72-The Devil and The Huntsman

468 69 13
                                    

"Not: Medyaya tıklayarak şarkıyı dinlerken de okuyabilirsiniz."
   
     Şarkının birden yükselmesiyle her kim varsa binanın içinde ve dışında donakaldı şaşkınlıkla. Bulanık bir şekil kalabalığı yardı geçti. Bir çatırtı koptu. Sandılar ki gök delindi. Binayı saran kalkan titredi. Pijamalı bir kız kalkana dayamıştı yumruğunu. Üstü başı dağınık, biraz kanlı, biraz tozlu.

     Kalkanın arkasındaki iki Avcıya gülümsedi. Şarkı söylemek için ne güzel bir geceydi.

     “Young man came from hunting faint, tired and weary”

    Masumca başını yana eğdi.

     “What does ail my Lord, my dearie?”

    Üstüne gelen Büyücüleri durdurdu.

     “Şiişş.”

     Avcılara döndü yeniden. Minik bir itiş. Kalkan paramparça oldu.

      “Oh, brother dear, let my bed be made”

     Merdivenlerinden çıkmaya başladı.

     “For I feel the gripe of the woody nightshade”

    Bir basamak… bir basamak daha. Yürüdü ve yürüdü. Keyifli ve sessiz bir meydan okumayla.

    Avcılar bir an ikircikli bakakaldılar. Deli olsa gerekti bu acuze. Belli ki deli kuvveti de vardı. Emir demiri keserdi. Akıllı ya da deli, bu kapılardan kimse geçmeyecekti. Saldırdılar.

    Miray gülümsedi. Onları duvara çarpıp Büyücülerin ayakları dibine gönderdi.

    İki kanatlı kapı heybetliydi. Arkasında ölümün kederi ağlıyordu. Zafer coşuyor, savaş kurban arıyordu. Ellerini dayayıp ittirdi. Kanatlar yanlara açılıp içeri buyur etti onu. Avcılar hayret etti. Ölüler umursamadı. Miray sırıttı.

    “Men need a man would die as soon”

     Miray kendini gösterdi.

    “Out of the light of a mage’s moon”

    Cam kırıklarından yapılmış bir ağın üstüne geldiğini gördü.

    “But it’s not by bone, but yet by blade”

    Dudağının kenarıyla gülümsedi Miray.

    “Can break the magic that the devil made?”

    Ağı paramparça etti.

    “And it’s not my fire, but was forged in flame"

    Kıpkırmızı bir duman sardı Avcıların etrafını.

    “Can drown the sorrows of a huntsman’s pain”

    Dumanın dokunduğu her Avcı kalbini tutup yere yığıldı. Ağızlarından burunlarından kanlar boşaldı. Direnmek boşunaydı. Son anlarında bunu anladılar ve teker teker düştüler.

    Yanlarından yürüyüp geçti Miray. Nereye gitmesi gerektiğini iyi biliyordu. Görüyordu. Tüm ışıkları yutan karanlık bir delik. Şüphesizdi adımları. Kendinden emin. Yürüdü, yürüdü, kanların içinde ayak izlerini bırakarak.

    Görkemli başka bir kapının önünde durdu. Küçük bir Avcı grubu karşıladı onu. Belli ki kapıyı açmaya uğraşıyorlardı. Miray’ın geldiğini görünce ona döndüler. En öndeki gencin gözleri korku doluydu. Alnında boncuk boncuk terler. Biliyordu, ölecekti. Ne onun ne Miray’ın suçuydu bu. Ataları, babaları yanlış kararlar vermişti.

    “This young man, he died fair soon”

     “By the light of a hunter’s moon”

    Kırmızı duman onlara da süründü.

    “It was not by bone, nor yet by blade”

    Onlar da öldü.

    “Of the berries of the woody nightshade”

     Cebinden babasının gözünü çıkardı.

    “Of Father dear, lie and be safe”

    “From the path that the devil made.”

    Gözü aldığı gibi kapıya yapıştırdı. Göz küresi bir bütün halinde tahtaya gömüldü. Küçük gözbebeği dehşetli bir şaşkınlık bakıyordu, sıra sıra cesetlerin kendi kanlarının içinde yattığı uzun koridora, camları kırık pencerelere ve hırpalanmış altın varaklı duvarlara.

    Nice cevhere nice büyüye direnen kapı Miray’ın bir dokunuşuyla açıldı. Yürüdü ve yürüdü Miray. Zifiri karanlık gecenin yamacına.

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin