Miray gözlerini açtı.
Fazla uyumaktan sersemlemiş bir halde düşünebildiği ilk şey, "Gözlerim şişmiş," oldu. İrileşip ağırlaşmış göz kapaklarını gözlerinin üstünden neredeyse sürüyerek çekmişti. Bir an boş boş baktı. Karanlığın içinde bulanık, parlak noktalar görüyordu. Çapaklı gözlerini kırpıştırdı biraz. Görüntü netleşti.
Muhteşemdi!
Gözlerinin önünde masallardan fırlamış bir yaz gecesi uzanıyordu.
Berrak geceyi süsleyen onlarca yıldız ışıl ışıl yanıyor, neşeli çocukların şen kıpırdaklığıyla titreşip elmas taneleri kadar göz alıyordu. Kum zerreleri kadar çoklardı. Tüm dileklere yetecek kadar çok... Kayıp gitseler de azalmayacak kadar çok...
Güzeldiler. Huzurluydular.
İçine çektiği nefesin kokusunu duyumsadı. Odasının rutubetli havası değildi bu, tatlı bir çiçek kokusuydu. Yattığı yer yumuşacıktı, bulutların üstünde gibi.
"Cennette miyim?" diye düşündü kendi kendine inanamayarak. Gözlerini nasıl kapattığını hatırlayınca bu oldukça makul bir varsayım olurdu. Hoş, cennet diye bir yer varsa eğer oraya gidecek kadar iyi biri olduğunu hiç düşünmemişti. Ama, burası...
Göz kırparcasına parlayan minik yıldızları avcunun içine alabilirmişçesine elini yavaşça yukarı kaldırdı. Yukarı, yukarı ve...
Gördüğü şeyle gerçek kafasına dank etti. Bilinen hiçbir cennette insana serum takmazlardı herhalde. Sargılı eli hayal kırıklığının bir anıtı gibi öylece havada kaldı. Yaşıyordu; çilesi daha dolmamıştı demek.
Peki, neredeydi o halde? Evinde olmadığı açıktı.
Yavaşça, nefes almaya bile mecali olmayan ihtiyarlar gibi milim milim yattığı yerden doğruldu. Ona kalsa serçe parmağını dahi oynatmadan sonsuza değin orada öylece yatabilirdi. Tüm kemikleri sızlıyordu. Üstünde iblisler tepinmişti sanki. Oynattığı her parçadan itirazcı sızılar, şikayetçi çıtırtılar duyuyordu. Sonunda bir gayretle poposunun üstüne oturmayı başardı. Poposu bile acıyordu lan!
Etraf karanlıktı. Neredeyse tavanın yarısını kaplayan yıldızlı süsleme odaya loş bir aydınlık veriyordu, o kadar. Onun haricindeki tüm ışıklar kapalıydı. Hemen solunda kalan pencereye takıldı gözü. Aralık perdenin gerisindeki karanlığa baktı. Akşam vaktiydi.
Akşam?
"Koca bir gün uyudum mu yani?" diye mırıldandı kendi kendine. Zira vücut parçalarının tutulma oranına bakarsa az uyuduğunu sanmıyordu.
Hemen yanında, çarşafın altında bir şey kıpırdandı. İrkilerek yana döndü. O zaman yatağın ne kadar büyük olduğunu fark etti. Artııı... yanında mışıl mışıl uyuyan kadını da.
Büyücü?!
Bu kadın o kadındı!
Gırtlağını ölümüne sıkan kadın.
Miray derin bir nefes aldı. Şimdi cehenneme düştüğünden emin olmuştu işte. Zebanisi de hemen yanında uyuyordu. Nefesini verirken gevşedi. En azından şimdilik kadın güzelce uyuyora benziyordu ve yeterince zararsız görünüyordu. Etrafına bakındı. Bir yerlerde bir kapı olmalıydı... her zaman bir kapı olurdu.
Yarı karanlıkta görebildiğince sade, epey sade döşenmiş bir odadaydı. Gereksizi geçmiş, gerekli olanlar bile yoktu. Tavandan tabana cam olan pencerenin önüne bir küçük masa ve sandalye iliştirilmişti. Kadının yattığı tarafta da bir makyaj masası vardı. Yatak başının sağ ve soluna iki komodin... ve tamam. Bu kadardı. Miray'ın görüp hissedebildiği kadarıyla odada ikisinden başka kimse de yoktu. Az eşya, az insan; mutluluğun formülü değil miydi bu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
FantasyBüyücüler, Avcılar, Sıradan İnsanlar ve İblisler... Hepsi bir düzen içinde yaşıyorlardı. Ta ki en güçlü Büyücülerden biri olan Gece'nin, sevdiği adam bir Avcı tarafından vahşice öldürülene kadar... Gece artık hem intikamını alıp halkın gözünde otori...