67-Canavarın Adaleti

456 67 16
                                    

     Çöp yığınlarının ekşi kokusu burun sızlatıyordu. Toplumun atıkları, yığınların arasına derme çatma barınaklarını kondurmuşlar, o barınaklarda gün ağardığında yine aynı sefalete uyanacaklarını bile bile kim bilir hangi hayallerin rüyalarına dalmışlardı.

    Sessiz Efendi çamurlu patikada bastonunu yere hafifçe değdirerek ilerledi. Çöplerin arasındaki iblisçikler parlak gözleriyle onu izledi. Zeka denen şeyle kutsanmamış olan bazıları sefaletin küflü tozu arasında işlenmiş elmas gibi parlayan bu beyefendiye biran saldırmayı düşündüler. Onları oldukları yerde ve hayatta tutan sağ duyuları oldu.

    Sessiz Efendi ona tarif edilen barakanın önünde durdu. 'Süt kartonlarından yapılmış ev.' Evet. Tarif edilen yer burasıydı. Gecenin bu kör saatinde birini uyandırmanın kabalığı yüzünden kendine içerleyerek ince suntadan kapıyı çaldı. Eğreti tutturulmuş tahtayı devirmemek için bastonunun ucunu hafifçe dokundurmuştu.

    Bekledi. Herhangi bir ses seda yoktu.

    Bastonunu bir kere daha kullandı ve bu sefer seslendi de.

    "Sel Yeğiz Usta."

    İçeriden bir patırtı geldi. Saçı sakalı birbirine karışmış sıska bir herif suntayı sinirle kenara itekleyerek göründü.

    "Anma o ismi bir daha!" diye tısladı. Kafasını dışarı uzatıp tedirgin bakışlarla sağı solu kolaçan etti.

    "Yalnız geldim," dedi Sessiz Efendi.

    "Şimdi de defol git. Gece gece bela olma başıma."

    "Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın. Mühim bir meseleyi konuşmak niyetindeydim."

    Sıska ihtiyar durup kapısındaki davetsiz misafiri süzdü. Tertemiz ütülü kıyafetlerinin içindeki beyefendi fazla dikkat çekiyordu. Ayrıca Sessiz Efendi'nin sözleri, hal ve tavırları kibardı, lakin gözlerinden canilik akıyordu. Ya kibarca ya da zorla... İstediğini alacaktı belli ki. Sel Yeğiz içinden söve söve yana çekilip Sessiz Efendi'nin içeri girmesine izin verdi.

    Bir yağ tenekesinin üstüne tutturulmuş yarım mumu güç bela yaktı. Sessiz Efendi o zaman Sel Yeğiz'in ellerini daha net gördü. Kuraklığa yakalanmış bir ağaç gibi kurumuştular. Kıvrılıp kalmış parmakları açılmıyordu. Elleri neredeyse işe yaramaz bir haldeydi. Demek artık bu yüzden çalışmıyor, ortalıkta görünmüyordu.

     Usta, kırık bir sigarayı mumun ateşinde yaktı. Bir ciğer dolusu dumanı dışarı üflerken az da olsa sakinleşmiş görünüyordu.

    "Ne istiyorsun?" diye homurdandı kirli bir şiltenin üstüne bağdaş kurup otururken. Ayaktaki misafirinin ise canını iblisler yesindi.

     "12-13 yıl evvel yaptığınız bir tılsımı arıyorum. Umuyorum ki onu bulmamda bana yardımcı olacak bir şey söylersiniz."

     "Ben tılsımları yapar sahibine veririm... verirdim. Sonrasını bilmek benim işim değil."

     "Elbette. Ancak aradığım tılsım biraz istisnai bir durum içerdiğinden belki kulağınıza bir iki şey çalınmıştır."

    "Öyle bile olsa unuttuklarım hatırladıklarımdan daha fazla. Gözünden kaçmamıştır. Çok şey kaybettim. Elimdekiler de kimin işine yarar ki? Şimdi çıkar ağzındaki baklayı, sonra siktir ol git."

     Sessiz Efendi tılsım ustasının sözlerine hiç içerlemeden cebinden yüzüğün fotoğrafını çıkarıp adama uzattı. Sel Yeğiz açılmayan parmaklarının arasına resmi sıkıştırarak mum ışığına doğru tuttu. Bir saniye ya geçti ya geçmedi. Sanki ateşi tutmuş gibi deli bir feryatla resmi Sessiz Efendi'ye fırlattı.

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin