Buraya bu hikayeye en yakıştırdığınız sonu yazar mısınız... Yani sizce nasıl bitmeli, bu büyük aileye nasıl bir son yakışır????
Yorum yaparak fikirlerinizi paylaşın lütfen. Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur.
Keyifli okumalar dilerim ❤️
🗝️
Ayağıma yediğim dördüncü tekmeye de dayanamadan ayaklarımı sandalyemin altına kıvırıp fark etmiyor, umursamıyor taklidime devam ettim. Bacağıma vura vura çürüten Selçuk ise masanın tam karşımdaki sandalyesinde oturmuş, bana gözlerini koca koca açıp, bir yandan da diğerlerini kontrol ederek mesaj vermeye çalışıyordu. Ağzını da sinirle büzüp küfür eder gibi mırıldanmasıyla gülmemeye çalışarak kafamı eğik tuttum. Gözlerimi kısıp dikkatli bir şekilde ıstakamı ve kendi durumumun istatiksel yapısını incelerken Fatih'in soldan kendi taşını atmasıyla sıra bana geçmişti.
Hayatımda ilk kez okey oynuyordum. Tamam, eğlenceli olabilirdi ama içinde bulunduğum durumda daha çok korkutucu oluyordu. Ben ve Selçuk'a karşı Fatih ve Ceyhun takım olmuştuk. Fatih ilk başta bana tatlı tatlı öğretip arada tebessüm ile ufak öpücükler kondurup anlatmak istese de, Ceyhun dudağının kenarında tuttuğu sigarasıyla ve dumanının yükselmesi sonucunda kıstığı tek gözü ile zorla anlattı bana. Zaten zar zor anlamıştım, bir de sonradan sırf rakibim diye Ceyhun'un bana yanlış öğrettiği açığa çıktığında hepsini sil baştan Fatih ve Selçuk öğretmişti.
Okey siyah altıydı ama önümde tamamlamaya çalıştığım pere öyle odaklanmıştım ki, tek dileğim mavi on birin gelmesi oluyordu. Beceriksizce diğer taşları düzenlemeye çalışıp refleksle sargımı tutan elimi kaldırdım ve Fatih'in attığı taşı aldım. Tuhaf bir şekilde aldıktan sonra taşa baktığım için burun kıvırıp aynı şekilde Ceyhun'a verdim. Selçuk karşımda yavaş yavaş kırmızıya dönüyordu sinirden.
"Tevekel..." Ceyhun'a döndüğümde dudağının kenarı kıvrıldı. "Bak nasıl da biliyor kendini."
Tam cevap vereceğim sırada sigarasını işaret ve orta parmağı arasına alıp bana uyarır gibi hareket yaptı. "Taşı almadan önce bak ki ortadan çekme şansın olur. Garip garip oynama."
He he diyerek geçiştirdiğimde sıranın Selçuk'a geçmesiyle tek eliyle yüzünü ovup sıkıntılı bir nefes bıraktı ve 'bitsin de gidelim' der gibi Fatih'e taş attı. Ondan gözlerimi kaçırırken bu sefer başaramadan yakalandığımda sinirle ağzını oynatıp ona bakmamı sağladı. Gözleri hızla diğer ikisini kontrol ettiğinde kaş gözle, ağzını çaktırmadan oynatarak kırmızı dokuzu bir şekilde ona ulaştırmamı söylüyordu. Kaşlarıyla da işaret ettiği yere bakmamla Fatih'in bana önceden attığı taşların arasında olduğunu görmemle gözlerimi biraz açarak rahatsızca yerimde kıpırdandım.
Her ne kadar ona yapamayacağımı anlatmaya çalışsam da tehdit eder gibi bakmasıyla yutkundum. Gözlerim kırmızı dokuzda kaldığında sıranın bana geçmesiyle kafamı kaldırdım. Bu sefer değişiklik yapıp taşı ortadan çektiğimde yine işe yarar gelmediği için oflayarak Ceyhun'a verdim. Daha doğrusu veremedim. Tam elimi uzattığım sırada havada taşı görüp gorillerin göğsüne vururken çıkarttıkları seslere benzer bir sesle bağırıp gözlerini açtı. Sigarayı tutan elini kaldırıp tekrar dudaklarına koydu ve elimde kalan taşı alarak alnına yapıştırıp ellerini çırparak oynamaya başladı. Ben ise mal olmuş halde alnına yapışan siyah altıya bakıyordum.
"Hay sıçayım kurduğunuz takıma! Kim kararlaştırdı lan bunu!" Selçuk'un bağırmasıyla irkildiğimde tam tersim olarak Fatih ve Ceyhun gülerek ellerini çırpıyorlardı. Selçuk iki eliyle de yüzünü kapatmış halde arkasına yaslandığında, ben düşen yüzümle onu izliyordum. Oyunu bu kadar ciddiye aldığını bilsem daha dikkatli olurdum. Tepkisiz kalmaya devam etmek istesem de Fatih'in uzanıp yanağımdan makas alması ve tek gözünü kırpıp beni cesaretlendirmesiyle gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüşler Ve Altın
General FictionZamanın iki ünlü doktoru insanların beyinlerini yıkamayı kolaylaştıran bir serum yapsalar ne olurdu? İnsanların beyinlerini yıkamak isteyen bir tarikat da tek endişeleri olan bu serumun peşine düşse? Peki ya o doktorlar yıllar önce serumu kendi çoc...