Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak'tan tüm Watty alemine selamlar.
Bakalım beğeneceğiniz bir bölüm olacak mı? Duygularınızı çok merak ediyorum.
Gidişat hakkındaki tuhaf tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz, biraz eğleniriz.
Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalar dilerim.
🗝️
Belki de kıskançlıktır tüm hüzünlerin sebebi. Sevdiğinizi kaybettiğinizde yaşayanları kıskanırsınız. Bir işte başarısız olduğunuzda başarılı olanları kıskanırsınız. İçinize çöken ani sıkıntılarda da sebepsiz mutlulukları kıskanırsınız. Sahte gülüşlerin ortasındayken hakiki mutsuzluğu kıskanırsınız.
Bizim renksiz yaşantımızda, toz pembe aşkları kıskanırız.
Sadece iyiler kıskanılmaz. Bir suçlu, masumluğu kıskanamaz mı? Bir ünlü sıradanlığı, şöhret içindeki birisi yoksulluğu, zekiler aptalları, herkesin kusursuz diye tabir ettiği kişi güzellik algılarını yıkan kusurları...
Her şeyden haberi olanlar, bildikleri altında ezilmemeye uğraşanlar, tüm bunların farkında olmadan hayatlarına devam edenleri kıskanamaz mı? Her daim kafasında çınlayan 'neden ben?' sorusundan bıkmış bir ruh, yanından geçip giden bir gülümsemeyi kıskanabilir. Çünkü o ruh o bedene o kadar boğuk gelir ki, vapurun üzerinden uçan martıyı, gölgeye serilmiş bir köpeği, ağaçta kendine yuva yapmaya çalışan bir kuşu bile kıskanabilir. Onların da farkı yoktur çünkü.
Peki ya kıskanmayı bırakmak? Mümkün mü? Saklamaya çalışsa dahil gözlerine sıkışmış kalan karaltıyı gizleyebilir mi bir insan?
Belki de bazıları gibi numara yapmamız, kendimizi inandırmamız gerekiyordur. ''Hayır, kıskanmıyorum. Ben böyle gayet iyiyim'' demeyi öğrenmek, öğrenmenin yanı sıra da kendimizi buna inandırmamız gerekiyordur. Herkes bilir bunu. Tüm sıkışmış ruhlar aşinadır bu düşünceye. Belki yaşlı gözlerle, belki karanlıkta, belki de aynanın karşısında tekrar tekrar kendi ağızlarından çıkan sözlerdir bunlar.
''İyiyim, iyiyim...'' Derin bir nefes aldım. Gözlerim hala aynadaki yansımamda asılı kalmış, giydiğim elbise neredeyse umurumda olmazken kendime odaklanmıştım. ''İyisin. İyisin. Gayet iyisin.''
İçimdeki anlamsız sıkıntıyla baş etmenin bir yolunu arasam da bulamayarak pes etmiştim dakikalar önce. Elim kolyemden ayrılmadan bana güç vermesini bekliyor, evdeki herkes eğlence için sabırsızlanırken, ben sadece gülümsüyordum. Bu tamamen saatler önce duyduklarımız, verdiğimiz karar ve yaşanabilecek şeylerin stresiydi. Evdeki herkes küçük toplantımızdan sonra klasik hallerine dönerek kafalarındaki dumanı dağıtmış, Ezgi'nin önderliğinde gece için hazırlanmaya dağılmışlardı.
Benimle aynı durumda olduklarına bir şüphem yoktu. Sadece onlar yüzlerindeki 'her şey yolunda' maskesine alışmışlardı o kadar. Gözlerimi yavaşça kapatıp omuzlarımı serbest bıraktım. Bu hareketle kendimi sıktığımı da anladığımda kaçıncı kez olduğunu bilmediğim derin bir nefes daha doldurdum içime. Rahatlamışçasına nefesi bırakıp gözlerimi yavaşça aralayarak aynaya baktım. Bu kez kendimi kandırmayı başararak uzun dakikalar sonrasında ilk kez kendime döndürdüm dikkatimi.
Dizlerimin altına uzanan siyah, kalın askılı ve sade bir elbiseydi. Ezgi beni odama yollarken üstüne basa basa parti elbisesi giymemi söylemiş olsa da nedeni bilinmez, elim direkt bu elbiseye gitmişti. Çok da kötü değildi hem. Yüzümdeki morlukları ve diğer kavga izlerini kapatabilmek için üstün bir çabayla makyaj yapmış, elbiseyi giymeden önce karnımdaki kesiğin de pansumanını tamamlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüşler Ve Altın
General FictionZamanın iki ünlü doktoru insanların beyinlerini yıkamayı kolaylaştıran bir serum yapsalar ne olurdu? İnsanların beyinlerini yıkamak isteyen bir tarikat da tek endişeleri olan bu serumun peşine düşse? Peki ya o doktorlar yıllar önce serumu kendi çoc...