25- Şefkat Yarası

120 2 2
                                    

Sahipsiz bir çocukluk geçirdigim için mi hiç büyüyememiştim ben?
Birileri elimi tutmuş olsaydı da bu kadar korkar mıydım hayattan?
Ben mi çok korkaktım yoksa gerçekten hayat bu kadar acımasız mıydı?
Siz de bu soruları sordunuz mu hiç kendinize?
Yoksa sorularına cevap bulamayacak kadar yalnız, korkusunu dindirmeyecekleri kadar önemsiz bir ben miyim?
Hep böyle olur biliyorum, insan korkularıyla büyür, korkularına rağmen büyür.
Yalnız da olsa, yalnızlığına rağmen büyür.
Sevgisiz de kalsa, sevilmeden de büyür.
Hayat ya da zaman, hepimizi bir şekilde büyütür.
Doğrularımızla, yanlışlarımızla eğitir ama hepimize adil davranmaz.
Bende büyüdüm, öğrendim çok şeyi. Bazı şeyleri hatta kafama vura vura, üstüme basa basa öğrettiler.
Canımı yakarak, ruhumu benden kopararak yaşattılar beni. İçimi eze eze...
Her bir parçamı benden aldılar, yüzüme bakıp yaşa dediler. İtiraz ettim, karşı koydum. Hepsinin bedelleri oldu.
Hayat sesimin çıktığı her an bir şey daha aldı benden. Benden giden, bir şekilde hiç sahip olamadığım şeyleri kabullendim. Boyun eğdim ve devam ettim.
Bora benim çocukluğuma yetişememişti, bense onun kendini iyi hissettiği ve gözlerinin ışıldadığı, canının yanmadığı dönemlere.. yaşamayı bir yük olarak görmediği zamanlarda onu tanımayı çok isterdim. Onu her yönüyle kabul ederdim, ediyordum. Benim onu sevmem için daha iyi biri olmasına gerek yoktu. Sadece daha mutlu olmasını isterdim çünkü mutluluk yakışıyordu ona. Acı hissi onun içinde eğreti duruyordu. Suretine gölge olmaktan öteye gitmiyor, çehresindeki büyüyü bozamıyordu. Oysa ben...
Ben öyle değildim, ben doğarken acıya saplanandım. Hayat eline aldığı beni, hamuruma kattığı azapla yoğuruyordu. Çocukluğuma yetişemeyen Bora, hayata karşı bütün öfkesine rağmen içindeki cılız şefkatle beni bulduğunda ben ondan gelecek her şeyi kabul etmiştim. İlk günden beri...
Çünkü o benim elimi tutmuştu, artık yalnız değildim.
Ben hiç büyümemiş oluşumu da onun sayesinde fark etmiştim, ellerinde büyürken.
Bir şekilde ondan öncesinde kendimi eksik ama olgun görürdüm.
Tüm yaramazlıklarıma, çocuksu davranışlarıma rağmen kabul etmezdim gerçeği çünkü kabul edersem korkuma esir kalırdım. Çocukluğumun tamamı buruk ve korku dolu geçmişti ama sorsanız "korkunun sebebi neydi?" diye cevap veremem zira her şeydi. Bastan sona, büyük küçük demeden. Hatta belki söylesem "bundan da korkulur mu" diyeceginiz şeylerden bile.
Ben korkuyordum.
Beni çocukluğumla tanıştıran da, bana o günlerimi sevdiren de Bora'ydı.
Bana ilk pamuk şeker alan oydu, beni ilk salıncağa bindiren oydu.
Ben o gün kabul etmiştim çocuk olduğumu, hiç büyümediğimi.
Bana pamuk şeker aldığı gün...
Başka hiçbirinin tadı o kadar güzel değildi.
O gün ben gülümsemiştim, çocukluğum ağlamıştı.
Benim umudu ilk tattığım gündü, çocukluğumsa korkuyla tanışmıştı.
Şimdiyse burada böyle kucağımda kanlar içinde yatan Bora'ya bakarken hissettiğim milyonlarca duygudan biriydi korku... ancak en büyüğüydü. En katlanılmaz olanıydı çünkü giderek büyüyordu. Korku her saniye bedenime yayılıyordu. Her şeyden korkarak büyüyen bir kız çocuğu olarak alışmış olduğumu düşünebilirsiniz ancak içinde bulunduğum durum başkaydı. Bora'yi tanıdığım ilk günden beri öyle ya da böyle dimdik ayaktaydı. Ne yaşanırsa yaşansın iyi ya da kötü onun sarsılacağını dahası devrilebilecegini düşünmezdim. Yere boylu boyunca uzanmış ve kandan kimliği bile belli olmayacak hale gelen Bora'ya bakıyordum ve bir an için gözlerim kanına batan ellerime, dizlerime, göğsüme yaslanmış başına ve bu sayede mecazen çokca kan döken kalbimin topraklarını gerçek bir kanla boyamasına şahitlik ediyordu.
Kaç kisiydik bilmiyorum, sanki biz bu bahçede üç kişiydik.
Ben vardım.
Bora vardı.
Bir de başka bir ben, bizi dışarıdan izleyen.
Bu adam benim her şeyimdi.
Aşka dair, yuvaya, aileye dair.
Çocukluğuma dair, gençliğime.
Beni çocuk yapan da oydu
Sevgili yapan da, sevilen bir kadın haline getiren de.
Beni kurban da yapan oydu.
Beni öldüren de, yaşatan da oydu.
Cılız kalp atışı vardı, avuçlarımda atan.
Titreyen bir bedeni, savunmasız bir ruhu vardı kollarımda yatan adamın.
Çaresizliği vardı, benden bir hareket bekleyen.
Korkusu vardı, ölüme dair.
Belki de sadece onu burada böylece arkamda bırakma ihtimalinin yarattığı bir sancısı.
Benim içinse arkamda bırakmak bir seçenek değildi, onunla ölürdüm ama onsuz yaşamazdım.
Tıpkı onun bana söylediği gibi; benimle ölmez ama bensiz de yaşamazdı. Böyle söylemişti.
Bu neydi o zaman?
Ben buradaydım, yaşıyordum.
O niye ölüyordu?
Hayat bu defa onu ölümle, beni de onun kanıyla cezalandırmayı seçmişti.
Karanlıktan korkuyordum, bugüne kadar en çok karanlıktan korktum.
Onu kaybetme korkum, bana karanlığı sevdirmişti.
Onun karanlığına batmıştım ve şimdi en büyük korkum onu kaybetmekti.
Beni büyüten,
Beni hayatta tutan,
Önüme bıraktığı her acıdan sonra bir şekilde beni kendisine hapseden adam, geri dönülmez bir şekilde gidiyordu.
Yeryüzü bile acıya boyun eğiyordu,
Dünya acı karşısında çok küçüktü.
Ben hepsinden küçüktüm.
Bora hepsinden üstündü.
Ona umudumu da feda ederdim,
aşkımı da.
Varlığımı da önüne sererdim, bedenimi de.
Bakışlarım bir kez daha korkakca onu buldu. Eğildim ve kısık nefesini dinledim. Kanla kaplı da olsa sıcak gözyaşlarımla alnına dokunduğumda benim dudaklarım da kan olmuştu.
Yalnız kanayamazsın dedim ona bakarak. Parmak uçlarım, kanın bile gölge etmediği güzel yüzünde geziyordu. Birlikte kanarız dedim. Birlikte kanayacağız. Litrelerce kan da döksek sen hiçbir yere gitmeyeceksin, beni terk etmeyeceksin Bora. Tekrar kimsesiz kalmayacağım dedim. Başının üstüne yüzümü gömerken. Bir an sonra kısık bir ses duydum, nereden geldiğini anlamakta zorluk çekmiştim ama sözleri bana kim olduğunu göstermişti.
Bebegim, bana karşı psikolojik ve sağlıksız bir sendrom geliştirmiş olmalısın. Tepemde ağlamayı bıraksan iyi olur, saclarım bozuluyor! Kaşlarımı çatarak başımı ona eğdim ve yaramaz bir gülümseme ile bana bakan ela gözlerle karşı karşıya geldim.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin