Amber rengi cam kubbenin altında adaletin simgesi beş büyük heykel geniş bir daire olacak şekilde sıralanmıştı. Bir ellerinde sivri bir mızrak, diğerinde ise havaya kaldırdıkları hassas bir terazi vardı. Taştan eteklerine sarınan canlı sarmaşıkların içinde kimseye boyun eğmeden dimdik dikeliyorlardı. Bakanın içine huşu ve asaleti işliyorlardı ki temelde adaletin olması gerektiği buydu. Heykelleri yapan zanaatkârın kim vurduya gitmesi ise pekâlâ evrenin ince alaycılığı olabilirdi. Adalet heykellerinin mimarı adaleti bulamamıştı.
Heykellerden dört beş metre aşağıda, daire biçiminde tasarlanmış odanın ortasındaki büyük yuvarlak masa kubbeden giren ışıklarla parlıyordu. Sandalyeleriyle beraber Meclis odasının yegane mobilyasıydı. Ve bugün o sandalyelerin çoğu doluydu.
Meclis'in ihtiyarları masadaki yerlerini almışlardı. Normalde birbirlerine laf sokmaktan arta kalan küçük zamanlarda memleket meselelerine kafa yoruyorlardı, ya da tepelerinde yükselen beş heykeli dalıp gitmiş gözlerle izleyip zaman öldürüyorlardı. Ama bugün olağan toplantılarının haricinde, olağandışı bir şekilde toplanmışlardı. Bunun gerginliği de kocaman odada rahatça hissediliyordu.
On iki kişiden dördü yoktu ve tabii ki Gece'nin koltuğu da boştu. Buna rağmen Meclis toplanmak için yeterli çoğunluktaydı. Görmezden gelmenin artık iyice zorlaştığı şeyler, ayağa batan çakıl taşları gibi onları iyice huzursuz etmeye başlamıştı. Kısık ateşte tuttukları kazan çoğunlukla tıkır tıkır kaynardı. Son olaylardan sonra ateş harlanmıştı. Müdahale etmezlerse eğer, iyiden iyiye ısınan kazan fokur fokur kaynayacaktı.
Tirşe Saye halen sıcakken kahvesinden bir yudum aldı. Kahvenin canlandırıcı aromasının yanında, biraz tat katması için eklediği kanın doyurucu metalik tadı damağına yayıldı. Ufak bir tebessümle fincanı tabağına zarifçe koydu. Gözbebekleri olmayan, yeşim taşı yeşilinden bir gölü andıran badem gözleri, gençliğinde epey iri olan bir adamın üzerindeydi.
"Tebaanıza ne derece sahip çıktığınızı biliyoruz. Yalnız sebep oldukları sorunlardan aynı derecede bihaber olmanız doğrusu affedilemez."
Avcılardan Demirkan Bey kaşlarını çattı. Tirşe Saye'nin karşı sol çaprazında oturuyordu. Yaşıtlarına kıyasla hala güçlü kuvvetli biriydi. Ancak yıllar zalimdi; gençliğindeki kudreti zamanın sisleri arasında solarken gür saçlarını da yanında götürmüştü. Hala Meclis'in koltuklarından birinde oturabiliyorsa bunu fed fecir aklına borçluydu.
"Ortada bir sorun göremiyorum," dedi. "Ortada 'sonuçlar' var Sayın Tirşe Saye. Avcıların uğramış olduğu bir haksızlık var. Masum insanlar sebepsiz yere öldürüldüler." Elindeki gazeteyi Saye'ye doğru ittirdi. Yanarak ölen avcı çocuklarının haberi üstteydi. Sert bir sesle ekledi. "Birileri bir soruna sebep olmuşsa eğer, bu iki çocuğu vahşice öldürene sorun." Bir gazeteyi daha diğerinin yanına bıraktı. "Ve alışveriş merkezindeki katliamı yapana."
"Tuzağa düşmüş olanın, tuzağı kurandan daha kabahatli olduğu nerede görülmüş? Diğer üyeleriniz de bu durumun pekâlâ farkındalar sanırım. Temelden yanlış bir fikri savunmaktansa gelmemeyi tercih edip sizi yalnız bırakmışlar. Her iki şekilde de Avcılar için nahoş bir durum."
Demirkan Bey ağzını açmıştı ki Zühre Hanım araya girdi. Dominantlığı kemiklerine değin işlediğinden olsa gerek iri kemikli bir kadındı. İblisler için yemek olarak kalmayı kabul etseler şu anki vasıflarından katbekat üstün olacak sıradan insanları temsilen mecliste bulunuyordu.
"Rica ediyorum artık didişmeyi bırakın. Burada raydan çıkmak üzere olan bir treni düzeltmek için bulunuyoruz. Birbirimiz camına taş atıp durmanın ne yeri ne zamanı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
FantasíaBüyücüler, Avcılar, Sıradan İnsanlar ve İblisler... Hepsi bir düzen içinde yaşıyorlardı. Ta ki en güçlü Büyücülerden biri olan Gece'nin, sevdiği adam bir Avcı tarafından vahşice öldürülene kadar... Gece artık hem intikamını alıp halkın gözünde otori...