5. Kayıp

267 14 2
                                    

Zifiri karanlıkta, gecenin ayazında Ada ve Bora hastaneden çıkmıştı. Yıldızlar kayıptı, gökyüzünün ışıkları sönmüştü. Gece icine ölüm uğultusu bırakıyordu, kanlı gözlerle çaresiz bir umutla bir işaret bekleyen Bora'ya...ailesi çoktan hastaneden ayrılmıştı, ikisi yalnız kalmıştı. Ada'yı arka koltuğa bıraktığında arabanın kapısını kapatmadan önce ona tekrar baktı. Kurumuş kanlarla kaplı bedeni, hastane önlüğü içindeki soluk teni.. yaşananlar bir bir zihnine doldu. Ne hale gelmisti? Neler olacaktı? Şimdi ne yapacaklardı? Onu nereye götürecekti? Nerede saklayacaktı? Onu incitmeyecekleri bir yer var mıydı? Cevap hayırdı. Dünya güzel ve narin olan her şeyi parçalayıp yok etmeye meyilliydi. Onu yaşatacak hiçbir yer yoktu. Yeryüzü onu bağrına başmamaya, şefkat göstermemeye yemin etmiş olmalıydı. Onu koruyamıyordu. Şimdiye kadar başarısız olmuştu, bundan sonra da yürüyeceği intikam yolunda hedef haline gelmekten kaçamazdı. Bir şeyler düşünmek zorundaydı. Sıkıntılı bir nefes bırakıp arabanın kapısını kapatacağı sırada Ada'nın göz kapakları titredi. Yattığı yerden usulca başını çevirip ona baktığında cılız sesiyle konuşmuştu Ada. "Mutluyum Bora, çok mutluyum. Benim için endişelenme artık. Senin yanında oldukça, iyi olacağım. Benim senden başka kimsem yok, beni sakın bırakma tamam mı?" Bora'nin içi titremişti, kalbi göğüs kafesinin içinden fırlamak için çırpınmıştı sanki. "Asla, seni asla birakmam birtanem. Korkma sakın tamam mı" demişti yumuşak sesiyle ardından uzanıp el parmaklarını öpmüştü usulca. Kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçtiğinde gözleri Ada'nin kanıyla kaplı ellerini bulmuştu. Acıyla kasıldı ve bağırmamak için yumruklarını sıktı. Derin bir nefesle uzanıp arabada bulunan kaloriferi açtı. Ada üşüyordu, bedenî hala buz gibiydi. Başını iki yana sallayarak düşüncelerinden kurtuldu ve zihnine intikam adlı yeni bir dosyayı açtığında eş zamanlı gaza bastı. Hızla yolları arkalarında bıraktıkları sırada araba ısınmış ve Ada mayışarak uyuyakalmıştı. Eve geldiklerinde Bora, Ada'yı dikkatle kucağına almıştı ve usulca kendi odasına girip yatağa bırakmıştı bile. Ev halkı uyuyordu, sessizlik vardı evde. Bora Ada için dolaptan kendine ait siyah bir kazak, eşofman çıkardı. Çekmeceden kalın bir çorap bulduğunda hepsini yatağa bıraktı ve Ada'ya yöneldi. Nazikçe ellerini tutarak onu dogrulttugunda Ada bez bebek gibi sallanıyordu. Uykusu vardı ve tek gözüyle Bora'ya odaklanmaya çalışıyordu ama ne yaptığını bile anlayamıyordu. Kazağı başından aşağı geçirirken epey zorlandı Bora. Ada'nin da o arada uykusu açılmıştı ve yorgun sesiyle bağırdı. "Kafam sıkıştııı, Bora kafam sıkıştıı! Elleriyle Bora'yi bulmaya çalışıyordu. Tamam dedi Bora kollarını tutarak. Hemen hallediyorum, sakin ol. Tek seferde Ada'nin başı serbest kalmıştı. Bora'ýi görünce ce eee diye bağırdı çocuk gibi bir yandan da küçük küçük kıkırdamıştı. Pantolunu da hızla bacaklarından geçirince son olarak eline çorabı aldı eline. Giydirecegi sırada uzanıp Ada'nin çıplak ayaklarına dokundu. Soğuk tenine değen elini irkilerek çekti. Ayakların bile hala buz gibi dedi. Bir süre ayaklarını avuçlarına alıp kucağında nefesiyle ısıtmaya çalışsa da pes edip çorabı ayaklarına geçirmişti. Çorap Bora'nindi ve Ada'nin ayaklarına çok büyük gelmişti. İyice çektiğinde bileklerinin üstüne kadar sarmıştı çorap ayağını. Ada ayaklarını sallayarak çok komik oldu dedi gülerek. Bora Ada'ya yaklaşıp saçlarından öptü ve kapıya yöneldi. Ada kolunu tutarak onu durdurmuştu. Kaşları çatılmıştı şimdi. Gitme dedi itiraz ederek. Burada kal, lütfen. Tamam birtanem, tamam buradayım. Ada gülümseyerek biraz eğilsene dedi. Bora kaşlarını kaldırarak sözünü dinledi. Ada yatakta biraz dikleşerek yanağına uzandı ve küçük bir öpücük bıraktı. Sonra Bora'yi yanına çağırdı ve Bora kendini öylece yatağa onun yanına bıraktı. Ada ona sokularak, kollarını bedenine başını da göğsüne yasladı. Bunu yaptığında Bora hiç dayanamiyordu, saçlarına bir öpücük bıraktı yeniden. Ve gözleri kapattı. Ertesi sabaha uyandıklarında yeni bir dönemin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Ada'nin içindeki buz daği çatlamış ve aralarında su sızması kaçınılmaz bir felakete işaret etmişti. Ada geçen sefer yaşadıklarını farklı bir doz ve versiyonla tekrar hisseder olmuştu. Bu onu uzağa değil eskiye savurmustu. Bora'ya daha çok düşüyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi dış dünyadan korkuyor ve her yeni insan belki zararsız bir kuş bile ona tehdit oluyordu sanki. Tanıdığı insanlar için de geçerliydi bu. Sadece Bora'ya güveniyordu. Pesinden ayrılmıyordu ve korku hissi bedenine dar geldiği her seferinde ellerini arıyordu. Yolda yürürken sürekli arkasına saklaniyordu ancak zaten evden çıkmamaya başlamıştı. Bora intikam almak için sabırsız olsa da onu bırakamıyordu çoğunlukla. İşi gücü salmıştı, ne zamandır şirkete uğradığı yoktu. Zaten şirketle ilgili kararı değişmişti. Artık Bora Doğrusöz olmak istemiyordu. Sadece Bora. Sadece Bora olmak istiyordu. Her sey o şirkette başlamıştı. O sirkette sürüklenmiştiler bunca karanlığa. Rüzgâr... sevdiği kadını öldürmek istemişti ve Bora bu adamı bunca zamandır şirkette tutuyordu. Ada'nin onunla evli olması.. ya Ada'yla hiç karşılaşmasaydı? O zaman Rüzgar yine bunları yapar miydi Ada'ya? Yapmasa bile ona iyi davranmıyordu bunu biliyordu Ada. Aşağıladığını ve azarladigini biliyordu. Gerek mesleği nedeniyle gerek sezgilerine dayanarak bunun böyle olduğuna emindi çünkü Ada'yi tanıdığı ilk günden beri davranışları buna işaret ediyordu. Konuşkandı ama konu kendisine gelince hep susardı. Onu övmeye kalktığında bu imkansız birşeymiş gibi davranır ve şaşkınlıkla beraber utangaçlık sergilerdi ya da kendine özel mizahıyla olayın üstünü kapatırdı. Konu aska ya da sevgiye gelince kör bir inancı vardı ama o hissin ona değmesi söz konusu bile değildi sanki.
Günler öyle böyle geçerken Ada ailesinin yanında kendini fazlalik gibi hissetmeye başlamıştı. Onlardan büyük oranda tehlike hissetmiyordu ama rahat değildi de. Zafer Bey bu duruma üzülse de elinden gelen birşey yoktu ve bu konuda da ona anlayış gösteriyordu. Belma hanım biraz pişmanlık hissediyordu, belki azıcık daha sevecen olabilseydi şimdi bu kadar zor olmazdı her sey. Ali anlayamıyordu ve inanamıyordu bile. Bu kız onun tanıdığı bildiği Ada olamazdı. Hınzır cevaplar veren, neşesi bol ve kendini ezdirmeyen Ada değildi bu. Bu kız şimdi en ufak harekette refleksle başını ellerinin arasına alıyor ve korkakca öne arkaya sallanıyordu. Selin için durum biraz daha farklıydı. O anlıyordu Ada'yı. Bu onun için sürpriz değildi, Ada en sonunda hep beklenen o kırılma noktasına ulaşmıştı sadece. En yıkılan Elif olmuştu. Ne olduğunu ya da sebebini hiç anlamadı ama Ada ablası ansızın ondan uzaklaşmıştı. Bir gece ona sarılıp uyuduğu bir vakitte hatırlıyordu bu anı. Rüyasında görmüştü karanlıkta kaybolan Ada'yi. Ne kadar seslense gelmemişti. Bu an o rüyaya benziyordu. Ada'nin ruh halinin devinimlerine an be an tanık olan Bora günler sonra bir karar verdi. Yine gece yarısıydı. Bora günahları gece işlemeyi seviyordu. Gece siliyordu izlerini. Bu defa onu gece de affetmeyecekti ama, biliyordu. Böyle devam edemezlerdi. Ada'nin kalbini paramparça etmek pahasına da olsa yapmak zorunda olduğu şeyler vardı.
Ada gece lambasının ışığında kitap okuyordu. Bora sessizce içeri adımladı. Dışarıda fırtına vardı, şimşek çakıyordu Ada ise korkusuzca izliyordu.. hüzün sarmış gözlerini bir elindeki kitaba çevirdi. Bora'nin geldiğini fark etmemişti. Bora sessizce kendini Ada'nin ayaklarının dibine bıraktı. Sırtını dizine yasladıgında başını yukarı kaldırıp elalarıyla yeşillerine baktı. Ada gözlerini ona çevirdi irkilerek sıçradı. Bora sakince eliyle bacağını tuttu. Sakin ol, anlaşmıştık hani? Korkmak yoktu. Evet ama hazırlıksız yakalandim dedi Ada. Bora başını sallayarak Ada'nin dizlerinde duran arkası dönük kitabı işaret etti. Ne okuyorsun? Gözlerini kitaba çevirerek ellerine aldı Ada. Ardından sakince "Romeo ve Juliet"dedi. Bora yutkundu. Okuduğu kitap bir trajediyi konu alıyordu. Hayatımız yeterince trajik değil mi Ada dedi Bora temkinle. Ayrıca defalarca okumuş olmalısın. Okudum ama dedi Ada. Vazgeçemiyorum, Romeo bana güven veriyor. Bora gözlerini kapattı. Az sonra onu o kadar incitecekti ki sonsuza kadar Romeo olma ihtimali uçup gidecekti ellerinden. Senden birşey isteyebilir miyim Ada, saçlarımla oynar mısın? Eskiden ablam yapardı. O gittikten sonra kimse benim başımı okşamadı Ada. Bora titrek elleri ve dolu gözleriyle cevap vermeden saçlarına yönelmişti. Sey o zaman dedi Ada korkakca, biraz sen okur musun diyerek kitabı ona uzattı. Ve tarihin ölümsüz trajik masalıyla beraber sessizlikte oturdular bir süre. Bora Romeo ve Juliet'in kilise de evlendiği kısımda bırakmıştı kitabı. Son okuduğu satır Ada'ya korku vermişti.
"Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulur. Ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi." Bora kitabı kenara bıraktığında iyice uykusu gelmişti. Keşke dizinde uyusam demişti bir anda. Sonra devam etti. Gitmemiz gereken yerler var. Nereye gideceğiz dedi merakla Ada. Lunaparka gidelim mi? dedi Bora gülümseyerek. Korkarım Bora, daha sakin bir yere gitsek dedi Ada huzursuzca. Nereyi gidelim, sen söyle. Nereye istersen oraya gideceğiz. Çocuk parkına gidelim, kimse olmaz hem bu saatte. Tamam canım benim diyerek gözünden öptü Ada'yi. Ada belki Bora'nin bu ani hareketlerinden korkması gerçekse bile korkmuyordu. Bora onun Romeo'suydu. Onu incitmez, zarar vermezdi. Cehennemin dibi bile onunlayken korkutmuyordu Ada'yi. Arabayla parka giderlerken Bora sordu. Ali ve Selin de gelsin ister misin? Yok, sadece sen dedi Ada başını olumsuz sallayarak. Peki o zaman demişti Bora. Evlerine yakın parka geldiklerinde Ada salıncağa oturmuştu çoktan. Bora arkada onu sallıyordu. Sürekli daha yüksek daha yüksek Bora hadi, lütfen diyordu Ada. Bora da tüm gücüyle sallıyordu ama bir yandan da korkuyordu, düşecek diye. Nitekim yavaşladığı an düşmüştü de. Bora korkarak yanına koştu. Of ne güzel uçuyordum dedi Ada dudaklarını yanaklarını şişirerek. Ada bırak şimdi onu, iyi misin sen onu söyle dedi Bora. Iyiyim iyiyim hadi gel kayalım dedi Ada çocuk gibi koşarak. Bora kaydirağın önünde bekliyordu. Ada tepeye çıktı ve kollarini iki yana açarak kendini aşağı bıraktı. Yere düşmesine bir adım kala Bora yakalamıştı. Ada çocuk gibi bakışlarını Bora'ya çevirip birlikte de kayalım ne olur dedi. Bora her dediğini yapmaya hazırdı o an. Belini sıkı sıkı tutup arkasına geçtiğinde kendilerini aşağı bıraktılar. Sorunsuz bir iniş gerçekleştiğinde Bota Ada'nin elini tuttu ve ayağa kaldırdı. Hadi dedi, gidelim artık. Ada nereye diye sorsa da Bora cevap vermemişti. Uzun bir yol sonrası bahçeli butik bir oteli andıran psikiyatri kliniğinin önünde durdurmuştu arabayı. Ada hemen çevreyi taradı gözleriyle. Psikiyatri kliniğinde ne işleri vardı? Anlamıyordu. Zihnine bir virüs gibi yapışan düşünceler somut bir ele dönüşüp boğazını sıkıyordu sanki. Düşündüğü şey, gerçek olmazdı değil mi? Bu kadarını yapmazdı Bora. Onu buraya kapatmazdı değil mi? Onu kabuslara bırakmazdı. Buradaki insanlara yem etmezdi. Ellerini yumruk yapmış, tırnaklarını etine batırıyordu şimdi. Neden o zaman? Onu neden morgdan almıştı, neden o kadar ağlamıştı ki? Neden cezalandırıyordu onu? Yalan söylediği için mi? Yeterince bedel ödememiş miydi? Bora ona hiç bakmadan arabadan inip bagajı açtığında Ada'nin valizini aşağı indirdi. Ada ise o gittikten sonra tuttugu nefesi birakmis, arabanin icinde feryat figan ağlıyor, kriz geçiriyordu. Bedenini camlara vuruyordu. İyilesmemis yaralarına yenisini ekliyordu. Ada'dan habersiz hazırlamıştı ve yanına gitmeden önce bagaja bırakmıştı bavulu. Ada yakalasaydı, kriz geçirirdi. Bunun önüne geçmek için böyle yapmak zorunda kalmıştı. Arabadan gelen seslere bakılırsa korktuğu başına gelmişti Bora'nin. Ada'nin kapısını açtığında Ada dışarı fırlayarak ona atıldı. Tırnaklarını Bora'nin kollarına geçiriyor, avaz avaz bağırıyordu. Bora onu durdurmaya çalışıyor ancak epey zorlanıyordu. Ada bir yandan ağlıyor bir yandan bana bunu yapamazsın diye bağırıyordu. Bora onu çekiştirdikçe kollarının arasında "bırak beni, birak " diye ağlıyordu. Bora şefkatli sesiyle konuşurken bileklerini tuttu. Bu Ada'yi durdurdu. Sesine kayıtsız kalamıyordu. Senin için birtanem, senin iyiliğin için. Yemin ederim, burada sana kimse zarar veremeyecek. Iyileşmen için yapıyorum. Seni saklayacak başka bir yer yok, güvende tutmak istiyorum. Hem burada yaşadığın her şeyin izlerini silecekler. Iyileseceksin Ada. Ada sessizce ağlıyordu. Bedeni durulmuştu ama şimdi içinde başlamıştı yangın. Yanılıyorsun dedi boğuk sesiyle. Ben senden başka hiç kimsenin yanında iyileşmem. Göreceksin, en kısa zamanda bu delikte ölüp gideceğim. Benden bu kadar nefret ediyorsan neden sen öldürmüyorsun? Neden onlara bırakıyorsun beni? Tek istediğim senin elinde ölmekti. Bora sinirlenmeye başladı. Ne ölmesi Ada ne saçmalıyorsun dedi sinirle. Göstereyim dedi Ada paramparça. Bora'nin ellerini tutan Ada onları boğazına sardı. Ada'nin ne yaptığını fark eden Bora ateşe değmiş gibi çekti ellerini. Ada dedi daha sakin ben hep yanına geleceğim, söz veriyorum. Tamam dedi Ada tamam Bora. Istediğin olsun. Sonra köşedeki bavula uzandı. Onu pesinde sürükleyerek kliniğe adimladigi sırada Bora arkasından koştu. Değil git diye bağırdı Ada. Değil git, bana yalanlarla gelme anladın mı? Ziyarete hele hiç gelme! Yoksa seni gördüğüm yerde öldürürüm anlıyor musun? Daha günler önce bana ne demiştin? Durdu Ada ve içinde biriken volkan bir anda patladı. Seni asla bırakmayacağım dedin! Korkma dedin, bir sürü sey söyledin Bora ve hepsi koca bir yalandı. Yalancı olan, sahtekar olan sensin! Kliniken içeri girdiklerinde susma ihtiyacı hissedip sessizliğe gömüldü Ada. Bora bozuntuya vermeden danışmaya yöneldi. Merhabalar dedi. Kayıt yaptırmak istiyorum. Pekala, şu formu doldurun lütfen dedi görevli kız. Bora verdikleri kalemle Ada'nin bilgilerini yazip görevliye formu uzattı. Görevli bir anahtar uzatıp Bora'ya verdiğinde bakışları istemsizce anahtarın üstündeki oda numarasına takıldı. 27 yazıyordu. 27... Ada uzanıp anahtarı aldı ve "işte şimdi gerçekten 27 oldum" dedi hüzünle. Sonra Bora'ya baktı. Bakışları kesistiginde dışarıya doğru bir iki adım atmıştı Bora. Gideceğini anlayan Ada valisine tutundu gayri ihtiyari. Bora'nin elleri yoktu artık. Bir an sonra valizi de peşinden sürükleyerek Bora gitme dedi arkasından koşarak. Ancak Bora arabasına binip gitmişti. Vazgeçmedi. Devam etti koşmaya. Kilometrelerce koştu. Hayır, hayır Bora diye bağırıyor ama sesini duyuramıyordu. Valiz patlamış, eşyalar yerlere saçılmışti. Danışmadaki kız da Ada'nin peşinden koşup onu yakalamak için yanına gelmişti. Ada yolun ortasında dizlerinin üstüne çökmüş ağlıyordu. Neden sonra kadının zorlamasıyla ayağa kalktı ve süklüm püklüm kliniğe döndü. Bu sırada Bora karanlık gözlerle şirkete gidiyordu. Kimse yoktu. Ada parçalanmıştı. Veda için güzel zamandı. Içeri girdiği gibi eline aldığı benzini her yere, bütün katlara dökmeye başladı. Oluk oluk benzine batığına karar verince ateşi bıraktı zemine. Duman ve alevlerin arasında kayboldu.
Ne var ki ölmemişti. Gözlerini açtığında karanlık bir depoda elleri ayaklı bağlı bir şekilde masanın üstündeki üç beş fotoğraf karesine bakarken buldu kendini. Ve ardından o ses. Hırıltılı ve pürüzlüydü.
Günaydın evlat dedi samimiyetsiz bir ses tonuyla. Bora başını kaldırdıgında simsiyah bir gölge gibi karanlıklar içinde bir adamla karşı karşıya oturduğunu fark etti. Ve yanında da birkaç tane adam duruyordu. Ne oluyor, siz kimsiniz? Neredeyim ben? Benden ne istiyorsunuz gibi klasik cümleleri sıralandığında karşıdaki adam sıkıntıyla ofladi. Hep aynı sey ya dedi ardından. Sakinles, bütün sorularına hatta sormadıklarine bile cevap vereceğim ama önce sen beni yanıtlayacaksın. Benimle küçük bir oyununa var mısın? Bak sana iki secenek de getirdim dedi gülerek ve masanın üstündeki iki fotoğrafı Bora'ya itti. Bir tanesi helikopteri kullanan polisti. Diğeri ise Ada'ydı.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin