''Nefrete sevgiden fazla güvenirim. Çünkü nefretin sahtesi olmaz.''
-DostoyevskiBeğenmeniz dileğiyle...
Keyifli okumalar dilerim.
🗝️
''İnsan'' dedim sessizce. Muhtaç olarak doğan, büyüyen ama hayatını kimseye muhtaç olmama uğruna harcayan bir canlı.
Bebeğin annesine, bitkinin suya, ciğerlerin havaya olan muhtaçlığı gibi. Yeterince paraya sahip olup istediğin yerlere yükselince kimseye ihtiyacının kalmadığını düşünmen için de bir rakibe ihtiyacın olması gibi. Belki son nefesin olmasın diye yalvardığın, belki de son nefesini bırakmanı sağlaması için yalvardığın bir canlı. İnsan. Sonunda karanlığa gömülüp bir parça toprağa karışacak olan bedene sıkışan, dünyaya sığamayan bir ruh.
Bahşedilen hayattan şikayet edip her dakikasını gelecek hayalleriyle dolduran varlıktır insan. İyiliğin içindeki kötülük, kötülüğün içindeki iyilik. Saf iyilikten kimse emin değildir. Herkes o kadar kötülük görmüştür ki, saf iyilikte de arar bir bit yeniği. Ama saf kötülük öyle değildir. Aslında en kusursuz güven kötülüğe karşı olandır. Sevgiye zıt olarak nefretin sahtesinin olmazdır çünkü. İnsan dediğimiz et yığını da gerçek olduğu için sevmez kötülüğü, korkar.
Tutunulabilecek yalan güzellikler, içini parçalayan gerçeklerden daha cazip gelir her zaman.
Karşımdaki karmaşanın sebebi de buydu zaten. Kameralarımızda görünen kayıtları sayamadığım kadar baştan sarmaları, her saniyesinde yakalayabilecek bir şey aramaları da bundan. Ne olursa olsun devam etmeleri de gerçeklikten kaçmalarından. Yeraltına gömülü bir şehirde güneş ışığı aramaktır 'umut' denilen şey. Ulaşmak için kazmaya devam edilen, kimilerinin kazdığı toprak altında kaldığı, nadiren de olsa güneşi görebilenlerin hikayesi.
Abimin elini sertçe masaya vurmasıyla fark edebildim gözlerimin daldığını. Bakışlarımı halının desenlerinden çekip yukarıya kaldırdığımda abim ayağa kalkmış, sağa sola yürüyerek hıncını atmaya çalışıyor, bir yandan da acıtacak derecede yüzünü, gözlerini ovuyordu. Onlar geleli ne kadar olmuştu hatırlayamıyorum ama iki kişi eksik geldiklerini hatırlıyorum. Bir saniye bile kaybetmeden görüntülerin başına oturup art arda izleyerek ufak bir ayrıntıyı kovaladıklarını da hatırlıyorum. Tabi bir de bir şey bulamadıklarını.
Abimlerin gizli kapıdan ayrılmasından yaklaşık on dakika sonra kapı tekrar açılıp o siyahlı çıkıyordu arkalarından. Aynı gizlenen tavırları ve biraz aceleci haliyle kayboluyordu ağaçların arasında. Hakkında bildiklerimiz erkek olması, boyunun bir seksen civarlarında olduğunun dışına çıkamamıştı henüz. Elde edebileceğimiz tek bilgi açıktaki gözleri olurdu ama onları da sadece iki kişi görebilmişti yakından. Gözümün önünden gitmiyordu Selçuk ve Bünyamin'in bakışları. Dudaklarındaki ufak tebessüm, kameraya attıkları 'pişman değilim' diye haykıran bakışlar. Kendilerinden ziyade sadece planımız için korkan bakışları.
''Altın kız'' dedi Fatih. Sağımda oturuyor, tek elimi iki eliyle tutuyordu. Biliyordum bana seslendiğini ama hala abime bakıyordum. Yüzündeki ne yapacağını bilemez bakışlar, hem hiç planının olmaması hem de öbür yandan yapmak istediği sayısız kurtarma operasyonu. Her planı, içine 'gizli' detayının eklenmesi sonucunda bozuluyordu. İçinde taşan öfkeyle oraya dalmak istiyordu. Toplayabildiği kadar kişiyle, iki elindeki silahlarla, göğsünde harlanan nefret ile ateşlemek istiyordu tabancaları. Bu hikayelerin sonunda da çok fazla kişinin tek şansı olan biz açığa çıkarak onlardan farksız hale geliyorduk.
'Gizli' diye diye biz yok oluyorduk yavaşça. Yeterince görünmez olmayı başaran insan kaybolur sonunda. Kayboluyorduk. Hep beraber olacağını tahmin ettiğimiz şey teker teker olmaya başladığında yakıyordu canımızı. Bu var mıydı toplu çöküşümüzün planlarının arasında?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüşler Ve Altın
General FictionZamanın iki ünlü doktoru insanların beyinlerini yıkamayı kolaylaştıran bir serum yapsalar ne olurdu? İnsanların beyinlerini yıkamak isteyen bir tarikat da tek endişeleri olan bu serumun peşine düşse? Peki ya o doktorlar yıllar önce serumu kendi çoc...