Umut her kalbe izini bırakmaz.
Umut her kalpte çiçek açmaz.
Umut bazen kalbin içini açar, dikenlerini batırır. Kişi, aldığı her nefeste kanasın diye...
Umut bir illüzyondur, yaşı kaç olursa olsun kalbi çocuk olanların her daim inandığı...
Umut zihnin gölgesidir, saplanırsa karanlığı büyütür.
Umut ızdıraptır, bir mezarın başına diker bedeni. Ölüyü değil diriyi soldurur umut. Çünkü umut bile yalanlayamaz bazı gerçekleri.
Ada'nin sevgiye yaslanıp, umuda tutunması ancak ellerinin kırılmasıyla birlikte güçsüz varlığını da hiçliğe itmiş olmasını silemeyecegi gibi... umutun rengi onun için siyahtı, dünyanın geri kalanı için toz pembe olsa da..
Selda'nin umudu griydi; kısa bir süre öncesinde renksizdi umudu. Şimdi, griydi. Yıllardır tuttuğu yas, karşısına çıkan küçük bir kız çocuğu ile griye boyanmıştı. O küçük kız bunu bizzat kendi yapmıştı, elleriyle boyamıştı. Kızına duyduğu hasret, karşısına çıkan kıza duyduğu şefkate gizlenmişti. Ada ona teselli olmuştu, umut olmuştu. Tahmin edemedi hiç, bi gün o umudun kendisini kanatacagini bilemedi. Bir küçük yıldız dövmesi, gökyüzünü yere indirmişti. Göğüs kafesine doluşan hisler aldığı nefesi kirletti. Kızının ışığı hiç ulaşmamıştı avuçlarına, şimdi bir başka çocuğun ışığı ona gülümsüyordu. Izdırap duygusu boğazına sarılınca elini ağzına kapatmış, duvara sinmişti bedeni. Bu izin kızının izi olmadığını biliyordu, kızı ölmüştü. Orhan yanılmış olmalıydı. Belki de her gördüğü kızı kendi çocuğu sanıyordu. Şimdi Ada'nin teninde yer eden bu yıldızın doğum lekesi olamazdı. Dövme olmalıydı, gençler seviyordu dövmeyi. Hoşuna gitmiş olmalıydı ki yaptırmak istemişti, sadece bir tesadüftü. Emindi bundan.
Bora ise şimdi yıllar önceki Selda ile yer değiştirmişti. Umudunun rengi silinmişti. Aldığı kararlar, attığı adımlar, dudaklarından çıkanlar Ada'nin kalbine saplanirken, kendine de yara oluyordu. Ada'ya sapladığı acı, onu kanatıyordu. Kanamaya hakkı var mı bilmiyordu. Bora'nin kalbi Ada'ya, Ada'nin kalbi hem Bora'ya hem Selda'ya ağlıyordu. Selda ise içindeki Ada ile yanındaki Ada'yi yan yana oturtmuş savaş veriyordu. Birbirinden habersiz üç kalp de ayrı ayrı ölüyordu. Bora elinde bereyle saatlerdir aynı donmuş oturuyordu. Ada ise ikisinden de habersiz hala uyuyordu. Selda... o can çekişiyordu. Ayrı ayrı ama aynı anda üçü de farklı acıya teslimdi.
Ada'nin gözleri yavaş yavaş açıldı. Gözlerini kırpıstırıp birkaç dakika nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Dün gece o kadar çok alkol almıştı ki, dünün yarısı ve gece aklından silinmişti. Şimdi zihninde sadece Bora'nin sevmiyorum diye bağırdığı sesi kalmıştı. Ve bir de titrek, soğuk bir his.. bedenine dökülen içki yüzünden olmalıydı. Sadece kavga ettiğini hatırlıyordu, hangi cümlelerle kanadığını değil.. Gece geç saatte gelmişti, açtığı gözleri pembe odada gezerken nasıl ve neden burada olduğunu iyi hatırlıyordu. İncinen hisleri bir şeye sarılmak istemişti. Sıcak bir hisse... sanırım Selda bunu ona vermemişti, ve burada uyandığı göz önüne alınırsa bundan sonra da bunu beklemese iyi olurdu. Selda'nin tek yasaklı bölgesini işgal etmiş, koyduğu tek kuralı çiğnemişti. Bunun bedelinin olacağından emindi. Gözleri tüm gece elinde tuttuğu ve bir şekilde hiç düşmeyen tavşana döndü. Üzgün gözlerle bakarken dudaklarını ısırdı. Tavşanı göğsüne bastırıp gözlerini kapattığı sırada gözünden bir damla yaş düştü. Güçlükle yutkunarak dudaklarını aralamıştı. Avucuyla tavşanın kol kısmını kavramıştı. Tutunup da avucumdan düşmeyen tek sen oldun dedi buruk bir tebessümle. Ellerimi bırakmadın. Benim annem gitti, babam gitti, kardeşim desen hiç olmadı, Bora bile gitti benden.. hem de ağız dolusu nefret saçarak gitti. Konuşabiliyor olsaydın, sende beni istemezdin biliyorum ama ben suskunluguna sığınıp aksini düşüneceğim çünkü başka şansım yok. Sustuğu an tek eli pembe yumuşak örtüyü avucunda sıktı. Kısık bir öksürük sesi dikkatini dağıtmış ve burnunu çekerek sesin geldiği yeri aramıştı gözleri. Odanın kapalı kapısının önünde dikilen Selda'ya ilisen gözleriyle anında durumun farkına vardı. Hızla yataktan fırlayıp ayağa dikildiğinde, gözlerinde özür dileyen bir ifade ile kendini açıklamaya girişti. Ben dedi. Korkusu ve mahcubiyeti sesini dalgalandırıyordu. Çok özür dilerim, niyetim sizi incitmek ya da özelinizi işgal etmek değildi. Ben sadece biraz.. dediğinde uzunca bir süre doğru kelimeleri aradı. Çok sıcak, sevgiyle dolu bir oda burası dedi sonra. Tek istediğim biraz sevgiydi ve ben dediği sırada devam edemedi, ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Hangi cümleler kendini iyi anlatır bilemedi. Selda kaşlarını kaldırmış, tüm dikkatiyle onu izliyordu. Yüzündeki şefkat ifadesi kaybolmuş, hiçbir şey okunmayan ifadesiyle duruyordu öylece ama Ada bu ifadeye de birkaç duygu biçmişti. Tutunup da elinde kalanlar listesine, bu şefkat timsali kadında eklenmişti belli ki. Sadece Ada'nin görebildiği bir öfke, Ada'ya acı verecek kadar çok hayal kırıklığı ve nefret vardı. Ada'nin sözlerine devam etmesine izin vermeden soğuk sesiyle konuştuğunda devam etme dedi. Nefesini tüketme. Aşağı gel, kahvaltı hazır. Açsındır. Sözlerini bitirdiğinde Ada'ya dönüp tekrar bakmadan kapıyı açtı ve aşağı indi. Ada odada yalnız kalınca arkasından bakakaldı. Öfke konusunda haklıydı, o epey öfkeliydi, ancak kahvaltı hazırlayıp onu çağırdığına göre ondan nefret etmiyordu. Öyleyse neydi o? Bağırıp çağırması gerekiyordu. Kızının odasına girip, onun acısında nefes aldığı için belki de kapıya konması gerekiyordu. Öyleyse neydi bu? Ada ne düşüneceğini bilemedi. Selda'yı çok bekletmes iyi olacak gibiydi, hızla üzerini değiştirmeye koyuldu. Selda mutfak masasına son dokunusları yaptığı sırada düşünüyordu. Ne yapması gerektiği, bundan sonra ne olacağı her sey birbirine karışmıştı. Oysa bir şekilde gidiyordu, Ada'yi bir başka kızı gibi kabullenmişti. Şimdi neden karşısına geçmiş ölen kızı yerine göz dikiyordu? Oda konusunda ona kızabilirdi, kızmıştı da ancak az önce yukarıda yaptığı açıklamanın yanı sıra gözlerinde gördüğü o ifadeden zaten buna sığınmaya ihtiyacı olduğunu anlamıştı. İçinden geçenlerden de haberdardı Selda, kendisinin ondan nefret ettiğini düşünüyordu. Bağırıp çağırmasını beklediğini biliyordu. Küçük hanımın dövme merakı engel olmasa yapacaktı da! Yanıldığı bir nokta vardı ki bahsettiği nefret gerçek olsa da ona değil kendine yönelikti. Selda sadece kendine kızıyordu. Aptal umuduna, yersiz şefkatine... Yıllar önce kızıyla beraber terk etmediği bu dünyaya.. Yıldızlara, gökyüzüne, her şeye.. ama Ada'ya değil. Onun sevgiye aç, yalnız bir çocuk olduğunu biliyordu. Suçlu o değildi Selda için, suçlu onu terk eden anne babaydı. Ada ailesinin öldüğünü söylemişti ama Bora ona ilk tanıştıkları an ailesinin onu terk ettiğini söylemişti. Bora'ya inanmak Ada'ya inanmaktan kolaydı, çünkü Ada gerçeği bilmiyor olabilirdi. Ya da kendini buna inandırıyordu. Bora'nin bu konuda yalan söylemek için sebebi yoktu. Ada merdivenlerde göründüğünde utana sıkıla mutfağa adımladı. Selda sakin sesiyle masaya yönlendirmişti onu. Hadi, bir şeyler ye dedi. Ada başı önünde kafasını salladı ve çatalını aldı eline. Selda da kahvesini alıp karşısına geçtiğinde Ada'ya baktı. Göz teması kurmaktan kaçınıyordu Ada. Eline aldığı çatalla yemeği ile oynadığı bir süre sonra tekrar denedi şansını. Özür dilerim, ben yaptığım şeyin yanlış olduğunu biliyorum. Sadece dediği sırada Selda sözünü kesti. Bunu konuşmayalım. Yemeğinle oynamayı bırakıp yemeye geç artık sen de, hadi. Selda'nin sözleriyle çatalındaki zeytini tabakta dans ettirmeyi bırakıp dudaklarına götürdü . Güçlükle de olsa da yuttugunda cesaret edip sordu. Siz yemeyecek misiniz? Gerçekten de Selda elinde kahve bardağı öylece onu izliyordu. Bir iki yudum aldığını ancak görmüştü, esasen kahveyi bile içmiyordu. Kendisi için tabak bile yoktu. Selda aç değilim demişti kısaca cevap olarak. Benim yüzünden mi? Bana kızgın olduğunuz için mi kendinizi cezalandırıyorsuniz dedi Ada devam eden cesaretiyle. Beni cezalandırın dedi. Bir suçlu varsa, benim. Bedel ödemesi gereken benim. Cesaret edip göz teması kurduğunda Selda sabahtan beri ilk defa sergilediği tebessümünü yüzüne davet etmişti. Minik, buruk, anlamli bir gülümsemeydi. Sen yeterince bedel ödemedin mi zaten? Hak ettiğin kısmı çoktan geçip, hak etmediğin alevlerde yanmadın mi zaten? Bedel ödeyecek canın kaldi mi senin ki ben sana bedel ödeteyim? Oda konusunda kızmıştım evet ama kötü bir amacın yoktu, biliyorum. O zaman dedi neden böylesiniz? Bu kadının kalbi bu kadar büyük olamazdı değil mi? Bir azarı hak ettiğinin farkındaydı, acaba acımış mıydı kendisine? Ya da dün gece yaşadıkları yüzünden alttan mi alıyordu? Ada dün gece ne yaşadığını tam olarak hatırlamıyordu, her sey kesik kesikti. Ruhunun kan döktüğüne emindi sadece. Bora'nin ona kızdığını biliyordu, utangaç doğasının sınırlarını aşıp kendisini rezil etmişti galiba. Senin yüzünden değil dedi Selda. Kendimi cezalandırıyorum evet ama senin yüzünden değil. Başka sebepleri var dedi. Yardım edebilir miyim dedi Ada. Yani, anlatmak isterseniz dinlerim. Aslında yardım edebilirsin, bir yolu var. Sana bir soru soracağım ve alacağım cevap kafamda bir şeyleri yerine oturtacak. Ne olursa cevaplarım dedi Ada hemen. Çatalı elinden bırakmış Selda'ya dikkat kesilmişti. Tam bel kavisinde bir yıldız var, odana geldiğimde sıyrılan tişört sayesinde gördüm. Evet dedi Ada hemen. Yıldızları seviyorsun sanırım dedi derin bir nefesle. Severim dedi Ada duraksayarak. Yanlış bir sey mi yapmıştı? Kızıyla ilgili bir şey mi olmuştu? O yıldız bir dövme sanıyorum ki öyle değil mi dedi Selda direkt. Değildi. Ada'ya annesinden kalan tek şeydi o yıldız. Doğum iziydi. Öğrendiğine göre annesinde de varmış. Aynı yerdeymiş üstelik. Ada acıyla yutkundu. Gözleri teması kestiğinde elleri de masadan düşmüştü. Yavaşça tişörtüne gitti elleri. Sıyırdıgı anda Selda'nin Ada'da olan gözleri tenine kaymıştı. Yıldızı açığa çıkardığında Ada korkakca dokundu. Gözleri sulandı. Annemin yıldızı dedi kısık sesiyle. Annemden kalan tek şey. Doğum lekesi ama ben iz demeyi seviyorum. Sahip olduğum en değerli şey. Annem de de varmış, öyle duydum. Annem bedenime yıldızını bıraktı, bu yüzden her gece gökyüzünde ki her yıldızı annem sayarak yaşadım bugüne kadar. Dövme değil, benim annem o. O benim annem, yemin ederim. Ada kendini tutmayı bırakmış, ağlıyordu. Ada ağlamaya başlayınca Selda kendine kızdı. Sanırım üstüne gitmişti. Ayaklanıp ona yanaştı. Yanina bıraktığında kendini yüzünü avuçlarının arasına alıp göğsüne yasladı. Tamam, sakin ol. Kızdığım için sormadım, o senin annen biliyorum Ada. Biliyorum. Beni yanlış anladın, amacım sorgulamak değildi. Ada gürültüyle burnunu çektiğinde biraz daha sakindi. Peki siz dedi sonra istediğiniz cevabı aldınız mı? Başını biraz kaldırmış, ona bakmıştı. Dudaklarını ısırdı Selda. Konuştuğunda sesi rahattı ancak bu da Ada'yi üzmemek içindi. Aslını istersen kafam daha da çok karıştı ama halledeceğim umarım. Sen bunları düşünme dedi onu bırakarak. Yemegini ye, dilersen salonda televizyon izleyerek de yiyebilirsin dedi gülümseyerek. Ada başını salladı. Selda odasına yönlendigi sırada ben biraz uzanacağım, başım ağrıyor. Sen keyfine bak demişti Ada'ya. O odasına geçmişti Ada da elinde tabağı salona yönlendi. Koltuğun birine kendini atıp bağdaş kurdu ve eli televizyonun kumandasına gitmişti. Kanallarda gezerek uygun bir şey aradı. En sonunda romantik bir film bulduğunda kumandayı elinden bıraktı. Filme kendini kaptırdığı sırada, normalde hüngür hüngür ağlayacagi filme hiç ağlamadığını fark etti. Belki dedi kendi kendine sana ağlayacak yerim kalmamıştır. Belki de artık hiç ağlamam, senin yüzünden çok ağladım. Sustu. Bu kabullennisti. Ada hissediyordu, Bora'yi hayatından uğurlaması gerekiyordu. Kalbinden atması uzun sürecekti ama hayatından çıkmak zorundaydı. Hastayım dedi kendi kendine. Ben hastayım ama annem için iyileşeceğim. Annem bilse çok üzülürdü. Aşkın incitici olduğunu biliyorum ama bu biraz cinayete varıyor. Senin için daha fazla ölemem Bora. Çok öldüm Bora, ben senin için çok öldüm. Mırıldandıgı sırada gözünden akan bir damla yaş, televizyona diktiği gözleriyle çenesinden aktı. İki aşık, yağmurun altında seviyordu birbirini. Öperek, sarılarak, dans ederek, dönerek.. gülüşüyorlardı. Sevdiği adam, onu yağmur altında sayısız kez öldürmüştü. Yağmurlar bazılarının yeniden doğuşuydu, onunsa yok oluşuydu. Telefonuna gelen bildirimle eline almıştı onu. Bora mesaj atar diye ummuştu ancak alakasız birşeydi. Telefonu geri elinden bıraktığında salonun balkona açılan kapısına koştu. Sağanak yağmur yağıyordu. Soğuktu hava, ama bu Ada'ya iyi gelmişti. Bir nefes çekti içine ve trabzana yaklaştı. İki elini de trabzana koyduğunda öylece dışarıyı izledi bir süre. Gökyüzüne dikti bakışlarını ilk. Yıldızlar yoktu. Kaybolmuşlardı. Benim gibi dedi kendi kendine. Ya da annem beni yargıladığı için mi yıldızları aldı benden? Bora'yi tanısa severdi belki ama bu bana yaptıklarını silmez ki... Yanlış bir karar mı verdim diye sordu Ada kendi kendine. İç çekti sonra. Sırılsıklam olmuştu. Neye elimi atsam yanlış yapıyorum dedi. Elini çenesine koyup, dirseğini trabzana yasladı. Bu haliyle biraz eğilmişti, denge kaybı yaşarsa düşmesi muhtemeldi. Bedeninin yarısı boşluktaydı, sarkıyordu. Telefonunu aldı eline. Galerisi Boradan geçilmiyordu. Bir fotoğrafı açıp incelemeye daldı. Fotoğrafı büyütüp piksel karmaşası haline gelene kadar durmadı. Her bir noktasını inceledi dakikalarca. Üzgün gözlerle başka fotoğrafa geçti. Tam büyütecegi sırada üstten bir bildirim indi telefona. Mesaj gelmişti, hem de Bora'dan. "Düşeceksin!" yazmıştı. Ada afalladı. Yaşanan onca şeyden sonra ilk kelimesinin bu olmasını beklemiyordu, hem ne yaptığını nasıl biliyordu? Fazla sorgulamadan dik bakışlarla cevap yazdı. İçinden ise sürekli 'Gevşeme Ada, gevşersen tekmelerim seni Ada' diyordu. Bora dikildiği agacın önünde sırıttı. Evet, Bora çoktan kara kara düşünüp ağlamayı kesmiş, harekete geçmişti. Cesareti şimdilik sadece Selda'nin bahçesine dalacak kadar bulmuştu. Ada'nin bulunduğu noktanın çaprazında bir ağacın kenarındaydı. Balkona çıktığı andan beri Ada'yi izliyordu. Bora telefonuna düşen bildirimle bakışlarını ekrana indirdi, gördüğü cümle dudaklarını sıkmasına sebep olmuştu. "Ezberim bu benim, ilk değil. Bana bir şey olmaz. Korkmana gerek yok."
Hemen bir cevap daha yazdı Bora. "İlk olmayabilir, son olsun. "
Ada burukca gülümsedi. Ve cevap yazmaya girişti. "Yine düş mü diyorsun? Bir kez daha düş..tekrar kana? Hangisi? Bora biraz düşündü. Ne yazacağını bilemedi. Parmakları klavyede gezdiginde "Hiç biri" yazdı. Ve devam etti. "Düş, ben seni tutacağım diyorum."
Ada aldığı mesajla yutkundu. Bir süre bekledi, sindirmek istedi. Ne yazacağını iyi biliyordu ama bu hala kabullenmedigi bir gerçekti, canını yakıyordu.
"Ellerinle mi?" yazmıştı.
"Ve kalbimle." yazdı Bora bu defa.
Ada ağladı.
Çok ağladı.
Titreyen elleriyle klavyede hareket ettiğinde son defa atmıştı mesaj. Onu attıktan sonra telefonunu tamamen kapattı.
Bora telefonuna düşen bildirimi gördüğünde tek gözünden bir damla yaş aktı.
"Senin ellerin bana düşman, kalbin bana yara."
Başını ellerinin arasına aldı Bora. Aklı dün geceye kaydı. Avazı çıktığı kadar "Sevmiyorum" diye bağırmıştı. Ve sonra elleri.. onu sürekli incitmişti. Ona her şeyi yapmıştı. Bir tek sevememişti. Doğru dürüst sevmeyi becerememişti Bora. Pişmanlık esir ettiği sırada tekrar mesaj attı ancak attığı mesaj gitmemişti. Tekrar denedi. Gitmiyordu. Ada'nin telefonunu kapattığını anladı. Şimdi onu göremiyordu ama içeri girmedigine emindi, ağlıyor olmalıydı. Bağırdı. Ada! Yetmemişti galiba. Daha çok bağırdı. Ses tellerini koparıp atarcasına bağırdı. Ada! Ada! Buradayım, aşağıda! Bak bana! Ada lütfen bana bakar mısın? Lütfen! Ada sesleri duyuyordu. Zihni algılamıyordu ama, kafasının içinde konuşuyordu Bora. Ada! Kalk ayağa bana bak lütfen! Ve sonra bir nefes için durdu Bora. Tekrar bağırdıginda sesi tüm sokağı çınlatiyordu. Ada, seni.. duraksadı. Söylemek neden bu kadar zordu? Oysa hissetmediği şeyleri söylerken bile daha kolaydı. Belki de o hiddeti alkol vermişti ona ancak şuan bunu ayık olarak yapmak istiyordu. Unutmak da unutturmak da istemiyordu çünkü. Ada seni dedi tekrar. Ada ayağa kalktı. Daha fazla dinleyemeyecekti. Yatağına gidecek, kulaklığını takıp onu susturacaktı. Ancak duyduğu şey onu zemine yapıştırdı. Eli balkon kapısında kalakaldı. Ada, seni seviyorum! Sonunda söylemişti Bora. Başarmanın cesaretiyle gülümsedi ve devam etti. Kendisine bakmak zorundaydı Ada. Çok seviyorum! Hep sevdim Ada, hep seveceğim! Hicbir şey bu gerçeği değiştiremez. Sen bile buna engel olamazsın, anlıyor musun? Beni duyduğunu biliyorum Ada. Bunu da duy.. aslında sen her şeyi unut, sadece bunu duy Ada. Bunu bil. Seni çok seviyorum! Çok seviyorum! Sen Tuğçe değilsin, kimseye benzemiyorsun. Kimsede sana benzemiyor, eşsizsin Ada. Döndü, ona baktı. Şaşıramadı bile, daha kötüsü sevinemedi. Önemi yok Bora dedi. Bir kez daha önemi yok! Ardından kapıyı açtı ve hızla ağlayarak odasına koştu. Bora'ya sadece arkasından bakmak kalmıştı.
Kulaklığını taktı ve ağlaya ağlaya uyudu Ada.
Bora boş sokaklarda, yağmur altında yürürken...
Sabah oldu, her şeye rağmen. Yine de güneş Ada'ya hep olduğu gibi yine doğmamıştı. Aylar geçti gitti.. aylarla beraber Selda da Ada'dan gitti. O günden sonra evin içinde iki yabancı oldu Selda Ada'ya. Ada'nin engellemeye fırsatı olmamıştı. Sessiz sedasız terk etmişti Ada'yi Selda. Usulca, kavga etmeden, bağırıp cağırmadan... Ada anlam veremedi bile. Belli etmese de çok sızlamıştı canı, Ada onu kırmıştı. Tek seferde ama sağlam bir darbe olmuştu, istememişti. Bora onu, o da Seldayı kırıyordu. Bir sabah uyandığında salona inmiş ve ardından mutfağa ilerlemişti. Tek kişilik kahvaltı masada öylece duruyordu. Selda ise ortalıkta yoktu. Ada yavaşça yukarı çıktı, odasının kapısını çaldı. Ses gelmemişti içeriden. Girebilir miyim diye sordu Ada dışarıdan. Selda o sırada sabah erkenden kalkmış, Ada için sofrayı hazırlamış geri yatağına dönmüştü. Önceden olsa arayacağı bir Orhan vardı ancak şimdi hiç kimsesi kalmamıştı. Acı bir geçmiş, yalnız bir kız çocuğu ve kafasında binlerce düşünce kalakalmıştı. Yalnızdı. Çok yalnızdı. Saatlerdir aynanın karşısında kendi belindeki izi inceliyordu. Odaya döndükten sonra korkakca ayna karşısına geçmiş ve açığa çıkardığı izin Ada'nin izine benzememesini ummuştu çünkü o zaman yılları boşa gitmiş olmayacaktı. Bunca zaman hasret çekmiş olmayacak, zaten var olan bir kayıba belki tekrar ağlayacaktı. İkilem yaşamayacaktı ama öyle olmamıştı. Umut, ona iğnesini bir kez daha batırmıştı. Çünkü izleri tıpatıp aynıydı. Belki biraz farklı olsaydı reddetmesi daha olay olurdu ama bu şimdi mümkün değildi. Odasının kapısının çalındığını duydu. Hemen tişörtünü örtüp yatağına geçti. Bağdaş kurup oturduğunda ise efendim diye seslendi kapıya doğru. Girebilir miyim diye sordu kapıdan Ada. Selda biraz bekledi. Ne düşündüğünü, ne istediğini bile bilmiyordu. Ne konuşacaktı? Ada'yi kırmayı istemiyordu ama Ada'yla beraber olmak şimdi her zamankinden zordu. En sonunda gel dedi Selda. Ada utana sıkıla girmişti içeri. Kapının orada durduğunda sessiz geçen bir süre sonrasında ben sizi üzdüm galiba dedi. Siz bana bir şey demediniz ama kendinizi odanıza kapatıyor, yüzüme bile bakmıyorsunuz. Oda için değilse bu öfke, iz yüzünden oldu değil mi? Selda'ya baktı ama sessizce dinliyordu. Hiç-bir şey söylememişti. Bu iz kızınızla ilgili bir şey hatırlattı size değil mi? O yüzden beni görmek bile istemiyorsunuz. Sesi kırılmaya başladı Ada'nin. Devam ettiğinde sözleri son çırpınıştı. Burası dedi güçlü çıkması için uğraştığı sırada. Sizin eviniz. Bugüne kadar bana çok iyi davrandınız, iyilik ettiniz. Yaptığınız her şeye minnetarım ve bundan sonrası için sizi suçlamam, emin olun. Bana acıyıp merhamet etmeyin daha fazla, varlığım size acı vermeye başladı. Kızınızın öldüğünü duyduğumda zaten bir gün bunun yaşanacağını biliyordum, beni kovmak isterseniz sizi suçlamam. İsterseniz hemen şimdi eşyalarımı alıp gidebilirim. Selda elini alnına götürüp sıvazladı. Yutkunup oturdugu yerde dikleşti. Ada pür dikkat onu izliyordu. Kaderi şimdi bu kadının dudaklarından çıkacaklara bağlıydı ve gitmesini isterse maalesef Bora'nin avucuna düşecekti tekrar. Yine kafese girecekti tıpış tıpış. Başka bir seçeneği yoktu, boyun eğecekti. Ya da dedi Ada bir anda. İsterseniz ben izi sildireyim. Annem de böyle isterdi, anlardı beni. Sizi kaybetmek istemiyorum dedi. Selda Ada'nin gözlerine bakarak pekala dedi. Neye pekala dedi Ada hemen. Ada tek kelimeyle kaybetti. "Pekala..." bu demek oluyordu ki "git ya da sil." Başka bir şey olamazdı, ağzını açıp ilk söylediği şey onaylama olmuştu. Ada pür dikkat onun gözlerine bakıyordu ancak sulanan gözleri yüzünden başını eğmek zorunda kalmıştı. Amaci ağlayıp sızlayarak kendini acındırmak değildi, fikrini değiştirsin diye bir beklentisi yoktu. Izini senden alamam dedi Selda. Tamam dedi Ada. Tamam o zaman, ben gideyim de eşyalarımi dediği sırada arkasını dönmüş boğazında bir yumruyla oldukça hızla odadan çıkmaya çalışıyordu. Eli kapı kolunu sardığı sırada Selda'nin sözleri bir kez daha hareket etmeyi kesmesine sebep oldu. Haklıydın, izle ilgili haklıydın. Sana kişisel bir kızgınlığım yok Ada ama iz...Selda bunu nasıl söyleyeceğini bilemedi. Aynısı, tıpatıp aynısı kızımda da var. Ada elini atese değmiş gibi çekti kapıdan. Selda'ya döndüğünde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Selda devam ettiginde acıyla kapattığı gözlerinin, akan yaşlarının arasından burukca gülümsedi. Varmış yani. Öyle söyledi Orhan. Orhan bana kızımın ölmediğini söyledi. Dediğine göre beni bayıltıp karnımdan çıkardıklarında kızım yaşıyormuş Ada. Kaçırmışlar kızımı benden. Boş bir mezara aglatmışlar. Geçen gün sen uyurken mezarına gittim. Çok ağladım Ada, çok ağladım. Mezarı kazmak, açmak istedim. Kemiklerini bulacağıma emindim, yakalandım. Izin vermediler. Benim onu bulmama izin vermediler. Göğsümün içi mezarlık oldu, kızım üşümesin diye oraya koydum ama beni gömecek hiçbir mezar yok Ada. Benim için bir mezar yok ama ben yaşamak istemiyorum. Onunla gitmek istedim ama öğrendiğim şey, o da beni istememiş ki...onca sene geçti ben onu bulamadım. Benim onu bulmamı istemedi. Orhan bana yerini söylemedi. Mezarını açamadım, kendimi öldüremedim. Bende de var, kızımın sahip olduğu iz ve sen şimdi aynı ize sahipsin. Tuhaf bir şekilde bana benziyorsun. Aynı yaştasın, yani yaşıyorsa seninle yaşıt olmalı. Benim kafam karıştı anlıyor musun? Ada'nin gözyaşları sessizce aktı bütün konuşma boyunca. Siz de de mi var iz? Evet dedi Selda daha sakin. Görebilir miyim diye sordu Ada. Selda sessizce tişörtünü sıyırdı. Ada derin bir nefes bıraktı gördüğü yıldızla. Yanlış mı anlıyordu yoksa, Selda kendisinin kızı olduğundan mi şüphe ediyordu? Bu mümkün değil dedi konuşarak. Başını olumsuz anlamda salladı. Ben sizin kızınız olamam, benim annem öldü. Yani tamam benzerliği kabul ediyorum. Belki hiç bilmediğim üçüncü bir teyzem olabilirsiniz ama annem olamazsınız. Özür dilerim, ben gideyim dedi ve arkasını tekrar döndü ama şimdi onun da kafası karışmıştı. Bu olabilir miydi? Eğer bu doğruysa onu öldü bildiği için mi bulmamıştı hiç? Gitmene gerek yok Ada dedi Selda kapıdan çıkacağı sırada. Ama diye itiraz edecek oldu Ada. Selda sözünü kesti. Sen kal, ben gideceğim. Sanırım bir süre şehirden ayrılsam iyi olacak. Ev kalabilir, sende burada yaşayabilirsin. Taşınacağım ama evi boşaltmayacağım. Hayır dedi Ada korkuyla. Gitmeyin! Aniden midesinden göğsüne kötü bir his dolanmaya başladı. Burası sizin eviniz, gitmesi gereken benim lütfen. Korkak birkaç adım attı ona doğru. Güçlü durmaya çalışsa da başarılı olabildiğini sanmıyordu. Selda üzgünce gözlerini devirdi. Merak etme Ada, gideceğim yerde de bir evim var ve sana kızgın değilim. Yani telaş yapmana gerek yok. Burada istediğin kadar kalabilirsin, hatta istemediğin kadar kal. Gerçekten sorun değil, kapıya koymuyorum seni. Ya da Bora'ya dönmek zorunda değilsin. Özgürsün Ada, sen özgür bir çocuksun. Aşk için bile olsa kendini ezdirme, tamam mı? Ada başını salladı hemen. Teşekkür ederim dedi. Aslında söylemek istediği bu değildi. Selda gittikten sonra belki başını sokacağı bir evi, özgür hayatı yine olurdu ama hiçbir şey Selda'nin varlığının sıcaklığını geri vermeyecekti. Bu ev o gittikten sonra çok üşüyecekti. Ev yaşasa bile kendi ölecekti. Bu yüzden terk etmeyin beni demek istedi ama buna da hakkı yoktu. Gitmeden önce bana bir iyilik yapar mısın dedi Selda. Tabii dedi Ada. Ben fazla beklemek istemiyorum, bu gece gideceğim evden ama ondan önce benimle bir yere gelebilir misin? Nereye isterseniz dedi Ada. Şaşkındı, gidecekleri yeri merak ediyordu ama Selda'ya güveniyordu. Onu incitmezdi, zarar vermezdi. Tamam hadi sen giyin, bende giyineyim kapıda buluşalım dedi Selda sakince. Ada çıktıktan sonra Selda Orhan'a mesaj attı. Beklemeye sabrı olmadığını fark edince aradı. Kısa süre içinde telefona cevap vermişti Orhan. Selda dedi hemen. Ne oldu? Orhan neredesin dedi Selda da soruya soruyla karşılık vererek. Evdeyim, neden dedi Orhan. Kaşları istemsizce havaya kalkmıştı. Tamam, sana geliyoruz. Konuşmamız gereken şeyler var. Bana mı geliyorsunuz dediğinde hala birşey anlamıyordu. Kiminle geliyorsun Selda, siz kim dedi. Ada ve ben dedi ve görüşürüz diyerek telefonu kapattı Selda. Hızla üstüne bir şeyler geçirip aşağı inmişti. Ada'nin çoktan kapının önünde onu beklediğini gördü. Üzerine ise sadece bir ceket almıştı Ada. Endişeli gözlerle duruyor, elleriyle oynuyor ve sürekli dudaklarını ısırıyordu. Selda onun panigini görünce bir nefes aldı. Birazcık sakin olsa iyi olacaktı ama yapamıyordu Selda. Hatta aksine, bütün olanlar onda sinir yapıyordu. Yüzündeki ifade bir türlü yumuşamadı, Ada'yi rahatlatmak için de bir girişimde bulunmadı. Ayakkabısını giyip kapıyı açtı ve soğuk çıkan sesiyle hep söylediği gibi düş önüme demişti. Ada bunu söylediği ilk anı hatırladı. Sıcaktı sesi, şakalaşır bir tonda söylemişti. Şimdi buz gibiydi. Ada itiraz etmedi, sessizce itaat etti. Dışarıda keskin bir soğuk vardı. Bahçeden çıkıp kaldırımda durduklarında Selda telefonunu çıkarıp taksiyi aradı. Ada konuşmuyordu, sessizce bekliyordu. Selda telefonunu bıraktığında Ada'nin telefonu çaldı. Ada bir an için kimin olduğuna baktı. Bora olduğunu görünce sesini kapatıp avucunda sıktı. Başını kaldırıp etrafına baktığı sırada sert bir rüzgar esti. Bu Ada'yi ürpertmisti. Kollarını bedenine sardı istemsizce. Selda yan gözle onu izliyordu. Çantasını açtı, içinden şapka ve atkı çıkarıp Ada'nin saçlarına şapkayı boynuna da atkıyı sardı. Üşüyeceksin dedi sonrada azarlar gibi. Ada ona baktı ve teşekkür ederim dedi. Kekelemesine engel olamamıştı. Taksi gelmişti o sırada. Selda öne Ada arkaya geçmişti. Sessizce geçen yolculuk sonrası araba en az Selda'nin ki kadar büyük ve güzel bir evin önünde durmuştu ama Ada tanımıyordu burayı. Indiklerinde sordu. Burası kimin evi, neden geldik buraya? Konuşmaya geldik dedi Selda ona dönüp bakmamıştı. Merak etme, yabancı değil sahibi. Orhan'a geldik. Duydukları Ada'yi rahatlatmıştı. Derin bir nefesle Selda'nin arkasından adımladı. Orhan kapıyı açtığında ilk Selda'ya baktı. Yüzünde kararlı ve sert bir ifade vardı. Sonra Ada'ya değdi gözleri. Korkmuş görünüyordu. Onları içeri aldığında hoşgeldiniz dedi. Geçin oturun, konuşalım. Salona yönlendirmişti onları. Ne ikram edeyim size? Su, kahve, çay ya da meyve suyu dedi Ada'ya bakarak. Bir yandan da göz kırpmıştı. Fazla tedirgin görünmüştü gözüne Ada. Rahatlatmak istemişti Ya da açsanız bir şeyler hazirlayabilirim veya isteriz? dedi sormaya devam ederek. Ben aç değilim ve bir şey istemiyorum ama Ada dedi Selda, geldiklerinden beri ilk kez ona bakmıştı. Açsan ya da ne istersen söyleyebilirsin dedi sonra. Yok dedi Ada kısık sesiyle. Bende birşey istemiyorum. Peki madem dedi Orhan. Çekinme Ada otur dediğinde Ada ayakta dikildiğini yeni fark etmiş gibi tek kişilik koltuğa ilerledi. Orhan ve Selda ise salonda ayakta dikilmiş duruyorlardı. Selda Ada'ya yansıtmadığı siniri Orhan'a yansıtmayı seçmiş ve söze direkt girmişti. Buraya liseli ergen gibi lak lak yapmaya gelmedim, evcilik oynamak değil niyetim. Bu yüzden yaşanan şeyleri unutma, sana söylediklerim ve benim öğrendiklerim her şeyi daha da berbat hale getirdi bunu bil. Buraya bana yalvar yakar anlattıgın ve beni çıldırtan şu meşhur izden fazlasını almaya geldim Orhan. Dudaklarını araladığında Selda buna izin vermedi. Kaçış yok Orhan! Bana gerçeğin tüm detaylarını anlatacaksın, hem de şimdi, şuan da! Eğer dediğinde parmağını ona dogrultmustu. Yalan söylersen ve bir şeyleri gizlersen olacaklardan ben sorumlu değilim Orhan! Ada'yi çıkarıp, ikimiz de bu evin içindeyken yakarım burayı duydun mu dediğinde artık bağırıyordu. Ada ise duyduklarının etkisiyle korkuyla ikisine baktı. Selda sakin ol dedi Orhan da bağırarak. Sonra Ada'yi işaret etti. Onu korkutuyorsun. Selda sinirle güldü. Sen niye hiç korkmuyorsun Orhan? Korkması gereken sensin. Ne bilmek istiyorsun Selda dedi Orhan pes etmiş bir sesle. Bahsettiğin izi taşıyor dedi sinirle Ada'yi işaret ederek. Ada sinirin ona yönelik olmadığını bilse de kötü hissetmişti. Şimdi bana söyle dedi Selda dişlerini sıkarak. Bu o mu? Adı, yüzü, yaşı, izi her şeyiyle o ama senden duymam lazım. Anlıyor musun Orhan? Sana inanmak, güvenmek istiyorum! Selda dedi Orhan. Konuştuğunda Ada da merakla Orhan'a bakmıştı. Itiraf etmeliydi ki bu sorunun cevabını merak ediyordu. Kendisi için de çok şey bu sayede değişecek gibiydi. Hayatı buna bağlıymış gibi hissetmesi normal miydi? Orhan devam etti. Dna testi diye bir şey var, bu kadar şüpheleniyorsan gece uyurken saçından aldığın bir tutamla net olarak bunu çözebilirsin, neden öfke saçıyorsun? Selda hızla Orhan'ın göğsüne vurduğunda Ada sıçramış ve refleksle bir iki adım geriye sıçramıştı. Selda da Orhan da onu fark etmiş gibi görünmüyordu. Duvarın dibine çöktüğünde telefonunu eline aldı. Bora'ya mesaj atmak istemişti ama cesaret edememişti. Sana en ihtiyacım olduğu anda, hayatım bu kadar karışmışken bile sana sığınamıyorum? Neden dünyamı başıma yıkıp altında kalmamı zevkle izledin Bora? Kısık sesiyle mırıldanmıştı. Dikkatini tekrar Selda ve Orhan'a verdiğinde Selda bağırıyordu. Sence benim aklıma hiç mi bu gelmedi Orhan?
Yapmak ıstesem çoktan yapmıştım. Ben sana güvenmek istedim Orhan, senden istedim bu bilgiyi. Neden bunu benden bu kadar gizliyorsun? Neden asla mutlu olmama izin vermiyorsun? Neden kızımı saklıyorsun benden? Benim hakkım yok mu ona kavuşmaya? Belli ki sen biliyorsun, tanıyorsun. Görüyorsun onu, konuşuyorsun, sarılıyorsun. Bende bunları yapmak istiyorum dediğinde ağlıyordu. Selda, ağlama dediğinde Orhan gözlerini silmek istedi Selda'nin, ancak Selda elini itmişti. Bana kızımı vermeden olmaz Orhan, ha vermeyeceğim diyorsan sonsuza kadar unut beni tamam mı? Yokum ben! Beni ağlatan senken, yalandan teselli vermeni istemiyorum. Artık çocuk değilim, bununla kandıramazsın beni. Sen beni ne kadar seviyorsan, ben şimdi o kadar sevemiyorum ne seni ne kendimi. Içimdeki tüm sevgi kızımla beraber öldü. Onu seviyorsun dedi Orhan. Kimi dedi Selda hemen. Ada'yi işaret etmişti yine. Ada duvarın dibinde kalkıp onlara yaklaştı. Ne olmuş yani dedi Selda hemen. Seviyorum diyelim ki, bu neyi değiştirecek? Kızım geri mi gelecek Orhan? O bana kızımı mı verecek? Orhan o an sakinliğini kaybetti. Kızın yok Selda! Unut artık! Yok! Onu korumak için ondan uzak durmak zorundayız ve bu yüzden sonsuza kadar da olsa yokluğuna alışmak zorundayız! Senden farkım yok benim, bende kızımdan uzaktayım. Bende onu görmüyorum. Sen ne istiyorsun Selda? Söyle bana dediğinde hafifçe itmişti onu. Kızın sahiden ölsün mü istiyorsun, ne istiyorsun? Kendine bir iyilik yap ve eski defterleri kapat artık! Sustuğunda derin bir nefes bıraktı. Selda ise dolu gözleri ve sıktığı dudaklarıyla kalakalmıştı. Ada elini ağzına kapatmış, üzgün gözlerle Selda'ya bakıyordu. Nasıl incindigini anlayabiliyordu. Birşeyler söylemek istedi ama sesi çıkmadı. Yanında olmak istedi, sarılmak istedi. Hiçbirini yapamadı. Sessizligin içinde bir gürültü olduğunda Selda'nin eli Orhan'ın yanağinda patlamıştı. Ardından elini kolunu hızla çarparak rastgele Orhan'a vurmaya başladı. Yakasını tuttuğunda gözyaşları çenesinden akıyor ve çenesi titriyordu. Ben korurdum kızımı! Korurdum! Kendi canımı verirdim ama onu yaşatırdım Orhan! Canımi da alsalar, saçının telini incitmezdim anlıyor musun? Şimdi beni öldürüyorsun, o nerede ne yapıyor bilmiyorum ama annesi senin yüzünden ölüyor! Sustu ve hiddetle ona vurmaya devam etti. Çekil önümden dedi ve hızla kapıya yürüdü. Bundan sonra dirime de ölüme de gelme anladın mı? Asla! Senin yüzünü bile görmek istemiyorum diyerek koşarak dışarı çıktı. Selda ağlaya ağlaya yürüdü ve hızla terk etti evi. Saatler geçti gitti. En sonunda ayağı burkuldu ve yere düşmekten son anda kurtuldu. Öfkeyle ayağındaki ayakkabılardan kurtuldu, uzağa attı onları. Ayaklarına camlar battı, umursamadı bile. Su toplamıştı. Evine vardığında kendini kapının arkasına attı ve diz çökerek küçüldü zeminde. Bacaklarını kendine çekmişti. Keşke her şeyi unutsam dedi kendi kendine. Keşke kaybolup gidebilsem... aklından geçen tek şey bunlarken dakikalarca oturdugu kapının önünden kalkıp odasına yöneldi. Valizini aşağı indirdi ve gözüne inen perdeyle hiç bir şey düşünmeden, hiçbir şeye dikkat etmeden eşyalarını toplamaya koyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.