104-Huzursuz Düşünceler

325 45 7
                                    

Elindeki bitki çayının dumanı tatlı tatlı tüterken Miray yatağının önünde somurtuyordu. Tüylü, arsız ve dört ayaklı bir baş belası yatağına ondan önce kurulmuştu… yine!

“Göçerttin yatağımı.”

Yüz kiloluk kara kedi onu duymazdan geldi. Duymazdan gelme konusunda kediler bir dâhiydi.

Bıkkınlıkla çayını komodinin üstüne bıraktı Miray. Deniz tabanına çöken tortular gibi ağır ve yılgın hissediyorken kendini, bir de gece gece bu kediyle hiç uğraşmak istemiyordu; ama bu dört ayaklı felaket, yatağına el koyduğu yetmezmiş gibi bir de okuyacağı kitabın üstüne yatmıştı.

Kararlı ve oldukça nazik bir biçimde panteri yatağından kış kışlamak için dürtükledi.

Tufa hırlayarak itiraz etti.

Miray da homurdanarak itiraza itiraz etti.

“Mis gibi yatak yaptım sana, neden gidip oraya yatmıyorsun?” Sandalyenin üstüne fırlatılmış, düzgün görünsün diye de biraz uğraşılmış havlu topağını gösterdi.

Tufa zahmetle tek gözünü açtı ve bir kedinin bir insana atabileceği en küçümser bakışı attı.

Miray da bir insanın bir pantere atabileceği en gıcık bakışla karşılık verdi.

“Öf,” dedi sonunda bezginlikle. “Ne halin varsa gör. Uğraşamayacağım senle.”

Her adımda bu baş belasını başına musallat eden Gece’ye sessiz sessiz saydırdı. Bekçiye ihtiyacı yoktu, asıl bu iblis kedinin yanında olan kişinin korumaya ihtiyacı vardı.

“Ha sahibi ha kedisi, al birini vur ötekine!”

Sinirle pencereye yürüdü, açık pencereden tatlı bir esinti geliyordu. Derin derin nefesler aldı. Asıl kızgınlığının kediye olmadığını biliyordu aslında. İçinde geçmeyen, huzursuz, beklenti dolu bir sıkıntı vardı. Başını pencerenin kenarına dayayıp, dalgın gözlerle boş sokağı izledi bir süre. Sonra gözlerini yukarı, apartmanların çatıları üzerindeki gece göğüne kaldırdı. Şehrin ışıkları yine yıldızları yutmuştu, ama dolunay gökyüzünde gümüş bir tabak gibi ışıldıyordu. Gece’yle karşılaştıkları ilk günkü gibi bir geceydi.

Bakışlarını gökyüzünden boş sokağa çevirdi tekrar. Gözleri beklentiyle, özellikle gölgelerde takılıyordu. Sanki Gece yine karanlık sokakta beliriverecekti. Bu his içinde öyle kuvvetlendi ki apartmandan aşağı koşup sokağa çıkmak için inanılmaz bir istek duydu.

 İrkildi ve düşünceleri başından savmak için kafasını hızla sağa sola salladı.

“Aptallık etme kızım,” dedi kendi kendi söylenerek. “Aptallık etme.”

Yatakta keyif yapma ihtimali kalmadığı için, çayını komodinin üstünden alıp masaya bıraktı. Sandalyenin üstündeki havlu topağını kediye doğru sinirle fırlattı, sonra da güzelce ve kızgınca sandalyeye kıçını yerleştirdi. Sakinleşmeye çalışarak çayını yudumladı. Yaseminin tatlı kokusu kapalı gözlerinin karanlığında Gece’nin suretini canlandırdı. Sakinliği, insanı içine çeken okyanus mavisi gözleri, kırmızı dudakları, bembeyaz elleri, dokunuşu… ve yumuşacık sesi…

Küt!

Miray alnını masaya indirmesiyle boğuk, tok bir ses çıktı. Kendini habire Gece’yi düşünürken yakalamaktan sıkılmaya başlamıştı.

“Aklını. Başına. Topla.” Her kelimede başını hafifçe kaldırıp masaya geri indirdi.

Tufa merakla Miray’a baktı.

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin