Aşk, iki kişilik bir hastalıktır. Tek başına hastalandığında ölümcül olabilir ama biriyle aynı anda hastalandıysan, iyileşmek bir seçenek olmaktan çıkar. Ölüm, bir tehdit olmaktan vazgeçer ancak tüyler ürpertici bir sancı iki kalbi de eline geçirdiğinde avucunda soldurarak dönüşü olmayan bir kaybedişin fitilini ateşler.
Ben hastaydım.
Bora hastaydı.
Biz aşık değildik, sadece hastaydık.
Birbirinden hasta iki çocuk karşı karşıya kalırsa ne olur, ne kadar dibe batılır, görmüştük, bizzat yaşamıştık da. Çocuk diyorum bize, zira asla yaşımızın gerektirdigi olgunluğa hiç erişememiştik.
Ben kendisinden nefret eden, sevmeyi bilse de sevilmeyi kendine yakıştırmayan, kendini dış dünyadan soyutlamış ancak iç dünyasından da sağ çıkamamış bir zavallıydım oysa.. öfkeliydi. Nefret doluydu. Kendisine, hayata, bana... her şeye, herkese. Belki geçmişine, belki geleceğinin getirmeyeceklerine.
Biz bir aşkı değil, bir hastalığı paylaşan iki kişiydik.. hangimizin yarası daha çok kanıyordu emin değildim. Bu tartışmaya açıktı. Birkaç ay önce bana sorsanız mutlaka kendimi öne atardım ancak şimdi Bora'nin yarasının daha derin ve daha sancılı olduğu fikrindeydim. En kötüsü bu da değildi, ben dayanıyordum ancak o sanırım artık kaldıramıyordu. Onun sarsılmaz ifadesi, dik bir duruşla üstümde sıklıkla kurduğu ezici hakimiyet sarsılıyordu. Üstüme devrilmiş olsaydı, kucaklayarak kabul edecektim ancak o kendi içine yıkılırken beni uzağa itmişti. Bana dokunamayacağı kadar uzağa, beni fiziksel olarak asla incitemeyecegi bir noktaya savurmustu. Bugüne kadar yapmış olduklarının en beteriydi, hepsinden daha çok acitıyordu. Kıtalarca uzağındayken bile kanatan bir darbeydi, akan kanı sadece ben görsem de oradaydı ve hiç durmuyordu. Üzerine sürekli olarak yara bandı kapatıyordum. Sonra kapattığım yaraya arkamı dönüp acıyla saklambaç oynarken buluyordum kendimi. Bir yaraya karşı bile kaybetmeyi, geçip gideceğini bildiğim bir acının bile gözünün önünde paramparça olmayı o günlerde öğrenmiştim ben. Zaman bunu ezberletmisti bana. Ben yakalandığım sayısız acının içinde en çok Bora'nin yokluğu tarafından vurulmuş ve onun yokluğunun ellerine esir düşmüştü. Sevgilim görüyor musun, senin yokluğunun bile elleri var? Peki ya benim?
Bir kurbanın sana bıraktığı iz ne olabilir ki? Ben yaranla parçalanırken avucuna düşüyor mu şimdi benim gözyaşlarım? Belki birkaç damla gözyaşı kalmıştır benden sana, en fazla ne kalabilir ki sanki değil mi?
Sen sana sevgilim dediğim için bile kızarsın ama ben özür dilemeyeceğim çünkü karşıma geçip bana hesap soracak bir çift çatık kaş bile yok şimdi yanımda. Ben senin çatık kaşlarına bile hasretim, peki ya sen de arıyor musun benim acımla sana bakan belki bir çift göz? Bana karşı çıkamayacağınin verdiği özgürlükle bulamazsın demek istiyorum Bora. Bulamayacaksın.
Yalan söyledim.
Bulursun, bul da zaten.
Mutlu ol Bora.
Seni çileden çıkarmayı özlediğim için, bana öfkelenip etimi kemiğimden ayırmanı özlediğim için, belki o kadar büyük bir öfkeye kapılırsan sesimi duyar da gelirsin diye uğraşıyorum seninle.
Bana aldırma.
Benden daha güzeli de vardır,
Benden daha iyisi de.
Seni sevecek çok kalp var Bora, beni sevecek hiç kimse yokken.
Kıtalarca uzağında iyileşmek varken, neden bu kadar özlüyorum ben seni? Eğer olur da duyarsan beni, sesim gelirse kulağına. Gülüşlerime kanma, sessizliğime susma. Bana o kadar çok susmami söyledin ki sanırım artık gülerek feryat etmeyi, susarak ağlamayı öğrendim. Gördüğüm herkes bir parça sen ama sen hiç kimse değilsin, bu da demek oluyor ki benim kalbim beni yanıltmayi çok seviyor. Ya sen Bora, senin kalbin nasıl? Üşüyor mu hala geceleri? Korkuyor mu zihnin uçurum kenarlarından?
Ben oralarda yaşamayı öğrendim Bora, içine söyle özlemesin beni. Korkmasın ölürüm diye, ben zaten öldüm ama beni toprağın üstüne gömdüler.
Birbirine aşık olamayan ama bir birbiri için kanayan iki kalbin hastalığı onları neye sürükler Bora biliyor musun?
Sanırım hiç ölmeyecek ama asla da yaşamayacak iki ruha sahibiz biz. Bedenlerimizi dünyada bırakıp ruhlarımızı arafa asmışlar.
Aşk iki kişilik ama biz aşkın kıyısında kaldık.
Hastalık ölümcül değil, ancak yaşamayı günah kılıyor.
Peki vazgeçmek Bora?
Beni o kadar incittikten sonra, sarsılan bedeninle bende kalan zerrecikleri de uçurmamak için beni kendinden bunca uzağa firlatmaların neden?
Hasta bir ruha sahipsin ama yaralı kalbin yarayı yarayla itmeyi seçti?
Ben yarayım Bora.
Senin için.
Kendim için.
Herkes için.
Sen beni neden ittin?
Beni neden seni sarmalamak istediğim an da sevdin Bora?
İncinmek kaçınılmazdı ama beni inciten senken korkum yoktu benim, sevdiğim eller tarafından ezberledigimi yaşayacaktım. Sen benim ezberini niye bozdun Bora?
Şimdi vazgeçen sen misin yoksa karşımdaki adama bakarken günah işleyen ben miyim senden vazgeçen?
Cennete gidemeyeceğimi bilecek kadar farkındayım seçimlerimin ama bu kez beni yöneten senin ellerindi. Hiç mi için sızlamadı beni senden itip bir başkasına paspas yaparken? Ben vazgeçmeyi bilmiyorum Bora, biliyorum bu benim için sadece bir sınav. Yolun sonunda sen olsan, kendimi o adama paspas ederdim ancak sen yoksun. Önümde birçok yol var ama hiçbiri sana çıkmıyor. Şimdi ben, bu adam ve senden kilometrelerce uzaktaki bedenim buradayız.
Neden vazgeçen senken, senden geçen benmisim gibi beni cezalandırıyorsun?
Karşımda duran bu adam bu kadar senken ben karşısında savunmasız kalmaktan, yenilmekten çok korkuyorum.
Nasıl başarıyorsun? Aynı anda hem hiç olmamışsın gibi, sanki seni sadece kafamda kurmuş olduğum bir hayalmişsin gibi hissettirip, hem de bu kadar var olabiliyorsun Bora?
Şimdi hem reddemeyecegim kadar yakınsın, hem uzanıp tutamayacağım kadar uzak.
Neden beni kendinle cezalandırıyorsun?
Madem benden vazgeçecektin, neden canımı da almadın Bora?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.