Arkadaşlar birden bire DAN diye olaylara giriyorum. Ben çok zevk alıyorum ama siz beğeniyor musunuz haberim yok kdnxksnckdncnf
Yazalım bakalım bir şeyler. Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalarrr.
🗝️
Sakinliği bir buluta benzetiyorum. Açık, temiz tutulması zor bir bulut. En ufak bir sızıntıdan karanlık, fırtınaya hazır kıvama gelebilecek bir bulut. İçinizden her ne kadar şimşek çaktırmak, kulakları sağır edebilecek bir gök gürültüsü duyurmak gelse de kendinizi tuttuğunuz anların bir bulutu. Öfkenizin fırtına, üzüntünüzün yağmur olduğu o bulutlar.
Hani her kavgaya gözünüz kapalı bir soğukkanlılıkla dalabilirsiniz de, en ufak bir tartışmada ağlamaya başlarsınız ya. Bunun üzüntü veya korkuyla bir alakası olmaz, hep sinirden ağlamak gelir içinizden. Sonra ağladığınız için daha sinirlenirsiniz ve böylece bir kısır döngüye girersiniz. Etrafınızdakiler bu durumu korkunuza bağlar, oysa sizin hepsini yakabilecek bir öfkeniz vardır.
İşte şuanda tam olarak bu durumdayım.
Bir sandalyede ellerim arkada, ayaklarım aşağıda bağlı duruyordum. Kafamda hala durarak beni daha da sinir eden çuvalın altında tamamen sinirden döktüğüm gözyaşlarım eşliğinde ipleri çözmeye çalışsam da olmuyor. Hala inatla bir dakika susmayan Ezgi solumda, sesli ve içli içli ağlayan Aslı sağımda, bitsin de gidelim kıvamındaki Meva da Ezgi'nin yanında oturuyordu. Benim aksime Aslı'nın ağlayışı daha çok korku barındırıyor gibi geldi bana.
Buraya geleli, arabadan ineli yaklaşık yirmi dakika olmuştur herhalde. Sürekli düşüncelerime dalıp durduğum için yolculuğun ne kadar sürdüğünü anlamasam da Meva yaklaşık elli dakika sürdüğünü söyledi. O kabus gibi geçen elli dakikadan sonra da benzer bir itiş kakışın ortasına düşmüştük. Arabadan indirilirken Aslı yardım için bağırırken Ezgi'nin yanından ona susmasını söylüyordu. Neymiş birazdan esas karakterle tanışarak film tadında bir aşk yaşayabilirmiş.
Havada klasik sıcaklık hüküm sürürken sanki üzerimizdeki gölgelikler şerit şerit yapılmışçasına bir gölgeye giriyor, hemen ardından güneşe çıkıyorduk. Birkaç dakika sonra da sola döndüğümüzü anladığımda nihayet kolumu çürüten eleman beni saldı. Buna sevinemeden de dışarıdan daha soğuk bir yere girdiğimizi anlayarak istemeden gerilmiştim. Omuzlarımdan destekle zorla oturtulmamla saniyesinde kalkıp rastgele darbeler savursam da işe yarayamadan bağlandım. Ezgi ise zorluk yerine onlara kolaylık sağlayarak sürekli ve sürekli olarak patronlarının nasıl olduğunu, tipini ve zenginliğini sordu. Aslı ağlaya ağlaya kendini bırakırken Meva da Ezgi'yi susturmaya çalıştı. Başaramadı.
Dün gece de, bu sabah da ağlıyordum, hava almaya çıkınca düzeldiğimi sandığım o boşlukta da kaçırılmamla bölüm sonu canavarı misali ile susturamıyordum kendimi. Yine de gözyaşlarımı sessizce akıtarak diğerlerine bir şey çaktırmamaya çalıştım. Benim ağlayışım sinire bağlı olarak kar topu misali büyümüş, bu anı bulmuştu. Yalnız kalmamızla benim düşündüğümü düşünerek kısaca kim tarafından kaçırıldığımızın toplantısını yapsak da cevap bulamamıştık. Şimdi ise ortam biraz olsun sessizleşmiş, herhangi bir hareket, bir açıklama veya bir saldırı bekliyorduk.
''Manda yuva yapmış söğüt dalınaaaaa... Ammman ammaaan...''
''BENİ BAŞKA BİR HÜCREYE ALIR MISINIZ LÜTFEN! LÜTFEN AMA!''
Artık çuvalın hasır kokusu midemi bulandırırken dakikalar önce kendimi susturduğum için gözyaşlarımın yanaklarımda kurumasını bekliyordum. Planlarımın arasında buradan kurtulmak birinci sırada yer alıyor, hemen arkasından da bulduğum ilk benzini dökerek kibrit çakmak istiyordum. Ya da bir levye veya favorim olan 'meşe odunu' vasıtasıyla o siyah minibüsün tüm camlarını indirmek. Kendimi Ezgi'nin attığı taş ile avutmakla yetindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüşler Ve Altın
Ficción GeneralZamanın iki ünlü doktoru insanların beyinlerini yıkamayı kolaylaştıran bir serum yapsalar ne olurdu? İnsanların beyinlerini yıkamak isteyen bir tarikat da tek endişeleri olan bu serumun peşine düşse? Peki ya o doktorlar yıllar önce serumu kendi çoc...