Ateş makul düzeyde giyindikten ve Gökdeniz Ezel’i birkaç kez Çınar’ın kırmızı ojeli pençeleri arasından kurtardıktan sonra Yaz’ın kaşla göz arasında hazırladığı masaya iliştiler. Ateş bir zombi olarak uyandığı o ilk anki şaşkınlığı ve uyuşukluğu üzerinden epey atmıştı.
Çınar’ın Gece’ye haber verme teklifi Ateş tarafından kibarca reddedilince bu isteğe anlayışla, hafif bir vicdan azabıyla ve daha sonra Gece’nin bunu öğrenmemesi dileğiyle saygı duydular.
Ezel gözlerini eserinden, Ateş’ten, alamıyordu. Yakılan, kırılan ya da parçalanan her hangi bir şeyi eski haline döndürmek için belli bir seviyeden sonra çok fazla marifet veya güç gerektirmediğini anlamıştı. Çünkü şimdi apaçık gördüğü üzere değişen her şey özünde eski şekline dönme arzusunu taşırdı. Yeni gücüyle bu arzu birleştiğinde Ateş’in bedenini geri getirmekte zorlanmamıştı, ama ölü birini zombiye çevirmek için maddenin doğasından daha fazlasına ihtiyaç vardı. En başta ruh da geri dönmeyi istemeliydi. Öyle basit bir istekle de değil. Ruhun ölümü bile alt etmesini sağlayacak dehşetli bir arzuya, bir amaca sahip olması lazımdı. Ezel görüyordu ki karşısında oturan adam böyle biriydi. Onun bakışlarında yaşayan çoğu kişiden daha fazla arzu vardı.
Ateş’in gözleri alev alevdi.
“Gök-deniz. Ebe-di dostum,” dedi Ateş. Ölümün suskunluğuyla kapanmış dudaklarını ve nefes almayı unutmuş ciğerlerini yeniden kullanmayı öğrenir gibi arada duraklayarak konuşuyordu. “Seni tek-rar görmek ne büyük mut-luluk.”
Gökdeniz görünürde sakindi, kederinin tüm ağırlığını sözleri taşıyordu.
“Şansım olsa böyle bir mutluluğu bilmemeyi dilerdim. Yaşamalıydın.”
“Evet, yaşamalıydın seni koca aptal!” diye bağırdı Çınar. “Ölüp gitmen için sana kim izin verdi?”
Ateş güldü. “Yaşamayı dene-dim,” dedi özür dilercesine. Üzgün görünüyordu, ama üzüntüsünde pişmanlık yoktu. Hoşuna gitmese de yapması gerekeni yapmış birinin ağırbaşlılığıyla dostlarıyla yüzleşiyordu. “Denedim, ancak baş-ka bir yol bulamadım.”
“Ne demek bulamadım?” Çınar’ın Ateş’e ölümü bir kez daha tattırmaya niyetli bir hali vardı. “Ateş, sen çok güçlü bir büyücüydün… yani büyücüsün. İhtiyar bir avcının seni yenmesine nasıl izin verdin? Hadi yenildin, dil bağlayan büyüyü senin yaptığın gerçekten doğru mu?”
“Doğru.”
“Neden?” diye avazının çıktığı kadar bağırarak ayağa fırladı Çınar. Sandalyesi geriye kayıp tok bir sesle yere düştü. Aldırmadı, durup sorduğu sorunun cevabını da beklemedi. “İblislerin başı! Seni götlek! Başımıza ne işler açtığın hakkında bir fikrin var mı? Madem o büyüyü yapacak kadar gücün vardı neden bize haber verme zahmetine katlanmadın? Sana yardım edebilirdik.”
Ateş sessiz kaldı. Suskunluk Çınar’ı daha da çıldırtmıştı, minik bir volkan gibi ardı ardına patlatıyordu suçlamalarını.
“Senin yüzünden Gece neler yaptı, biliyor musun? Avcısından büyücüsüne, hepsi birbirine girdi. Kısacık zamanda kaç kişi öldü, haberin var mı? Yok, çünkü ölüp gidince gerisi seni neden ilgilendirsin ki? Senin yüzünden anne…”
Çınar ondan beklenmeyecek bir sağduyuyla dilini ısırıp çenesini kapattı. Ölü birine annesinin günahlarını söyleyecek değildi. Tamam, söylerdi. Ama Ateş’e söylemezdi.
“Annem mi?” diye soracak oldu Ateş.
Çınar onun lafını ağzına tıkıp ustalıkla kıvırarak, “Saye ile Gece birbirlerini yiyor,” dedi ekşi ekşi. Sinirle kalkınca düşen sandalyesini bir parmak hareketiyle düzeltip aynı sinirle geri oturdu. “Anne – kız birbirlerine girdi.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
FantasyBüyücüler, Avcılar, Sıradan İnsanlar ve İblisler... Hepsi bir düzen içinde yaşıyorlardı. Ta ki en güçlü Büyücülerden biri olan Gece'nin, sevdiği adam bir Avcı tarafından vahşice öldürülene kadar... Gece artık hem intikamını alıp halkın gözünde otori...