Gölge iblisinin hırıltılı karanlığı iplik iplik dağıldığında ve Gökdeniz çevrelerini rahatça görmelerini sağlayacak kadar orada burada minik ışık küreleri yaktığında Ezel, Baraka’ya gelmiş olduklarını gördü. Bar bıraktıkları harap halinden biraz daha hırpalanmış, içeriyi toz toprak götürmüştü. Masa ve sandalye parçalarının gölgeleri arasında kemirgenlerin ve böceklerin peşine düşmüş avuç içi kadar iblisler burunlarını saklandıkları deliklerden uzatıp yeni gelenleri süzdüler.
“Görmeyeli epey değişmiş,” dedi Ateş şaşkın şaşkın çevresine bakınırken.
Zemindeki büyük deliğin ve duvardaki miniklerden bazılarının sebebi Ezel omuzlarını silkti.
“Olur böyle şeyler.”
Rahat görünmeye çalışıyordu ama rahat değildi. Tuttuğu bastonun hâlâ elinde olduğunu hissetmek istercesine sıkıyordu. Buraya son gelişinde kül fırınlarını boylamasına ramak kalmıştı. Onu bilerek ya da bilmeyerek Yeldelen’in kucağına yollamış Gökdeniz’e pis bir bakış attı.
Ateş öne geçti. Ezel ve Gökdeniz onu takip etti. Attıkları her adımda yerden küçük toz bulutları kalkıyor, kırık cam parçaları ayaklarının altında daha da eziliyordu. Üstlerinden atlamak ya da kenara itmek zorunda kaldıkları molozları geçe geçe barın arka tarafına, tuvaletin olduğu kısma doğru ilerlediler.
“Senin için zor değil mi?” diye sordu Ezel düşünceli olmaktan ziyade merakla. “Burada yürümek.”
Yeldelen’in zehriyle felç olmanın ne demek olduğunu öğrenmiş bacakları canlanan hatıralarıyla karıncalandı.
“Düşündüğün kadar değil,” dedi Ateş. Sırıttı. “En kötü kısmı atlattım malum. Bir kere öldükten sonra gerisi çok koymuyor. Kaldı ki yapılan fedakârlıklar arzu edilen sonuçlara ulaşırsa var olan üzüntüm daha da hafifleyecek.”
Bayat fosseptik kokuları giderek yoğunlaşıyordu. Ezel varış noktasını tahmin etti. Önceki gelişinde minik yaratığın onu doğruca götürdüğü tuvalet kabinine gidiyorlardı.
Tuvaletlere yaklaştıkça koku dayanılması zor bir hal aldı. Nefes almak zorunda olmayan Ateş’e imrenen Ezel çaktırmadan Gökdeniz’e bakıyordu. Elit büyücü gram rahatsız olmuş görünmüyordu. Ezel’in bakışlarını yakalayan Gökdeniz bilmişçe gülümsedi.
Bak şu işe! Kim derdi ki bu büyücü de gülümseyebilecek kadar ruh var.
“İblis mağaralarının kokusunu alan bir burun kolay kolay sızlamaz,” dedi Gökdeniz.
“Hah, ne kokudur o aklın şaşar,” dedi Ateş şen şakrak. “İki gün orada durursun ve sinen kokunun saçlarından gitmesi her gün yıkasan bile bir haftayı bulur. Burnundan gitmesi ise aylar sürer.” Başparmağıyla Gökdeniz’i gösterdi. “Bir keresinde mağara dönüşünden iki gün sonra bu herifi pasparlak bir kafayla bulduk. Tüm saçlarını kazımış. Sonra onu bir süre bağlamamız gerekti.”
Tuvaletten içeri girdiklerinde ise koku nerdeyse elle tutulacak kadar yoğundu. Mekânın sahibi olduğunu ilan edercesine her yere nüfuz ediyordu. Bir zamanlar düzgün bir sırayla dizili kabinlerin kalıntılarının uzayıp gittiği koridorda yürüdüler.
“Neden?” diye sordu Ezel, Gökdeniz’i yumurta gibi bir kafayla hayal etmeye çalışır, ama yapamazken.
“Burnunu da kesmesin diye tabii,” dedi Ateş kahkahayla. Bir sır verircesine Ezel’in kulağına doğru eğildi. “Onu kel kafayla hayal etmek çok zor değil mi? Ama merak etme Çınar’da resimleri var. Gökdeniz onları bulup düzenli olarak yok ettiğinden, Çınar da onları düzenli olarak çoğalttığından bir tanesi kaybolsa bile kimse anlamaz. Eh, anlasalar bile, emin ol dostum çekeceğin acıya değer.”
Gökdeniz Ateş’i ensesinden tutup önüne kattı. “Umarım rehberliğin tavsiyelerinden daha iyidir.”
Ateş otuz iki dişini göstererek sırıtıyordu. “Ben ölüyüm. Verip vereceğim en iyi tavsiye ‘sakın ölmeyin’ olur. Onu da söylemiştim zaten. İşte, geldik.”
Ezel’in tam da tahmin ettiği yere, artık tuvalet bile denilemeyecek kadar paralanmış bir yıkıntının önünde duruyorlardı. Ezel iyiden iyiye gerildiğini hissetti. Kazanmayı umarken birilerinin oyununda yine bir piyon olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Gökdeniz yine onu yem olarak mı kullanıyordu?
Eh, öyleyse bile itiraz edemezdi. Bu sefer Ezel’in de kendince planları vardı. Tetikteydi. Saye şişenin varlığını görmezden gelse bile Ateş’in varlığını görmezden gelemezdi. Gelecekti. Gelmek zorundaydı.
‘Herkes herkesle oynar,’ diye yankılandı Sessiz Efendi’nin anılardan kopup gelen sesi.
Ama Ezel ile oynamak daha kolaydı. Gökdeniz’in ısrarla şişenin onda kalmasını istemesinin sebebi Ezel’e çok güvendiği için falan değildi elbette. Ezel biliyordu; gözden rahatlıkla çıkarılabilecek biri olmasıydı sebep. Kimse onun intikam niyetleriyle ilgilenmiyordu. Kimse onun kayıpları için üzülmüyordu. Belki şu an burada hayatını kaybetse kimse onun için de üzülmeyecekti.
Çünkü hayatın kuralı böyleydi.
Geçmişte onun da gözden çıkardıkları olmuştu. Ezel onlara acımamıştı, şimdi kendi için merhamet isteyebilir miydi?
Berrak bir soğuklukla aslında tüm bu düşündüklerinin çok da umurunda olmadığını fark etti. O sadece Saye’ye cehennemi göstermek istiyordu. Ve sonra sıra ötekilere de gelirdi. Bu yüzden neler olup bittiğine bakacak ve gerekiyorsa hamlesini öyle yapacaktı.
“Şişe?” diye sordu Ateş.
Ezel sağ elinde tuttuğu bastonu sola geçirip cebindeki şişeyi çıkararak Ateş’e uzattı. Ateş almadı. Donuk dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı.
“Hadi aç.”
Ezel tereddüt etmedi, sorgulamadı. Şişenin kapağını açacaktı ki Gökdeniz elini tutup onu durdurdu. Başını yana çevirmiş koridorun karanlığına bakıyordu.
“Misafirimiz var.”
Ezel neredeyse sevinç diyebileceği bir rahatlamayla Gökdeniz’in gözlerini diktiği yere baktı.
Saye karanlığın içinden yürüyerek çıktı. Kızgın görünüyordu ve fazlaca ekşi bir limonu ağzına sokmuş gibi yüzü ekşimişti. “Yaramazlık buraya kadar,” dedi hepsine tepeden bakarak.
“Seni de görmek çok güzel.” Ateş haince sırıttı. “Beni gözünün önünden ayırmaya katlanamıyorsun, ha?”
“Aptallığın bize çok şeye mal oluyor Ateş.”
Saye kollarını açıp ellerini iler uzattı. Karanlığın içinden taşıp üstlerine doğru kara bir dalga geliyordu.
“Ha siktir!” Ezel kara dalganın aslında ne olduğunu anlayınca geriledi.
Örümcekler…
Kımıl kımıl, minik, hangi deliğe gireceği belli olmayan şeyler… Ve yüzlerce… Son sürat üstüne kapaklanmaya geliyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
FantasyBüyücüler, Avcılar, Sıradan İnsanlar ve İblisler... Hepsi bir düzen içinde yaşıyorlardı. Ta ki en güçlü Büyücülerden biri olan Gece'nin, sevdiği adam bir Avcı tarafından vahşice öldürülene kadar... Gece artık hem intikamını alıp halkın gözünde otori...