82-Uyanış

259 48 7
                                    

Birisi yanağına okkalı bir tokat atınca Ezel birden ayıldı. Gözlerini açıp şaşkın şaşkın Gökdeniz’in suratına baktı.

“N’oldu?”

“Bunu benim sormam gerekiyor,” dedi Gökdeniz. Ezel’i omzundan tutup çekerek oturttu. “İyi misin?”

“Evet. Aslında…” Ezel kaşlarını çattı. “Hiç bu kadar iyi olmamıştım.”

Çınar’ın minik öfkeli suratı görüş alanına giriverdi. Bir elinde Ateş’in kül kavanozunu tutuyordu, diğeriyle Ezel’in yakasını kavradı.

“Seni adi hırsız! Mezarının huzurunu bozduğun yetmedi bir de onun külleriyle oyun mu oynamaya çalıştın! Bunun hesabını vereceksin...”

“Hayır,” dedi Ezel sakince. Kadının bileğini çekerek yakasını kurtardı. Böyle bir tepki beklemeyen Çınar’ın şaşkınlıktan ağzı açık kaldı.

“Bu ne cüret!?”

Ezel onu takmayarak etrafına bakındı. “Miray? O nerede?”

“Odada senden başka kimse yoktu,” dedi Gökdeniz, Ezel’in gırtlağına çökmek için uğraşan Çınar’ı tutmaya çalışırken.

Ezel ayağa kalktı. Ateş’in külleri tüm odaya yayılmıştı, eşyalar yumuşak gri bir kadifeyle örtülmüş gibiydi. Küllerin soğuk ipeksi varlıklarını artık çok net hissedebiliyordu. Yapmaya çalıştığı büyüyü hatırladı. Bir saniye önce duymuşçasına büyünün kelimeleri zihninde net bir şekilde belirdi, ama şimdi kitaptan okuduğu birkaç sözcük değillerdi; kelimeler anlamlarının ağırlığıyla dolu ve apaçıktılar.

Ne kadar basitti!

Büyüyü daha önce neden yapamadığına şaşırdı. Sessiz çağrısıyla berjerin kenarına yuvarlanmış baston uçup avcuna kondu.

Çınar bir şeyler deyip duruyordu. Ezel ona dikkat etmediği için kadının sesi kulağının ardındaki bir uğultuydu. Gökdeniz’in keskin bakışlarının üzerine dikilmiş olduğun biliyordu. Gökdeniz’in onu durdurmayacağını da biliyordu. Durdurmaya kalksa bile önemli olur muydu? Hayır. Ezel şu anda bir şeyi yapmayı istiyordu. Nasıl yapacağını da biliyordu ve şimdi önemli olan tek şey buydu.

Küller soğuktu, ölüydü; ama Ezel’e itaat ettiler.

Havanın yumuşak bir dalgalanmasıyla tüm küller çöktükleri yerden havalandılar ve hızla bir noktaya doğru akmaya başladılar. Odanın içinde, tam önlerinde minik bir kül fırtınası kopuyordu. Döne döne toplanıp biriken pudramsı zerreler kurutucu alevlerin etkilerinden silkiniyor, kabarıp şişiyor, almaları gereken şekli alıp ait olduğu yerleri buluyor ve bütünle birleşiyorlardı.

Ezel içinden çekilen gücün önce bir iskelete şekil verdiğini gördü. Kemiklerin etrafı kaslarla ve sinirlerle sarıldı. Organlar belirirken deri tüm bedeni sarıp örttü. Gür saçlar coşkuyla uzadı, kaşlar ve kirpikler olmaları gereken yerlere sıra sıra dizilip bedene son şeklini verdiler.

Büyü bitti, rüzgar duruldu ve Ezel tuttuğu nefesini bıraktı.

Bir an hiçbir şey olmadı.

Ve sonra… Ateş yavaşça gözlerini açtı.

“İblislerin başı!” diye hayretle sövdü Çınar.

Ezel gülümsüyordu. Başarmıştı.

Ateş gözlerini kırpıştırarak karşısındaki üç büyücüye baktı, büyücüler de ona baktı. İki göz, iki kulak, bir burun, on parmak, kollar bacaklar falan… her şey tamam görünüyordu. Yeniden bir bütündü. Yeniden etin ve kemiğin tüm ağırlığını taşıyordu.

Ateş’in yakışıklı yüzü kafası çok karışık birinin ifadesiyle çarpıldı. Normaldi; bir an ölümün katı ve kör tekdüzeliğindeyken, bir an sonra yerçekimi gibi fiziksel yasaları ya da neredeyim, yaşıyor muyum gibi varoluşsal krizleri tekrar dert edinmeye başlamıştı, haliyle onun yerinde kim olsa uyuşuk, şaşkın ve belki biraz kızgın görünürdü. Bir kolye gibi boynunu çepeçevre saran beyaz yara izi kumral teninde hemen göze çarpıyordu. Bedeninin aşağı kısımlarında, katmerli karın kaslarını geçtikten sonra göze çarpan başka yerler de vardı.

 “Oh, melekler!” dedi Çınar iri iri açılmış gözlerle.

“Yaz,” diye seslendi Gökdeniz, “Ateş’e kıyafet getirir misin?”

Ezel’in kaşları havadaydı. Milletin ‘büyük kayıp’ derken neyi kastettiğini yenice anladığını düşünüyordu.

Ateş biraz sarsakça da olsa Gökdeniz’in yardımıyla giyinirken, Çınar Ezel’in yakasına yeniden yapışmış onu sarsmakla meşguldü.

“Ne yaptın sen? Nasıl yaparsın bunu?!”

Ezel’in diyecek bir şeyi yoktu. Büyüyü yapabileceğini hissetmişti ve yapmıştı. Doğrusu bu kadarını o da beklemiyordu. Başarısının coşkusunu, yaratacağı olanakların büyüklüğünü ve korkusunu fark ederek heyecanla titredi. İstediği her şeyi yapabilirdi sanki. Kim durduracaktı onu? Dünya öncekine göre çok daha küçülmüş gibiydi.

Güçlü olmak, demek böyle bir şeydi.

Gülümsedi.

Fil ezdiği çimenin hesabını verecekti artık. Hem de kendi ayağıyla gelerek.

Ezel Çınar’dan kurtulup Gökdeniz’e yaklaştı. Şişeyi almayı kabul etmemişti, şimdi biraz daha farklı düşünüyordu. Büyücü olarak çok daha güçlüydü artık, merak ediyordu; bir hırsız olarak mahareti ne kadar gelişmişti?

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin