40. Bölüm: Unutulmayan Hatıralar

117 10 18
                                    

40. Bölüm... Duygulandım...

Zaman ne getirir bilemem ama planlarımın arasında 65-70 bölümlerin arası final yaparım gibi bir düşünce var.

Elbet hoşunuza gitmeyen, saçma bulduğunuz yerler olmuştur. Sonuçta her kafaya uyan şeyler yazmam imkansız gibi bir şey. Ama yine de yorumlarda hiçbir kırıcı eleştirici görmemek havalara uçuruyor beni. Belki final yaptığımızda -o günleri görebilirsek- buralar yüzlerce, binlerce yorum olur. Herkesin aşık olduğu bir Gümüş oğlanı olur. Winx perisi seçer gibi ''ben oyum'' dersiniz. (Ceyhun ve Ezgi arasında bir şeyim ben)

Şimdi... Lütfen herkes Ahmet Kaya, Sezen Aksu ve Müslüm Gürses'in şarkılarını kapatsın...

Nihayet Gazapizm'den heyecanı yok, Mother Mother'dan hayloft 2 yi açabiliriz. Derin bir nefes, hümanaylan birlikte sağdan soldan diyerek başlıyoruz.

Sağ ayakla...

Keyifli okumalar dilerim.

🗝️

Yelda'dan...

Birkaç nefes.
Birkaç insan.
Birkaç acı.
Birkaç his.
Bu dört belirsiz istatistik bana göre hayatın tanımı. Mutluluğu, aşkı, arkadaşları veya düşmanları teker teker ayırmadım. Hepsi mevcut bu dört tanesinin içinde. Baş ağrısı da, kurşun yarasının acısı da, kalp ağrısı ya da ruhun acısı da tek bir başlıkta. Acı. En baskını o bana kalırsa. Sonuçta hepsinin kapısı öyle ya da böyle acıya açılıyor. Nefesler kesilirken çekilen acı ya da nefes alamıyormuş gibi hissettiğin anlardaki ruhsal acı. İnsanlardan gördüğün sayısız darbelerin acısı. Ne kadar hızlı koşsan da kaçamadığın hislerin üzerinde bıraktıkları acı.

Hepsi birleşince bir hayat ediyor. Hatıra, anı. Size seçenek hakkı tanımadan aniden unutabileceğiniz anılar. Yaşamamış gibi. Sahi, bu dördünü de unuttuğumuzda, bizden geriye ne kalıyor? Hiç yaşamamış sayılmıyor muyuz? Sonuçta hayat, fotoğraf ve videolara hepsinin sığamayacağı kadar büyük bir olgu. Kanıtların sığmadığı yerlerde ise kendinizden başka bir şeyiniz yok. Hafıza orada giriyor devreye.

Peki her şeyi unuttuğumuzda? Kim kalıyor elimizde? Daha kendimizi bile hatırlayamazken etraftan ne bekliyoruz? Ben söyleyeyim, hiçbir şey. Kendini tanımayan bir insandan etrafındakilerde bir şeyler beklemez. Ya acırlar haline, ya kullanırlar aleyhlerine. Ama bir saniye durup da o kişinin hayatına dikkat kesilmek iki seçenek arasında da yok.

İşte bu yüzden bu seferlik kuralları yazan tarafı oynadım. Baktım ki dış gözün sadece iki seçeneği var. Düşünüyorlar ne yapacaklarını. Tabi ki acımayacaklar halime, sadece beni nasıl kullanacaklarını düşünüyorlar. Başarmışım demek ki diye geçirdim içimden. İpleri tutan taraf olduklarından eminler. Ama haberleri yok iplerini birbirine bağladığımdan. Uçurumun kenarına kadar sürüklendiler, sadece düşmedikleri için kendilerini en yukarıda görüyorlar.

Onları itmek için kurduğum oyunun ilk günü.

Başlayalım mı artık?

**

''Keşke daha önce yapsaydık.''

Duyduğum sesle bilincim açılsa da gözlerimi kapalı tuttum. İnsan her an her şeye hazır olabiliyor muydu? Olabiliyormuş. Tamam, sakin ol. Bu ses Görkem piçinin sesi. Gözlerini hareket ettirme. Nefeslerini aynı şekilde al, ver. Yelda, sadece hareket etme ve uyuyor görünmeye devam et. Bir şey yok.

Nerede olduğumu biliyorum. Gözkapaklarımın ardından bile görebildiğim o beyazlıktan belli nerede olduğum. Yatıyorum. Ellerim ve ayaklarım serbest. Üzerimde elbise var, dizlerimin altında bitiyor hemen ve çorapları hissediyorum. İyiyim. İyisin, uyuyorsun.

Gümüşler Ve AltınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin