Yazılmış bütün kitaplarda, çekilmiş bütün filmlerde, oynanan bütün oyunlarda ve hatta yaşanan bütün hayatlarda korkaklar önce ölür. Cesaret, aptallıktır diyorlar. Asıl aptallık, korkaklıktır. Geçmişten günümüze ulaşan bütün efsanelerde, unutulmayan bütün hikayelerin ana fikri bunu işler. Gücü, aşkı, mutlulugu ve kazanılması mümkün ne varsa hepsini cesarete yüregi yetenler sahip olur.
Kaçmak; hissetmeyecegin bir hayata kaçmak, aglamayacagını düşündüğün bir hayata sığınmak, huzurdan uzak olduğunu bildiğin halde göğsünün ortasında bir yangınla görünmez olmaya çalışarak yok olmaktır. Var olacağını sandıgın uzak diyarlarda günden güne erimektir. Bedenen, kalben, ruhen...
Korkaklıktır kaçmak, günahtır saklanmak ve cezadır, seni seven bir kalbi gözlerinde yaşla arkada bırakmak. Bin tövbeyle bile uslanmaz kalp ağrısı. Hiç bir dilde affedilmez, yüreğe vurulan ahlar. Hiçbir yoldan dönüşü olmaz, sevgiyi terk eden bedenlerin başının üstündeki çatının kucağına. Hiçbir merhem kapatmaz evini kaybeden kalbin sancısını. Bin farklı hayata da doğsa, hepsinde cennetin kapısında ağlamaya mahkum olur. Bir meleğin gözyaşlarıyla yıkanır günahkar ruhu, bir iblisin ateşiyle yanar aciz bedeni. Bizim hikayemiz de Ada gözden çıkarılandı. Annesi tarafından, babası tarafından, tecavüzcü bir sapık olsa da öz babası tarafından bile. Ve benim tarafımdan.. onu umursadığımı söylemiştim, bu yalan değildi ancak bu hiç bir şeye yetmemişti.
Bizim hikayemizde Ada arkada kalan gözü yaşlı bir melekti, şeytana aşık bir melek.. bu aşk yüzünden yok olmaya yüz tutmuş bir melek...
Kanatları kırık bir kelebek, uçmaktan korkarak yaşayan bir periydi.
Ben de gökyüzünden üstüne düşen bir canavardım, kanatlarını bedeninden kopararak cehennemin dibi görünmeyen çukurlarına atan bir iblistim. Birileri, içimdeki tek kişiyi benden almak için, beni de ondan koparmak için açtıkları savaşta beni kurban ettiler. Hikayemizin ismi kurban ama bence kurban edilenler olarak değişmeliydi yazgımız. Ben Ada'yi avuçlarımda tutuyorum, biliyorum ama birisi de benim avuçlarımı tutuyor. O birisi benim zihnimi de tutuyor, benim ellerim ona uzanamıyor. Benim sesim Ada'ya ulaşmıyor. Bağırıyorum, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Sesim ruhumu titretiyor, ses tellerim acıyı içine hapsediyor ama Ada duymuyor beni, çünkü benim bedenim bile artık çok uzaklarda. Eğer ona seslenebilseydim, en güzel şarkımı söyleyecektim. Diyecektim ki; "kaç kurtar kendini bu diyardan.." diyecektim. Beni tekrar edecekti, benimle beraber söyleyecekti o şarkıyı, bütün utangaçlığına rağmen.
"Güneşi ararken peşini bırakmaz ay."
Susturacaktı beni, kesecekti sesimi. Durduracaktı kalbimi, akıtacaktı kanımı ve gözlerimi aydan alıp sesiyle geçirecekti güneşe. Güneşime... bileğimin üstüne gözyaşım düşecek ve kilometrelerce ötemde hissecekti kalbime yağan yağmuru.
Bir kez daha nefret edecekti yağmurdan, beni ıslatıyor diye.
Bir kez daha nefret edecektim yağmurdan, onu üşütüyor diye. Onu sarıp ısıtamayan bedenimden nefret edecek ve ona koşmak isteyecektim, küçükken dizim yaralanınca koşup ablama ağladığım gibi, ona koşacak ve dizlerine kapanarak aglayacaktım ve bu defa sebebi ona koşmamı yasak kılan engellerim, benden alınan bacaklarım olacaktı. Dudaklarımdan bir ağıt gibi çıkacaktı çaresiz vedam, duymaz diye kendimi rahatlatırken ben, o uzaklarda yanacaktı ateşler içinde. Kendinden geçecekti, beni bulmak için kaybedecekti kendini. Bulduğu hiçliğe sarılacak ve hiç kimse olacaktı. Hiç kimse olmaya alışacak ve hatta sevecekti. Kurtulma ihtimalin yoksa alışmak ve boyun eğmek tek seçenektir, ona öğrettiğim tek hayattı. İhtiyacı olduğu her şeyi berbat yöntemlerle de olsa oldukça iyi öğretmiştim. İyi bir öğretmen sayılamasam da o iyi bir öğrenciydi. İyi bir aşık sayılamasam da o aşkın kuyusuydu. Sanki bütün sevdalar onda yaşar, bütün aşıklar onun başında beklerdi. Ben elimi uzatmasam da o beni çekmişti içine bir girdap gibi. Güzel bir girdaptı, sonsuz bir boşluk ve yaşanmaya değer bir acıydı.
Onu bırakmak gaddarlık gibi görünebilir ama tek şansım olduğunu anlamak zorundasınız, onu acıtmak çok adi bir hamleydi ama yapabileceğim tek şeydi. Zamanı gelince daha çok yanmasın, daha fazla kan dökmesin diye şimdi acı gelen hayatı kucaklamak zorundaydı. Başıma gelen her şeyden sonra onu annesinin kucağına, bir kuş gibi bırakmış olmak içimi sızlatsa da, gönlüm rahattı. Ada çok iyi yürekli, saf bir kız çocuğuydu. Annesini affederek sadece annesini değil, bütün çocukluğunu kurtaracaktı. İnatçı ve yaralı olduğu için zor olacağını biliyordum ama bensiz hayatının kırık parçalarını sadece annesi toplayabilirdi. Sadece annesinin dokunuşu ona tebessüm olabilir, ona yaşattığım acı hayatin izlerini silebilirdi.
O benden uzakta annesi ve arkadaşlarıyla iyileşirken, ben onun hiç bilmediği bir yerde uzak bir ülkede, ıssız bir kasaba da ölmeyi bekleyeceğim. Günden güne eriyen zihnimi, güçsüz düşen bedenimi ne ailemin ne de yeğenim Elif'in görmesine gerek yoktu. Yaşanan hiçbir şeyi bilmek zorunda degillerdi. Ölüyordum, kime neydi? Ben yine hep olduğu gibi sadece ablamla paylaşmıştım yanına geleceğimi. Daha doğrusu gözünü bir an olsun benden ayırmayan sevgili ablamın, bu gelişmeden de haberdar olduğuna emindim. Sevinir sanıyordum ama başımdan aşağı akan yağmur bana aksini söylüyordu. Ablam bile kabul etmiyordu beni, gökyüzü bile istemiyordu. Kimsem yoktu benim, sığınacak kimsem kalmamıştı. Başını kaldırıp baktığım gökyüzü bile simsiyahtı, renklerini küçük bir kızın kırık kalbine dağıtmış ve kuruyup taşmıştı bedeninden. Acıyla delmişti kalbini, sancıyla yıkmıştı duvarlarını. Bir beden sadece bir başka bedeni doğurmaz, bazen yıkımı doğurur. Enkazı diker önüne, çöker üstüne gri gri duvarlar, simsiyah düşler. Acı ağıtlar yarar geceyi, karanlık umutlar dağıtır bedeni. Bazen kurşundan daha ağırdır atılan adımlar, ben eğer o gece doğrultsaydım başına sözünü ettiği silahı, çekseydim tetiği. Gözümün önünde boyansaydı duvarlar kanıyla, şimdi bu acıyı çekmiyor olacaktı. O kemer onu öldürseydi, yine çekmeyecekti aynı acıyı. O yangın beni öldürseydi şirketimde bir gece yarısı, o aynı gece başka bir çatının altında saçlarıni keserken; böyle dağılmayacaktık. Bir söz var ya; vazgeçtim bu hayattan, bir tek ölüm paklar beni... biz, bizi ölümün bile paklayamayacagı bir noktadayız şimdi. Binlerce kişi, bu satırları okuyan her bir kalp koşup tutsa elimizden toparlanamayız, bir araya gelemeyiz. Kavuşamayız biz. Tarihin tozlu sayfalarında yok olmayı tercih ederdik, tarihin yazdığı olmaya yürüyüyoruz.
Çünkü biliyorsunuz, tarih yalnızca mutsuzları yazar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.