Önce, siren sesleri kulaklarına ulaştı Lavin'in. Tentürdiyotun genzi yakan keskin kokusu burnuna doldu ardından. Gözlerini araladı ve bulanık görüşüne beyaz, tırtıklı bir tavan takıldı. Gözleri tamamen açıldı. Yanıp sönen ambulans ışıklarının, küçük camdan içeriye vuran yansımalarını gördü, Uzak Doğu'lu olduğu çekik gözlerinden belli olan ambulans görevlisi genç kızın siyah saçlarını daha sonra. Bomboş bakışlara sahip gözlerini etrafa çevirdiğinde gördüğü ilk detaylar bunlar oldu. Ambulansın içindeki her bir detayda ağır ağır gezdi bakışları. Gördükleri; mimiklerinde, donuk gözbebeklerinde hiçbir değişikliğe yol açmadı. Sırtüstü yattığı sert minderin üzerinde tek bir kıpırdanma göstermedi.
Üzerine serilmiş örtünün kırçıllı yapısı teninin ürpermesine neden olacak gibi olsa da; hareketsiz tavrını korudu. Sanki bir balmumu heykeli gibiydi, nefes alışverişleriyle kalkıp inen göğüs kafesi dışında hiçbir uzvu hareket etmiyordu.
Çekik gözlü hemşire; onun ayıldığını hareket eden gözlerinden anladı ve Lavin'in kolundaki dikkatini yüzüne çevirdi. Onları buldukları anda; yüksek sesle ağlayan ve delirmiş gibi Sarp'ı uyandırmaya çalışan Lavin'i ondan ayırabilmeleri kolay olmamıştı. Söyledikleri hiçbir kelime etki etmemiş ve Lavin'in dudaklarından Sarp'ın ismi dışında hiçbir kelime dökülmemişti. Onun çırpınmayı bırakmayacağını anladıkları için de; yaralarını kötüleştirmemesi adına Lavin'e sakinleştirici iğne vurmak zorunda kalmışlar ve onu bayıltarak ambulansa yerleştirmişlerdi.
"Canınız acıyor mu?"
Hemşire; onun ayağıyla ilgilenmesini bitirdi, onun kolundaki yarayı sarmayı sürdürdü ve Lavin'e merakla baktı. Fazlasıyla ince olan sesi Ingilizce'ye henüz tam bir hakimiyet kuramıyor gibiydi. Sorusunu yineledi. "Canınızı acıtmıyorum, değil mi?"
Kızın sorusuna rağmen; gözleri ambulansın tavanındaki tek bir noktada asılı kalmaya devam etti Lavin'in. Beyazlığını koruyan yüzü hala ifadesizdi. Kolundaki yaraya yapılan müdahale can yakıcı olsa da bunu hissetmiyor gibi ruhsuzdu.
"Dilimizi biliyor musunuz?"
Hemşire cevap alamaması sebebiyle dudak büktü. Bu durum, Lavin'in Ingilizce bilmediğini düşünmesine sebep oldu. Aynı soruyu birkaç dilde daha sorsa da herhangi bir cevap alamadı ve son kez yeniden Ingilizce olarak tekrarladı; "Bayan... Dilimizi biliyor musunuz? Iyi misiniz?"
"Öldü mü?"
Lavin; dudaklarından çıkan bu düz sorudan sonra gözlerini kızın şaşkın gözlerine çevirdi. Bedeni değil, yalnızca gözleri hareket etmişti. "O..." dedi aynı düz tonlamayla. "Öldü mü?"
"Eşiniz mi?" Kız soruyu o kadar net duymuş olmanın şaşkınlığını üzerinden atamadı. "Imm..." Ambulansta bulunan diğer görevliye, elindeki iğneyi ayarlayan iri yapılı adama baktı. Adamla gözgöze geldikleri birkaç saniyenin sonunda yutkundu. "Hayır." dedi. "Bir önceki ambulansla hastaneye götürüyorlar. Yaşıyor olmalı." Gözlerini kaçırıp başını öne doğru eğdi ve Lavin'in kolundaki bandı bir tur daha döndürdü. "Kötü bir kaza geçirmişsiniz ama iyisiniz. Eminim o da iyi olacaktır. Umudunuzu kaybetmeyin."
Lavin hala elinde tuttuğu buruşmuş kağıdı kaldırdı, kıza cevap vermek yerine. Elindeki kağıtta yazan şiiri birkaç defa daha okudu. Gözleri yaşlarla yeniden parlayacak gibi olduğunda; ambulansın içini telefon melodisi doldurdu.
Lavin Sarp'ın telefon melodisini duyduğunda dudaklarının titrediğini hissetti. Kendisine yapılan sakinleştirici iğneler ve girdiği şok, kriz geçirmesini engelliyor olsa da bir damlanın yanağından süzülmesini engelleyemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutsak
Romance"Birlikte güldüğün birine aşık olmak kolaya kaçmaktır; ben seninle ağlamaya bile aşığım." Sıradan başlayan planlı bir intikam oyunu; ne denli büyük bir karmaşaya yol alabilir ve ne denli büyük bir aşka sebep olabilirdi? Tanıtımının Yayınlanma Tarihi...