Saye’nin ölümünden sonraki ilk birkaç günü nasıl atlattığını hayal meyal hatırlıyordu Miray. Öğrendikleriyle şoktan şoka girmişti, hatta bir noktada ipin ucunu salmış, her şeyi soğuk bir kabullenmeyle dinler olmuştu. İhtiyar Avcı’nın kör olmasında, Meclis katliamında, Nera’nın ölümünde, hepsinde başroldeydi; sorun şu ki hiçbirine ait anıları yoktu. Fazladan iki kişiliği daha vardı. Üstelik bir büyücü kadar rahat büyü de yapabiliyorlardı.
Aman ne hoş!
Tek kişilikle bile burnu beladan kurtulmuyordu, artı iki ile hayatı şölene dönmüştü.
Tüm bunlardan sonra soluğu zindanlarda alacağını düşünüyordu. Ya da tam güvenlikli bir akıl hastanesinde. Çok fazla kişi ölmüştü ve biri bunun hesabını vermek zorundaydı. Kendini en kötüsüne hazırlamıştı, fakat bir mucize yaşandı; ne akıl hastanesine yatırıldı ne de zindana atıldı. Bilime aşık iki kafalı doktorun tutkulu incelemeleri haricinde bir tane resmi sorguya bile girmemişti.
O mucize kuşkusuz Gece’nin sağladığı dokunulmazlık sayesindeydi ve bunun bedeli olarak Gece’nin üstündeki baskıyı hayal dahi edemiyordu. Oysa Gece Miray’ı kolayca ortaya atabilir, insanlara nefretlerini kusacakları bir suçlu vererek davayı kapatıp rahatına bakabilirdi; ama yönetimdeki mevkisini riske atmak pahasına koruyordu.
Efendi Çınar da bu durumda resmen saçını başını yoluyordu tabii. Miray’a fena diş bilemişti. Fiziken onu öldüremiyordu, ama birini ölene kadar kuşlara gagalatmak gibi tutkulu hayaller kurmasını engelleyecek hiçbir kanun yoktu. Miray’ın arzuları gören cevher gözünü kapatamadığını gayet iyi biliyordu. Bundan zevk alıyordu. Miray, Efendi Çınar’ın işkence konusundaki doğal yaratıcılığını takdir etmeye başlamış, gördüklerinden sonra ne olursa olsun onun eline düşmemesi gerektiğini aklına iyice kazımıştı.
Bir de Ateş sorunu vardı. Ne zaman yan yana gelseler ortamda sinir bozucu bir gerginlik oluyordu. Sadist mizaçlı bir evde kaldıkları için de istediğinden pek sık yan yana geliyorlardı.
Cidden, artık evine dönmek istiyordu. Bir gece daha Yazevi denen gudubetin sadist misafirperverliğine katlanmayacaktı. Ne demişler elin sarayında köle olacağına, kendi çöplüğünde kral ol. Yanıp yıkılan evinin eski haline döndüğünü öğrendiğinde heyecandan yerinde duramamıştı. Ancak güvenliği nedeniyle Gece onun bir süre Yazevin’de kalmasında ısrar ediyordu.
Bir süre… bir süre… ne kadar süre?!
Güvenli olmayan bir yer varsa asıl burasıydı.
Yazevi’ndeki odasının penceresinden kafasını uzattı. Önce üç kat aşağıya çakıllı yola, sonra pamuk bulutların tembelce salındığı mavi göğe baktı.
Firar etmek için harika bir gündü.
Büyük yatağın tüm çarşaflarını çekip aldı. Perdeleri de çıkarıp hepsini uç uca birbirine bağlamaya başladı.
Odanın bir köşesine atılmış pembe goril kıpırtısız neşeli gözleriyle onu izliyordu. Ay desenli gümüş tılsım Miray’ın onu attığı yerde, gorilin kocaman kafasının kenarından mahsun mahsun sarkmış, geride bırakılmış olmaktan kırgın görünüyordu. Taksa ne olacaktı zaten, Gece’nin artık kendi yarısını takmadığını biliyordu. Miray yalnızlığa alışıktı, ama bu yalnız kalmak gibi değildi, soğuk metal bomboş bir hisse sahipti. Sinir edici bir boşluk…
Sertçe asılarak son düğümü de kontrol etti. Eğreti ipi hazırdı.
Odanın köşesini aydınlatan lambaderi aldı. Başlığını ve ampulünü çıkarıp, sopaya benzeyen ayaklarının ortasına çarşafın ucunu sıkıca bağladı. Basit çapası hazırdı. Çarşaf ipini camdan sarkıttı, bileği kalınlığındaki ayağın ağırlığını taşıyıp ortadan kırılmayacak kadar sağlam olduğunu umarak pencereye enlemesine dayadı. Ayak yeterince uzun, pencere de yeterince dardı. Güzel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
FantasíaBüyücüler, Avcılar, Sıradan İnsanlar ve İblisler... Hepsi bir düzen içinde yaşıyorlardı. Ta ki en güçlü Büyücülerden biri olan Gece'nin, sevdiği adam bir Avcı tarafından vahşice öldürülene kadar... Gece artık hem intikamını alıp halkın gözünde otori...