Keyifli okumalar
Umarım beğenirsiniz...
Oy ve yorumlarınızı unutmayın lütfen
🗝️
Sahnede kabuslarımın başrolü olan kişi Lord, yaptıklarına rağmen gülümseyip neşe saçıyordu etrafa. Bense onun hakkında bildiğim herşeyi, sorumlu olduklarını, kabuslarımı kabus yapanın o olduğunu sadece bir saatliğine unutmak zorundaydım.
Aksi takdirde kabuslarım üçüncü kez tekrar edebilirdi.
Tüm bedenim kabuslarımı tekrar yaşıyormuşçasına titremeye başladı. Eminim, Lord'un kabuslarımdaki adam olduğuna eminim. Gümüş bıçağıyla gözümün önünde babamın, oğlanların, en sonda kendi kanını akıtan kişi oydu. Etrafa gülücükler saçtığı yüzünün arkasındaki vahşeti görebilen sayılı kişilerden biriyim ama bizzat vahşet sırasında onu izleyen tek kişiydim. Kötü bir kabul olduğunun farkında olsam bile bilincim buna izin vermeden sanki gördüklerimin hepsi yaşayacaklarımın ön gösterimiymiş gibi bir hava veriyordu bana.
Yüzünü görememiştim ama şüpheye düşeceğim her an içimden bir yerlerden gelen ses o olduğunu, şüphe duymamam gerektiğini söylüyordu bana. Beyaz saçlarından başka bir bildiğim yokken bu kadar emin olmam da beni doğruluyordu sanırım.
Ne yapacağımı, nasıl tepki vermem gerektiğini düşünemiyor, öylece bakıyordum ona. Gülümsemeyi bırakmıştım. Kendimi zorluyordum ama olmuyor, gülemiyordum, gülmek istemiyordum zaten. O adam yüzüne gülünmesini değil, can çekişmeyi hak ediyordu. Herkesi kör etmeyi başarmıştı ama gözden kaçırdığı istisnalar onun sonu olacaktı.
Sahnede, kürsünün arkasında gülen yüzüyle tüm masalara tek tek bakarken ona hak ettiğini vermek için oyunuma devam etmem gerektiğini kendime hızlıca hatırlattım ve fazlaca zorlanarak da olsa gülümsemeyi başardım. Masalarda gezdirdiği gözleri gözlerimle buluştu. Ona attığım gülümser bakışların arkasında ki nefreti görüyor mu bilmiyorum ama o bana hafifçe kafasını eğip selam verdi ve diğer masalara da bakıp mikrofona yaklaştı.
"Hepiniz Kızılbağ 29. Yıl dönümü etkinliğine hoş geldiniz."
Sesini ilk kez duymamla baştan aşağı elektrik dalgası geçmişti vücudumdan. Kabuslarımda hiç konuşmazdı ama şuanda onu duymak içimde patlamaya hazır bekleyen öfkeyi büyütmüştü. Etraftan tekrar alkış sesleri koparken bizim masadan da gelmesiyle titreyen ellerimi kaldırıp fazla sesli olmasa da alkış tuttum. Göze batmamak için tüm enerjimi harcarken onun bu denli normal durabilmesini izliyordum.
Herkes onun iyi niyetini alkışladığını düşünüyordu ama ben yaptıklarının yanına kâr kalmasını ve üstüne bu alkışları iğrenç başarılarına aldığını düşündüğünü düşünüyordum. Yüzündeki ifade herkesi kandırmayı başaran bir adamın aldığı alkışlara aitti.
Alkışlar yavaşça sustu ve Lord tekrar mikrofona yaklaşıp klasik açılış konuşmalarından yapmaya başladı. Anlattıklarını dinlemiyor, kendine kurduğu küçük, herkesin mutlu olduğu dünyanın dışındaki ikinci dünyasını düşünüyordum. Gizli girişinin yerini bildiğimiz mekanı, içeride daha ne kadar ileri gittiklerini, tüm devleti arkalarına almışken nasıl galip gelebileceğimizi düşünüyordum. Girdiğim her yolda bir çıkmaz sokağa rastlarken endişelenmeden yapamaz hale gelmiştim. Bu kadar çıkmaza rağmen yapabilir miydik?
Artık kendi kendimi kurtarmaya çalışırken sahneye elinde bir tepsi ve tepsinin üstündeki küçük kadehi andıran kristal bir bardakla garson yaklaştı. Dikkatimi tekrar salona döndürdüğümde yaşam suyunu içeceğimizi anladım. Tahmin ettiğim gibi Lord garsonun getirdiği tepsideki bardağı aldı ve kürsüye koyarak tekrar konuştu. O konuşurken garsonlar tarafından masalara aynı bardaklar dağıtılmaya başlandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüşler Ve Altın
General FictionZamanın iki ünlü doktoru insanların beyinlerini yıkamayı kolaylaştıran bir serum yapsalar ne olurdu? İnsanların beyinlerini yıkamak isteyen bir tarikat da tek endişeleri olan bu serumun peşine düşse? Peki ya o doktorlar yıllar önce serumu kendi çoc...