Av olmak mı? Avcı mı?
İkisinin arasındaki çizgi bir saç teli kadar inceydi. Şimdi... Düz bir çizgi de değildi. Taraflar arasında zig zağlar çiziyor, oo piti piti oynuyordu. Dışarıda kalan ölüydü.
Sokak ahalisi perdelerinin ardına saklanmayı falan boş vermiş, suratlarını cama yapıştırıp olacakları pür dikkat izliyorlardı. Kim ölecek kim kalacak diye düşündükleri yoktu, kazanan baştan belliydi. Merak ettikleri; garip yavrucağı önce kim öldürecekti? İblisler mi Büyücü mü?
Miray'ın bir parçacık vakti olsaydı eğer alıngan bir gururla diktiği orta parmağını onlara cevaben seve seve gösterirdi. Ama şimdi yaşamak için koşması gerekiyordu.
Koşmaya başladığı anda zihnini yoran tüm sesler sustu. Odaklanmıştı. Gözünün önünde bir hedef vardı; kafenin bahçesine ulaşmak. Oraya gitmek zorundaydı. Vücudundaki her kas zerresini zorladı. Tüm çevikliğini kullandı. Birkaç adım... Sadece... Bir. Kaç. Adım!
Ve bahçeye ulaştı. Ama iblis de ona varmıştı. Miray'ın üstüne kocaman bir pençenin gölgesi düştü. İblisin pis, sıcak nefesi kızın tenine sürtünüp geçti.
Miray iblisi karşılamak için dönerken avcundaki tılsımı fırlatmak için de kolunu kaldırdı. Yaratığın zebani suratı iki üç metre ötesindeydi. Diken diken dişlerin yuvası olan ağzı sessiz bir kükremeyle sonuna değin açılmış, gövdesi gerilmiş, havadaki kocaman pençesini Miray'ın etine geçirmek için indiriyordu. İkisi de bu mesafeden ıskalamayacaklarını biliyordu.
Birden iri yaratıktan acı dolu bir hayret nidası koptu. Bir devin kocaman tekmesini karnına yemişçesine iki büklüm oldu. Savruldu ve uçarak bahçeye Miray'dan önce paldır küldür daldı. Çitleri yıkıp geçti. Ayakları bir tarafa kafası bir tarafa savrula savrula, masa sandalye ne varsa hepsini altına alıp sürükledi. Kafenin vitrinini şangır şungur yerle bir ettiğinde anca durabilmişti.
Binaya kazınmış rünler kızılca ışıldadı. İblisin derisi rünlerin büyüsüyle cızırdarken yaratık acı bir sesle inledi. Debelendi. Tutunmak isteyen pençeleri mermer zemini parçalayıp çirkin yarıklar açtı. Sonunda son bir gayretle üstündeki toz toprağı savurarak ayağa fırladı. Dişlerinin arasından kanlı salyalar akıyor, parçalanmaktan kurtulan öfkeyle kısılmış üç gözü 'intikam' diye bağırıyordu. Sırtındaki dikenleri dikleştirdi. Hırlayarak ileri atıldı.
Miray üstüne doğru gelen ayaklı dehşetten kurtulmak için kendini yana attı. Ama yaratık ondan yana bakmadı bile. Canının acısıyla gözü öyle bir dönmüştü ki direkt Büyücüye daldı.
Daldı dalmasına da eceli de gidişi kadar tez oldu. Büyü yaratığı yakalayıverdi. İri gövde havalandı. Kocaman keskin pençeler delice savruluyor, boşuna havayı parçalıyordu. Öfkeli hırlamaların yerini acı bir uluma aldı. İblisin kafası dönmeye başlamıştı. Yavaş yavaş, imkansız bir açıyla dönüyordu. Döndü... Döndü... Paramparça olan boyun kemiğinin iç karartıcı çıtırtıları duyuldu. Sıkılan ıslak kumaştan akan sular gibi, yırtılan ve kopan etten kanlar boşaldı. İblisin sesi kesildi, pençeleri havayı dövmeyi bırakıp cansızca sallandı. Kafa dönmeye devam ediyordu. Döndü, döndü. Sonunda son sinir teli de koptuğunda kafa gövdeden ayrıldı. Büyücü, havada asılı kalmış gövdeyi gerisin geri kafeye gönderirken, iblisin kafası da cansız gözleriyle, kaldırımın kenarına dizilmiş arabalara doğru tok bir sesle yuvarlandı.
İblisi kaçış yoluna savuran Büyücüye soğuk bir şaşkınlıkla baktı Miray. Öteki iblis çoktan pençelerini göğe dikmiş, son nefesini vermişti. Kafası ters dönmüş, suratı kaldırıma yapışmıştı. Kafalarla Büyücünün bir derdi vardı herhalde ki çalışmaya hep kafalardan başlıyordu. Miray'ın boyun kemikleri az önce gördüklerinin empatisiyle sızlayıp, saklanmak ister gibi küçüldüler sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
FantasyBüyücüler, Avcılar, Sıradan İnsanlar ve İblisler... Hepsi bir düzen içinde yaşıyorlardı. Ta ki en güçlü Büyücülerden biri olan Gece'nin, sevdiği adam bir Avcı tarafından vahşice öldürülene kadar... Gece artık hem intikamını alıp halkın gözünde otori...