21- İz

136 5 0
                                    

"Bir daha kesme saçlarını, onları çok seviyorum. Bırak uzasınlar, bende hep seveyim onları. Öpeyim, tarayayım, koklayayım.. bana özel bir cennetmiş gibi."
Aylar önce bir kısmı dudaklarından, bir kısmı da gözlerinden dökülmüştü.

Benim asla kabul etmedigim bir şeydi belki ama gerçek olan şuydu ki o gün yanında olan ve sevdiği o kız ben değildim. Saçlarıyla bendim, gözleriyle, fiziksel olarak her yönüyle bendim ama aynaya bakan benim ruhum değildi. Suratında duran ve artık epeyce imrendiğim o gülümse bana ait değildi. İsmiyle bendim, kalbiyle bendim ama benim paralel bir evrendeki yapay bir yansımam gibiydi o kız. Bora o kızı seviyordu, beni değil. Kızla aramdaki bariz tek fark ise belki benim artık kaybettiğim masumiyetimi saklıyor olmasıydı. Ya da bilemiyorum, şuan için konusuyor olmak, bunları yazıyor olmak bile benim için fazla mucizevi. Sizden başka kimsem yok, beni dinleyecek tek kişi sizsiniz. Belki siz bana yardım edersiniz. Elimi tutarsınız, görmediklerimi gösterirsiniz. Sustuklarımızı bağırırız birlikte. Benim nefes almaya halim kalmamış olsa bile, birilerinin beni duyduğunu bilmek güzel.

Aslında bir başka gerçek daha var ve bu öncekinden daha korkunç.
O adam Bora değildi.
Saçlarıyla Boraydı,
Gözleriyle Boraydı.
Fiziksel özellikleriyle ile Bora'ydı, o kadar.
Elleriyle değildi,
Gülüşü ile değildi,
Kalbiyle hiç değildi.
O da tıpkı bana olduğu gibi bir hayaldi yalnızca.
Bir gölgeydi, zihnime pusu kuran.
Bir yanılgıydı, dönüp dolaşıp inandığım.
Bir hayaldi, varlığına muhtaç kaldığım.
Bir izdi, hiç silemedigim, silmeyi istemediğim.
Bir âşıktı, kalbimin enkazına yuva kuran.
Bir acıydı, kurduğu yuvayı susarak kurşunlayan.

Ben değişmiştim. Bu değişim kendi içimde başlayıp, kendi içimde bitmişti. Benim hislerim olduğu yerde duruyordu. Biraz yara almışlardı, zedelenmişlerdi. Şey gibi düşünün. En basitinden kalp kırığı gibi. Bin parçaya bölünse de sesi çıkmaz, dışarıdan belli olmaz. Kalbin kemiği yoktur, fizyolojik olarak kırılması da mümkün değildir. Benim kalbim ve içinde uçsuz bucaksız cirit atan hislerim kırılmıştı. Gözlerimin ışıklarını tek tek kapatmıştım, sanki oturma odasından salona geçer gibi. Kendimi asamadığım her saniye suratımi asmıştım. Ki ben kendini sayısız kez yok etmeye teşebbüs eden biriydim. Benim kendime ait dokunamadığım tek yanım hislerimi içine alan kalbim oldu. Benim arsız hislerim elbette kendine yeni bir form vermişti ancak bunun da sonu benim infazım oldu.

Onun değişimi ise benim aksime, hatta aleyhime gelişip beni yakıp yıkmaya, paramparça etmeye yönelikti.
İkimiz de değişmiştik, o eski bizi kalbinden de zihninden de sürmüştü ancak ben yaşatıyordum. Hatta ben onu yasatabilmek için kendimi öldürüyordum. Ben Bora'yi güldürmek için kendimi öldürüyordum.
Ben Bora beni bu halimle de sevsin diye her sözüne itaat ediyordum.

Asla kabul etmezdi ama o benden çok değişmişti. Ben sadece neşemi kaybettim, o.. ondan geriye yalnızca bedeni kalmıştı.

Sorun beni karanlığa hapsetmesi değildi.
Sorun benim saçlarımı benden zorbalıkla alması değildi.
Sorun zehirli sözleriyle beni ezip geçmesi de değildi.

Ben zaten karanlığın parçasıydım. Evet, karanlık benim parçam değildi, ben onun parçasıydım. Benim varlığım o kadar küçük ki, hiçbir şey bana tutunup benim gövdemde büyüyemezdi. Işığı görmeyi, aydınlığa kavuşmayı hayal edemediğim gibi hak da etmedigim için defalarca kez kendimi karanlığın merkezine koymuştum. Karanlıkta solup gideyim diye... ışık görmezse öleceğini savunan bir cicektim sanki. Mezarlıkta bile çiçek yetişirdi, oysa ben mezarlığa bile ekilemezdim. Varlığım ölüyü çürütür diye..
Bu durumda bir mikroptan farkım kalmıyordu.
Saçlarımda cenneti saklamıyordum. Saçlarım bile zehirliydi benim, zamanında bu yüzden kesmemiş miydim zaten? Dokunanın boğazına sarılan ip olmasın diye..
Onu daha fazla incitmesin diye..
Kızmıştı bana.
Saçlarımın cennet olduğunu savunuyordu, bense başından beri cehennem çukuru olduğuna emindim. Geldiğimiz nokta bunu kanıtlıyordu.
Ya da..
Belki de o artık cennetinden vazgeçen, kovulmak için parcalayan iblisi oynamayı kendine daha uygun görmüştü.
Her girişimini yüzsüz gibi karşılayıp göğsümde yumuşattığımı görünce de cennetini yakarak kurtulmayı seçmişti. Saçlarımda gezdirdiği makasın soğuk metali benzin, dökülen her bir sac telimde yanan topraklarım olmuştu. Benim ıssız ormanlarım vardı, kimsesiz.. benden akan her bir damla yangında can veren bir kişiyi temsil ediyordu.
O cennetini yakarak günah işleyen bir iblisti.
Ben kül olmuş ormanda ondan kalan boşluğa dalıp gitmiş aciz ruh..
Gözyaşlarım bile yetmedi alevleri söndürmeye, yangın devasa boyuttaydı. Benim gücüm yetmiyordu.
Sesim çıkmıyordu.
Feryadıma koşan yoktu.
Tek başımaydım.
Benim insanlarım yoktu.
Benim kimsem yoktu.
Kül olmuş ormandan sıyrıldım ama o gittikten sonra ben kalbime sıçrayan alevlerin arasında kaldım ve o yangında kaybettim bir çok şeyi.
Aslında her şeyi.
En başta da kendimi.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin