'Karanlık ışığın, soğuk sıcağın, şeytan Tanrı'nın yokluğudur.'
Yalanlar da; gerçeklerin yokluğu... Dile dökülmekten kaçınılan her gerçek; yeni bir yalana gebedir. Ve sayfalar dolusu cümlelerin, saatlerce dile dökülen kelimelerin bile yıkamayacağı gerçekler vardır bazen. Doğru ya da yanlış... Ne kadar can acıtırsa acıtsın, ne kadar eksik hissettirirse hissettirsin; bazı gerçekler hayatımızın ta kendisidir. Aksinin olmasını dilesek dahi; içimizdeki vazgeçilmez gerçeği kaybetmekten korkarız. Çünkü o acımasız gerçekle bağlıyızdır hayata, o gerçeğin sancısı güçlü tutar ruhlarımızı. Bazen bazı gerçekleri kaybetmek istemeyiz çünkü; içimizi yakan o gerçeğin aleviyle aydınlanır yolumuz.
Sarp'ın yolunu aydınlatan gerçeğinin alevini söndüren ve kendisini karanlık bir kuyuya iten ise; tek bir cümleydi o an. Üstelik yıkıcı birkaç kelime, yıllarca nefretiyle hatırladığı o adamın dudaklarından havaya yayılmıştı. Hilmi Aksoy'un yorgun cümlesi havada asılı kalırken; Sarp'ın elinde bulunan silah, yanağından süzülen o tek bir damla kadar ağır bir şekilde yere düşmüştü. Zaman, tek bir saniyeyi dakikalara yayarcasına yavaşlamıştı. Ne kadar konuşmak istese de; Sarp, dilinin ucunda biriken onlarca soruyla yerinde donaklamıştı.
"Amcan da biliyor annenin ölmediğini."
Aklını yerinden söker gibi içine işleyen bu cümlenin yankılarını beyninde hissederken tek bir söz bile söylemeden arkasına döndü Sarp. Aklı; birbiriyle kavgaya tutuşan zıtlıklarla doluydu. Belki de ilk defa annesinin yaşamadığına inanmak istiyordu; babası gibi gördüğü amcasının, koşulsuzca güvendiği o adamın en az kendi kadar habersiz olduğuna inanmak istiyordu. Böyle bir gerçeğin olmadığına en çok.
Arkadaşı Cenker'in uğultu gibi gelen sesini duysa da onu anlayacak halde değildi. Buğulu gözlerinin izin verdiği ölçüde görebildiği loş odada ilerledi. Demir kapı gıcırdayan bir sesle açıldı ve Sarp odadan yorgun adımlarla ayrıldı. Merdivenleri adımladığında ayakları giderek daha da hızlandı ve son basamağı bitirdiğinde bir kızın sesini duydu. Kendisinin kolunu tutan ve bir şeyler soran kızın Lavin olduğunu anlayamadı bile. Onun narin bedenine çarparak koşar adımlarını çıkışa yöneltti.
Lavin; Sarp'ın kendini kaybetmiş haline anlamazca bakakalırken bunun nedenini anlayamadı. Ardından adını seslendi. Onun kendini görmeyişini anlamlandıramaz iken; Sarp'ın hemen ardından merdivenlerden çıkan Cenker'i fark etti. "Ne oluyor?" diye sordu kolundan tuttugu Cenker'e, telaşla. "Cenker?"
Cenker gözlerinde biriken yaşlarla başını iki yana sallamak ile yetindi ve Sarp'ın peşinden ilerlemeye devam etti. Peşine takılan ve ona sorgulayıcı bakışlar atan Lavin'e cevap verecek gücü kendisinde bulamadı o an. "Gel." diyebildi yalnızca. Hilmi Aksoy'un gerçeği söylemediğine, kendisini ve oğlunu kurtarmak için ilk aklına gelen yalanı uydurduğuna inanmak istiyordu. Aksinin arkadaşı için ne denli büyük bir yıkım olacağını kendi de çok iyi biliyordu çünkü.
Kulübün önüne çıktığında kızgın teker seslerinin olduğu yöne çevirdi bakışlarını Cenker. Hızla arabasına bindi ve yan kapıyı açan Lavin'in de yanına yerleşmesi ile panikle yola cıkarak Sarp'ı takip etmeye başladı. Titreyen ellerinin tuttuğu direksiyonu sıktı ve korkulu gözlerle, kendisinden hala bir cevap bekleyen Lavin'e çevirdi bakışlarını. "Sarp'ın annesi..." dedi donuk bir ses ile. "Sarp'ın annesi ölmemiş."
Duyduğu cevap; başına sert bir darbe almışcasına onu sarsarken dudaklarını araladı Lavin. "Ne?" Bir kaç defa dudaklarını kapatıp açtı. Başını ön cama çevirdiğinde; boş yolu kontrolden çıkmış gibi kateden, önlerindeki, siyah arabaya baktı. "Nasıl?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutsak
Romance"Birlikte güldüğün birine aşık olmak kolaya kaçmaktır; ben seninle ağlamaya bile aşığım." Sıradan başlayan planlı bir intikam oyunu; ne denli büyük bir karmaşaya yol alabilir ve ne denli büyük bir aşka sebep olabilirdi? Tanıtımının Yayınlanma Tarihi...