldelen şişeyi Gece’ye verecekti. Gece’yi duygusal olarak vurmayı düşünüyorlardı.”
“Saçmalık,” dedi Ezel. “Olmayan şeyi nasıl vuracaklar ki?”
“İşte, adamların ne kadar aptal olduklarını buradan anla.”
Sonra odaya düşünceli bir sessizlik çöktü.
Çınar kısık gözlerinin ardından kötücül kötücül Ezel’e baktı.
“Az önce Gece’nin duygusuzluğuyla ilgili bir şeyler duymadım, değil mi?”
“Kesinlikle,” diye onayladı Ezel. “Benim sizi duymadığım kadar net bir şekilde duymadınız.” Tehlikeli sulardan görece tehlikesiz sulara dümen kırdı. “Belki de Yeldelen şişeyi İhtiyar Avcı’nın canına karşı pazarlık yapmak için kullanmak istedi,” dedi. “Adam elimizde değil mi, neden gidip sormuyoruz?”
“Yeldelen’in sebebi kimin umurunda?” diye çıkıştı Çınar. “Önemli olan şişenin içinde ne olduğu? O şey neyse Gece’nin hayrına değil, o kadarından eminim ben.”
Ezel Çınar’a karşı yüzünü buruşturmamak için kendini tuttu.
“Saye neler olup olduğunu biliyordu,” dedi Gökdeniz.
“Hiç şaşırmam,” dedi Çınar. “O örümceğin milyon tane gözü Gece’ye yakın olan herkesin üstündedir. Ateş bunların en başında geliyordu. Ona ne olduğunu bilse bile bildiğini tabii ki kabul etmez. Ateş’in sessiz sedasız yok olup gitmesi en çok onun işine geliyor çünkü. İhtiyar iblisin kellesini Meclis’e teslim edip, davayı kapatmak için ne kadar uğraştığını da hatırlatırım.”
“Ölüler konuşmamalı,” dedi Ezel. “Saye, Gece’nin haberi olmadan şişeyi yok edecek.”
“Yine de,” dedi Gökdeniz mantığın sesiyle, “elimizde somut kanıtlar olmadan bunların hepsi bir tahmin.”
Üçü de sessizlikte birleştiler. Biliyorlardı ki Saye’yi alaşağı etmek için sağlam kanıtlar da yetmezdi. Daha fazlasına ihtiyaçları vardı. Saye’nin kendini kurtarmaya gücünün yetmeyeceği kadarına. Onu tutunduğu güvenli ağından düşürmek zorundaydılar.
Gökdeniz şişeyi Ezel’e geri verdi. “Sende kalsın.”
Ezel tılsımdan kaçan iblis gibi hararetle geri çekildi. “Hoop! Beni yine yem olarak kullanacaksın değil mi?”
“Başka ne işe yararsın ki?” diye sordu Çınar.
Ezel’in yüz çizgileri yabanıl bir hiddetle gerildi. Odaklanan gücü parmak uçlarında minik kıvılcımlarla parlarken sabrı da sağduyuyu da kullanılmayacaklar rafına kaldırıverdi. Yerden bitme bu büyücü fazla olmuştu artık!
Sırık gibi bir adam yoktan belirircesine önüne geçip görüş alanını kaplayınca durulur gibi oldu. Çınar’la aralarına giren Gökdeniz hiçbir şey demeden Ezel’in gömlek cebine uzandı, sigara paketini ittirip arkasındaki kartı çekip aldı.
Ezel’in ağzı açık kalakalmıştı. Kartı geri almaya çalışmak bile aklına gelmedi. Gökdeniz kırışıklıklarla kaplı siyah kartviziti okurken Ezel neden utandığını bile anlamadan kızarmaya başlamıştı.
“Ver şunu!” dedi becerebildiği kadar sert bir sesle.
Gökdeniz kartı Ezel’e geri uzatmak yerine kendi cebine attı.
“Bir iblisle ininde karşı karşıya gelmektense, oturma odanda karşılaşmak yeğdir. Bırak o senin peşinden koşsun.”
Nera’nın onları iki Küskün Uşakla sokaklar boyunca kovalamasının taze anıları Ezel’i ürpertti. “Tüm iyimserliğimle buradaki avantajı görmeye çalışacağım. Sen benden daha ustaca görebildiğine göre neden şişe sende kalmıyor?”
“Bilge Sun Tzu derki, ‘Düşmanlarının sana gelmelerini sağlayabilecek tek yol, onların kazanma dürtülerini kullanmaktır.’”
‘Vay, şerefsiz!’ diyecekken Ezel dilini ısırıp kendini tuttu. Doğru, Ezel Saye’nin leşini serecek kadar pazısı şiş değildi, fakat Gökdeniz itinin de ondan kalır yanı yoktu. Eğer olsaydı Saye şimdi bir kavanoz külden ibaret olurdu.
Birazcık sakinleşmek adına ciğerlerini şişiren derin bir nefes çekti içine. Oltaya gelmeyecekti. Gökdeniz’in cebine uzandı ve kartını çekip aldı. “Fikrimi değiştirirsem seni nerde bulacağımı biliyorum.”
Ve kapıyı çarpmaktan büyük bir haz alarak odadan çıktı.
“Aklından ne geçiyor?” diye sordu Çınar huzursuzca.
Gökdeniz masasının çekmesini açıp güzelce katlanıp ütülenmiş gözlük mendillerinden birini aldı. Rahat, sistematik hareketlerle gözlük camlarını silerken, “Ezel’e söylediklerimden daha fazlası yok,” dedi.
“Küçük melezi neden karıştırıyorsun o zaman? Saye bu şişe için gelecekse bizim kucağımıza gelsin. Hatta daha iyisi, şişeyi direkt Gece’ye verelim. Saye’nin bir derdi varsa buyursun ona anlatsın.”
Hayır, hayır. Gece’yi mümkün olduğunca geç işe karıştırmak niyetindeydi. Aksini yapmak Gökdeniz’i olaylara rahatça müdahale edemeyeceği bir konuma getirirdi. Açıkça ifade etmek istemese de bencil bir intikamı arzulayan tek kişi Ezel değildi. Yalnız, delikanlının cinai öfkesinin aksine Gökdeniz yavaş ve daha uzun soluklu bir intikam istiyordu.
Bir iki toz zerresi dışında kirlenmemiş olsa da Gökdeniz mendili çöpün yanındaki minik işlemeli kutuya, sabahtan beri birikmiş diğer kirli mendillerin içine bıraktı. “Çocuğu istiyorum; çünkü kuş avlamak isteyen saklanır,” dedi. Gözlüğünü takıp mızrağın keskin ucunun tatlılığına sahip gözleriyle Çınar’a baktı. “Karıncayı öldürmek isteyense saklanmakla uğraşmaz.”
Saye Ezel’in elindekini almaya geldiğinde Gökdeniz de gölgelerde Saye’yi bekliyor olacaktı. Büyük ve çirkin bir örümcek için kuş kapanını bu sefer kuşun kendi kuracaktı.
“Ah, anladım,” dedi Çınar gülümseyerek. “Sen adalet istemiyorsun. Sen avlanmak istiyorsun.”

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin