64-Deniz Kestanesi

477 69 21
                                    

Yazarın notu: İtalik ve yıldızlı (*) satırlar alıntıdır. Ece Temelkuran, İç Kitabı, Everest Yayınları    

Gece, Miray'ın uyuduğu yatağın yanındaki koltukta otuyordu. Dirseğini koltuğun kenarına dayamış, çenesini eline yaslamıştı. Miray'ı izleyen bakışları yorgun bir maviydi. Sessizliği daha da derinleşmişti. Miray'a Koran'dan önce saldıran adamları Saye'nin gönderdiğini öğrendiğinde dahi söyleyecek bir şeyi yoktu.

     Miray hayattaydı. Bu seferlik... Ya bir sonrakinde ölürse? Ya da ondan sonrakinde? Miray onun yanında olduğu sürece hep tehlikede olacaktı. Hikayenin sonunun değişmeyeceğini anlaması için daha kaç kişinin zarar gördüğünü ya da öldüğünü görmesi gerekiyordu?

    Yapılması gereken yapılmalıydı. Hep yaptığı gibi...

"Uzak dur seslerden. Sesler, zaman kaybıdır. Dünyaya göre koordinatın neresi olursa olsun, oradan dünyaya bir kol mesafen olsun. Ve bunu sana belleten, her bir şeye eşit mesafede ve hep bir kol mesafesinde duran bir DENİZ KESTANESİ olsun."*

    Deniz kestanesi... Dikenlerle dolu bir yaratık. 'Benim de dikenlerim var,' diye düşünürdü Gece. 'Ama deniz kestanesi şüphesiz benden daha dürüst,' diye de düşünürdü. Onun dikenleri görünür, dokunulabilirdi. Kolları olsa o dikenlerini kırıp atabilirdi. Oysa Gece'nin dikenleri sinsiydi. Ne zaman, nasıl bir zehir saçacağı belli olmuyordu.

    Miray yaraları sarıldıktan sonra uyumuştu. Dakikaların ayaklarını sürüyerek ilerlediği koca bir gün geçmişti. O hâlâ gözlerini açmamıştı. Doktorlar fiziki bir neden bulamıyorlardı. 'Uyanmak istemiyor,' diyorlardı.

    'Uyanmak istemiyor.'

    Bu sözler Gece'nin zihninde Miray'ın kırgınlık dolu sesiyle birleşip içini deşiyordu. Yanında olmaktansa uyanmamayı mı tercih ediyordu? Bu kadar mı nefret etmişti? Bu kadar mı uzak durmak istiyordu?

    Onu suçlayabilir miydi?

    Tutabileceğinden ne büyük sözler vermişti, şimdi anlıyordu. Ne kadar güçlü olduğunun bir önemi yoktu, bazı şeyleri değiştirmeye gücü yetmiyordu. Dikenlerini kırıp atamıyordu. Dokunmak istediği kim varsa zehirliyor, incitiyordu. Gerçeğin tokadını yüzünde hissediyordu.

"Yalnızlıktan dert yanmasın kimse bize. Midemiz bulanıyor hakikatten. Hele bu dikenlerimizi gören hiç kimse, açmasın ağzını acıdan yana. Dokunduğu her şeyin canını yakarak geçen bir ömürden bahsetmek isteriz biz o zaman. Acıtma bilgisiyle mümkünsüz yakınlaşmalardan. Mesafeden bahsetmek isteriz hakikatten. Eflatun zehirle kaplanmış dikenlerimizi gören kimse; hiç kimse sakın bahsetmesin yalnızlığın tadından."*

    Gece koltuktan kalkıp yatağın kenarına oturdu. Parmağının ucuyla Miray'ın eline dokundu. Yağmur mavisiydi şimdi gözleri. Gözlerinin altında koyu halkalar vardı. Dik duran omuzları yorgundu. Hayata kırgın dudakları konuşmaya gönülsüzdü. Her zaman güçlü görünen Gece gibi değil, yenilmiş biri gibi görünüyordu. Kısacık bir an için de olsa öyle görünmek için izin vermişti kendine. Heyhat, çoğu kişi bilmez istediği kişinin yanında hissettiği gibi görünmek nasıl bir lükstür. Tasasızca var olmak, basitçe yaşamak ve yaşatmak nasıl bir mutluluktur... nasıl anlatılır bunlar, ellerindekinin değerini bilmeyenlere.

"Kim inanır bize, desek ki içtenlikle, "İsterdik bir denizanası olmayı"? Yalayarak her bir şeyi, her bir şeyin biçimini alarak yaşayadurmayı... Suyun içinde su gibi olmak isteyişimize, "uymak" isteyişimize kim inanırdı? Göze görünen bu dikenler, daha inandırıcı değil mi "içimizden"? Oysa kimse bilemez hiçbir yere sığmamanın, sığınamamanın boşluğunu. Öyle ise, işte yeniden, yine, bütün zehirli varlıklar için söylüyoruz: Zehri taşımak, çok daha zehirlidir zehirlenmekten."*

    Gece, Miray'ın elini avcunun içine aldı. Hafifçe sıktı. Bu sıcaklığı unutmayacaktı. Uzanıp Miray'ı öptü. Son kez öptüğünün farkında olarak.

"Kim uzanabilir ki etimize? En saklı yerlerimize sakladığımız küçük, tatlı, pembe, peltemsi etimize... Kim katlanabilir ki bütün varlığımızı çevreleyen iğnelerin tadına? Ve eğer bir gün, taştan bile tiksiniyormuş gibi yürüdüğümüz kayalıklara çıksak, bağırsak, inanılır mıydı, "Kırın kollarımızı, sevin bizi" desek? Anlamayacaklardır bu cinayeti nasıl kalpten istediğimizi. Ancak biliyoruz, çok önceden beri bildik ki, deniz mahlûkatının cümlesi, savar aklından böyle karanlık düşünceleri. Yüzmeyi, akmayı, sürmeyi engeller böyle cinayet ve aşk fikirleri. Bellidir artık, denizin bittiği yere bizimle gelmeyecek kimse, deniz mahlûkunun hiçbiri."*

    Miray'ın elini bıraktı. Dudaklarını dudaklarından çekti. Yağmur mavisi gözleri grilerle koyulaştı. Yükünü atmak isteyen bulutlar kadar rengi ağırlaştı, dalgalandı ve sonra duruldu. İfadesiz bir mavi oldu gözleri yine. Gece doğruldu. Her zamanki gibi dik duruyordu omuzları.

"Biz de denize bir ahtapot olarak düşmek isterdik. İki kalpli ahtapotlar gibi hem böyle olup, hem de bir başka türlü olabilmeyi becermek isterdik elbette. Ama biz tekiz, tekiz dikenlerimizle, ne isek oyuz, beceremeden başka türlüymüş gibi yapmayı."*

     Miray'ın boynundaki gümüş kolyeyi aldı.Gitmesine izin vermek... Miray için yapabileceği en iyi şey buydu.

"Elbette isterdik, yunuslar gibi meleksi iyiliklerle donanmış, sırf o iyiliklerden olmuş olmayı. Ama böyle dikenlerle düşmüşsek suya, tek iyilik, belki de hiçbir deniz mahlukunun beceremeyecek olduğu iyilik, uzaktan bakmaktır bütün bu resme."*

     Oysa, bırak gitmesine izin vermeyi, düşüncesi bile ürpertiyordu Gece'yi. Sımsıkı sarılmak istiyordu Miray'a. Hayatta hiçbir şeyi istemediği kadar istiyordu. Onu güldürmek, onu kızdırmak, utandırmak, mutlu etmek, şaşırtmak, yanında olmak, sevmek... ne basit arzulardı bunlar ve ne kadar imkansız.

    Rahat bırakmazlardı. Saye durmayacaktı. O olmazsa başkaları... Gece'nin karanlığındaki hayaletler Ay'ı bile solduracak kadar fazlaydı.

"Kucaklaşmak isterdik. Bir kez olsun, etimizle kucaklaşmak. Ama hiçbir deniz mahlûku dayanamaz, bu birikmiş cinai aşka. Bu yüzden biz, bugün manzum dersler yazmaktayız bizden sonra gelecek olan, bizden olanlara. Ve o henüz doğmamış dikenlilere, en zor soruyu miras bırakmak isteriz eserimizde:

"Kucaklaşamayan bir yaratık ne der dese dese?"

"O ağzımız, o hiç öpülmeyecek ağzımız, o hiç olmayacak kucaklaşmayı der yine de, eğer bir şey diyecekse."*

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin