O kadar iyi ve düşünceli bir insanım ki... Sırf siz merakla beklemeyin diye iki bölümü yazıp art arda atıyorum.
Alırım bir oy, bir yorumunuzu gacılarım
Bölüm şarkısı koyarak hepimizi şaşırtıyorum. Manuş Baba- Dönersen ıslık çal
Keyifle okumanız dileğiyle
🗝️
Olmuyor, ne yapsam olmuyor.
Bu kaçıncı ayrılık akşamı?
Duvarda asılı resminle bir ben,
Bir sen geçiyor...En iyi yaptığı şeyi yapıyordu yine. Onu izliyordu. Zaten ömrü böyle geçmişti. İzleyerek. Evinin penceresinden uykusunu seyrederek. Dışarıda kılık değiştirip karşısına çıkarken onun yere göğe sığamayan enerjisiyle sağa sola koşuştururken, hoşlandığı çocuğun yanında gülerken bir köşeye sinip gülüşünü izleyerek...
Yıllar geçmişti o günlerden bu zamana. Kendisi değişmişti, o değişmişti, dünya değişmişti. Peki araları neden değişmemişti? Neden Fatih yine bir köşeye atılıp izlemeye mahkum bırakılmıştı? Her şey değişmişti de, neden kalbi kırık bakışları değişememişti.
Onca dans eden kişinin arasından belki de ilk kez kimin ne düşüneceğini bu kadar umursamadan sevgilisine bakıyordu. Büyük çay bahçesinin ortasındaki dans yerinin hemen yanındaki büyük, beyaz örtü ve şamdanlarla süslenmiş masada oturuyorlardı Kızılbağlar. Gümüşler ise giriş tarafında, pistten biraz uzağa yerleşseler de net görüyorlardı.
Görkem'in sağ kolu Yelda'nın sandalyesinin arkasına dayalı haldeyken ona gülümseyerek bir şeyler diyordu. Yelda da aynı neşeli tavrıyla onu dinlerken bir yandan da masadaki meyve suyunu içiyordu. Diğer yanında oturan Lord ise görünüşünden zengin olduğu belli olan bir adam ile muhabbet ediyordu. Üzerindeki bakışlardan gayet haberdar olsa da oraya bakmak yerine Yelda'yı daha da güldürüp mutlu olduğunu belli etmeye çalışır gibi çabaya giriyorlardı.
Fatih'in gözleri geldiklerinden beri Yelda'dan ayrılmamıştı. Her ne kadar bunu görmek, kabullenmek canını yaksa da gerçekten de mutlu görünüyordu. Kalbinin teklemesini sağlayan o güzel gülüşü eksik olmuyordu yüzünden. Ara sıra sanki bu gülüşü ona yapıyormuş gibi Fatih de hüzünle gülümsüyordu. Sonra da fark ediyordu aslında kime güldüğünü. Bu sefer yutkunsa da geçmiyordu.
Pistte dans eden çiftler de aralarında konuşuyor, sırıtıyorlardı. Tüm masalardaki misafirler de gülüyordu. Bir tek bu masa gülemiyordu. Bazıları da bunu fark edip onlara garip bakışlar atarak aralarında fısıldaşıyordu ama işte umursayan yoktu. Kardeşler kendi aralarında ölü gibi bakışlar eşliğinde kısık sesle konuşurken Fatih belki o gözlerle denk gelir umuduyla bakışlarını sabit tuttu ısrarla.
Masanın altında, kucağında duran elleri yumruk olmuşken dizini titretmeyi bırakamadan sabırla o bakışları bekledi. Görkem de Lord gibi bakışların farkında olduğundan dolayı bilerek yakın davranıp konuşurken üzerine eğiliyor, sanki yanağında bir şey varmış gibi elini götürüp parmak uçlarıyla dokunuyordu. Yelda ise ona hiç aldırmadan meraklı gözlerle etrafı inceliyordu sadece. İlk kez böyle bir kalabalığın içinde gibi gözüküyordu.
Şimdi yanında olması, onunla beraber gülüşerek konuşması gerekirdi. Bıcır bıcır konuşmaya devam ederken kimsenin göremeyeceği kenara onu çekip dudaklarını öpmesi gerekirdi. Yanaklarını, saçlarını, gözlerini öpmek istiyordu. Kendisini bir an için aylar öncesinde bulduğunda ''acaba tüm yaşadıklarım rüya mıydı?'' diye düşünmeden edememişti. Çünkü onu seyirci yapan bu hayatta rolü değişmiyordu bir türlü.
Gözleri gülümseyen kızdan ayrılmazken kafasında günler öncesine ona söylediği ''sevgilim'' hitabı dönüyordu. Yelda ise ondan habersiz dans eden insanlara bakarken, gülümsemesi durmadan kafasını biraz daha çevirdiğinde Fatih'in dakikalardır beklediği şey olmuştu. Sonunda denk gelebilmişti kahve gözlerle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüşler Ve Altın
General FictionZamanın iki ünlü doktoru insanların beyinlerini yıkamayı kolaylaştıran bir serum yapsalar ne olurdu? İnsanların beyinlerini yıkamak isteyen bir tarikat da tek endişeleri olan bu serumun peşine düşse? Peki ya o doktorlar yıllar önce serumu kendi çoc...