16. Bağlılık

150 4 0
                                    

Aşk hikayesi..
Uzaktan peri masalı gibi görünen bir taneydi bizimki.
Ben, kimsesiz küçük bir kız çocuğuydum.
Oysa sert kabuğunun altına saklanmış, umursamazlığını kendine zırh yapmış, sivri dilini silah saymış buz gibi ifadesinin bile eritemedigi sımsıcak gözlere sahip bir adamdı.
Sonumuz belliydi.
Ben onun kalbindeki kışı, yaza çevirecektim. O en kalın duvarlarını benim için yıkacak ve kalbini bana açacaktı.
Bana yenilecekti.
Veya tam tersi olacaktı.
Yenilen ben olacaktım.
Kalbimde hadsiz bir acı, içimde söke söke atacaktım onu.
Muhtemelen de bir süre sonra, unutacak ve iyileşecektim.
Hatalarımdan ders çıkarıp yoluma gidecek ve arkama bakmayacaktım.
Ama öyle olmadı.
Aşķ düştü.
İki kişilik bir savaşı doğurdu, yeşille elanın kesişmesi.
Aşkı kaybettik.
Savaşın da kazananı olmadı.
Yenildim
Yenildik.
O kalbini kaybetti, ben hislerimi.
O zihnini kaybetti, ben her şeyi.
O kimliğini kaybetti, ben onu.
O maskesini indirdi, hasta ruhuna teslim oldu.
Bende ona.
Bunun birden fazla anlamı vardı.
Özgürlük, tutsaklık, korku ve çaresiz bir çırpınış.
Ben ona çok teslim oldum olmuştum ama bu farklıydı.
Soyunduk.
Birbirimize değil, hastalığa.
O akıttığı kanın getirdiklerine, bense...
Birlikte keşfedelim.
Hissettiğim şeyin aşk olmadığını anladığım an ve bu anı dillendirmek korkutucu.
Her sey gibi bu da yaşandı.
Yaşanan bir şey daha var.
O...
Diz çöktü.
Ellerini halıya dayadı.
Ağladı.

Ne zaman hayatım rayından çıktı, ben ne zaman elleriyle kan döken o cellat oldum bilmiyorum. Tek bildiğim hep böyle olmadığımdı. Bir zamanlar bende gülüyordum, bende seviyor, bende ağlıyordum. Hayatla arama öfke dolu benliğim çizgi çektiğinde ipin ucunun böylesine kaçacağını bilemezdim. Acı dolu bir geçmişe sahip suskunluğumu öfkem bertaraf etmişti ama öfkemi oyuna dahil eden şey bu değildi.

Küçük bir kız tanımıştım.
Küçük ama soğuk elleri vardı.
Yeşil ama hüzne sarılmış gözleri.
Simsiyah saçlarında güneşi doğururdu, o fark etmese de ben bilirdim.
Saçlarıyla güneşi doğuran o kızın hüznü kalbinden taşmış, gözlerine yerleşmişti.
Yine de bu hüznü saklamayı iyi biliyordu.
Çenesi düşük, yaramaz ve hiperaktifti.
Küçük bir kız çocuğunun hak etmeyeceği kadar acı çekiyordu .
Yalnızdı.
Üşüyordu.
Çok konuşuyordu.
Ve özellikle sesinden nefret etmiştim.
Zaman geçti.
Yanında olmak istedim, yanında kalmak. Gözümü kapattığımda bile göreyim istemiştim. Gördüm de.
Isıtmak istedim, ellerini.
Beceremedim.
Sussun istedim.
Sustuğunda canım sıkıldı.
Konuşsun istedim.
Konuştukça dağıttım.
O gün bir şeyler değişti.
Dökülen ilk göz yaşı benim zihnime saplandı.
Ve parçalan zihnimin içindeki kesikler, aklımı sakat bıraktı.

Onu susturmam istendiğinde kabul etmek zor olmamıştı ama onu kaybedeceğim fikri gözümün önünde sahnelendiginde içimdeki canavar, içimdeki katil, içimdeki aşık, suskun ve öfkeli o adam... kaç tane kisi varsa hepsi onun önünde diz çöktü.
O küçük kız ölürse, hepsi ölürdü.
Çünkü o kız hepsini dize getiriyordu. Hepsinin var olma sebebiydi. Bu yüzden başındaki silah, kalbine indiğinde bedenimin yere yıkıldığını hissetmiştim.
Gözlerine bir kez baktığımda içindeki ölümü görmüş ve dizlerimin üstüne, onunsa ayaklarının dibine kapanmıştım.
Avuçlarımı halıya dayayıp ona baktım. Taviz vermeyen ifadesiyle başımı egip ağladığımda bir gürültü oldu.
Karşımdaydı.
Dizlerinin üstünde.

Küçücük bir otel odasında kopmuştu bizim kıyametimiz ya da kıyamet baştan beri bizdik. Sadece biz... ben onun şeytanı olmuştum, o benim celladım.. birbirimizin içindeki zehri beslemiştik. Şimdi titremesi durmayan ellerim ve güç bela üzerinde durduğum dizlerimle her an yere yıkılacak gibi hissetsem de tek elimde tuttuğum soğuk metali kalbimden çekmedim. Kaskatı bir ifadeyle öylece ona baktım.. dizlerinin üstünde, başını biraz yukarı kaldırmış bana bakıyordu. Acıyla çevrili ifadesi bir titremekte olan elime bakıyordu, bir de gözlerime.. bedenime inat gözlerime zayıflık için müsaade etmedim. Diledigimde benimde ona karşı koyabileceğimi ve bunu yaparken içimin titremedigini bilmesi gerekiyordu. Pekala sadece bedenimi ayakta tutsam da yeterdi.. çünkü icim çığlık atıyordu ve ben hala hislerim konusunda yalan söylecek kadar ustalaşmamıştım. Gözlerimiz keşiştiginde fark ettigim şey beni hazırlıksız yakalamıştı. Bir kez daha yer değiştirmiştik ama bu defa o ben olmuştu. Bense.. maskelemistim kalbimi. Oysa tam aksine soymuştu göz bebeklerine kadar, içinde ne varsa saçmıştı ayaklarımın dibine. Gözlerimi onun sancılı ifadesinden alıp kalbime dayalı metale çevirdim. Kafamın karıştığını hissetmiştim. Bir yanım tutup ona sarılmak ve ağlamak istiyordu, diğer yanımsa zalimce olsa da acı çekeceğini düşünmediğim için tetiğe basmak ve gitmek istiyordu. Silaha odaklanmam ondaki paniği büyütmüş olmalıydı ve dikkatimi çekmek ister gibi kısık sesiyle adımı söyledi. İstediği olmuştu ve ona cevrildi bakışlarım ama bu bir felaketi de peşinden sürüklemişti. Dikkatsizligimin bedelini canımla ödeyecektim, çünkü elim tetiğe baskı uyguladığında büyük bir gürültü kopmuştu. Namlu kalbimin üstünde durdugu sırada, silahı ateşlemiştim. Ölmeyi istedim evet ama o an tamamen kontrolümün dışında gerçekleşmişti.
Bekledim.
Neyi bekledigimi bile bilmiyordum ama bekledim.
Acı hissetmeyi bekledim. Kemiklerimin kaskatı kesilmesini, uzuvlarıma felç inmesini bekledim. Hareket edememeyi, onun gözlerine baktığım sırada hareket kabiliyetimin yok olmasını diledim. Böylece istesem de istemesem de onun gözlerine baka baka ölürdüm ve bu annemi bulduğum andan sonra başıma gelen en iyi şey olurdu.
Yaşayacaklarım sürpriz değildi, biliyordum. Sıralaması farklılık gösterebilirdi ama yaşanacaklar belliydi.
Kanım akacaktı, zemin kanımla boyanacaktı. Belki gözlerim kararacaktı. Dengemi kaybedip onun diz çökmüş bedeninin önüne tüm gerçekliğim ve soguklugumla serilecektim. Kalbim hız trenindeymiş gibi en yüksek ayara kadar fırlayacaktı ve kalbim birkaç darbeden sonra yavaşça kucaklayacaktı sessizliği. Susacaktı dilim, kapanacaktı gözlerim. Kanım damarlarimda bitiş çizgisine geldiğinde tenimden alacaktı ışıltısını. Dudaklarım moraracak, göz altlarım çökecek ve ölecektim. Sonsuza kadar kaybolacaktım.
Saniyeler geçti, yetmedi dakikalar devrildi. Saatler göz kırptıgında hala hiçbir şey olmamıştı.
Hiç bir şey olmuyordu!
Bora dedim bocalayarak. Olmuyor.. Neden dedim duraksayarak. Neden olmuyor Bora? Ölemiyorum, özür dilerim. Ben ölemiyorum Bora. Başımı istemsizce yana yatırmış, ona bakmıştım. Gözlerini kapatıp açtığında elini yüzüne attı ve ayağa kalkıp bana yaklaştı. Attığı adım, beni geriye adımlatmıştı. Şey dedim kısık sesimle. Gelme. Git, hadi. Dudaklarımı oynattım. Tutukluk yapmış olmalı dedim sonra. İkinci defa çektim tetiği, bu sefer ifadem kırılmıştı. Beklenti ve meraktı yüzümde sahnelenen. Biraz da umut. Neye dair olduğunu bilmesem de. Değişen birşey olmadı. Bora artık bana daha sakin bakıyordu, korkusu kaybolmuştu. Zaten bildiği bir gerçeği fark edeyim diye bekliyordu sanki.
Anlamıştım ama anlamak istemedim.
Anlamıştım ama kabul etmek istemedim.
Bora dedim feryat eder gibi. Eş zamanlı olarak kendi bedenim bana düşman oldu.
Önce gözyaşlarımin ihanetine ugradım. Ve tüm güçlerini kullanarak beni ezdiler, tenimi ele geçirdiler.
Sonra kalbim küstü bana. O da ağladı.
Sakinligim de terk etti beni.
Cesaretim tuzla buz oldu, öfkem sarsıldı.
Bedenim ayakta kaldı ama bendeki her şeyi kurşuna dizmişti Bora o an, yaptıkları ve yapmadıklarıyla.
Neden dedim kendi kendime öfkeyle. Neden olmuyor? Şimdiye ölmüş olmam lazımdı! Gözlerim artık Bora'da değildi. Kalbimden aldığım silahı başıma dayadım.
Ve tetiği çektim.
Üç.
Dört.
Beş.
Altı.
Yedi.
Sekiz.
Uğraşma, Ada dedi Bora en sonunda. Boşuna uğraşma. Sabaha kadar da sıksan ölmeyeceksin. Ama dedim silahı titreyen ellerimle indirerek. Neden? Sesim boğuktu. Gözlerimden akan yaşlar, onu bulanık görmeme sebep oluyordu ama ben yine de diktim gözlerimi gözlerine. Neden Bora dedim tekrar. Bu kez bağırmıştım. Neden ölemiyorum ben? Ne yaptın dedim sonra. Bana ne yaptın sen? Buna dedim silahı işaret ederek. Buna ne yaptın? Hiçbir şey dedi rahatça. Bıyık altından gülümsemişti. Kaşlarımı kaldırdım. Gülüyorsun dedim sorarcasına. Sonra başımı eğip devam ettim. Kurşun yok dedim dudaklarımı sıkarak. Silah boş Bora dedim hayal kırıklığı içinde. Benden kurtulamadın, kararlıydım ölmeye. Seni benden kurtarmayı çok istiyordum, yemin ederim dedim bir an için ona bakarak. Beceremedim dedim kısık sesimle. Hiçbir şeyi beceremiyorum Bora, çok beceriksizim. Ölmek.. dedim. Ne kadar zor olabilir ki? Boş silahı kafama dayadım. Gözüm şimdi onu bile görmüyordu. Tetiği çektim. Kurşun yerine göz yaşlarım çıktı namlunun ucundan. Yüzüm acıyla kasıldı ve ağlayarak zemine bıraktım kendimi. Tek elimle silahı tutmaktan vazgeçmeden, nefes bile almadan hıçkıra hıçkıra ağladım. Odanın içinde sakince dolanmış ve tam arkamda durdurmuştu adımlarını. Başını omzumun üstünden uzattı. Kulağıma doğru eğilip konuştuğunda sesi titrekti. Öldün, Ada. Sen az önce öldün. 2'si kalbine, 8'i başına hedef alınmak üzere toplamda 10 kurşunla benim ellerimden uçup gittin! Bağırıyordu ama öte yandan ağlıyordu da. Dönüp ona bakmak istedim, başımı geriye atmıştım ki iki eliyle omuzlarimdan tutarak hareketimi engelledi. Ben seni kaybettim Ada. Kaybettim. Ölmedin belki ama bana öyle bir an bıraktın ki, şimdi bu anı ben icimde öldürmek için zihnime mezarlık dikeceğim. Her kurşun icin ayrı bir çukur açacağım ve dediği sırada sözünü kestim. Beni kalbinde öldürmekten mi bahsediyorsun dedim burnumu çekip ağlamayı keserek. Seni kalbim de yeniden doğurabilmek için içimdeki binlerce adamı teker teker mezara gömmekten bahsediyorum Ada dedi ve omzumun üstünden uzanıp elindeki silahı aldı. Ama dedim beni öldürmek istiyorsun? Ufuk'la olanlar var Bora, kendi zihninden sildin diyelim ki benden nasıl sileceksin? Boş bir silah da var Ada dedi silahı havaya kaldırarak. Beni yargılayacaksan bile her şeyi değerlendir, olur mu? Bana haksızlık etme. Ufuk'la olanlar konusunda dürüst olacağım ve tek kelimesini bile yalanlamayacagım ama sende bana dürüst olacaksın ve itiraf edeceksin. Neyi dedim hemen. Bana ihtiyacın olduğunu. Bana güvenmeyebilirsin, beni sevmeyedebilirsin ama kabullenmek senin yararına olur. Bana ihtiyacın var! Şimdi dedi sesini yükselterek. İrkilerek yerimde sıçradım ama hemen elleriyle beni zapt ederek tek avucunu çenemin altına koydu. Başımı kaldırıp tersten ona bakmamı sağladığında yüzünü benimkine yaklaştırdı. Yüzümüz arasında nefes almak için bile yeterli boşluk yokken fısıldamışti. Benden sonra tekrar edeceksin! Tamam mı? Sormuştu ama bu bir rica değil daha çok bir emirdi. Kararmış ifadesinden anladığım kadarıyla reddetmeme izin vermeyecekti. Dudaklarımı aralayıp konuştuğunda başka bir şeyden söz ettim. Bunu yaparsam, sende benim için bir şey yapar mısın? Benimle dedi sinirle gülerek. Yarışacak konumda değilsin Ada. Benden sonra tekrar et! Çenemdeki elini sıkılaştırdi. Sana ihtiyacım var! Senin karşında hiç gücüm yok! Söyle Ada, hadi! Söyleyeceksin! Beni ezmek istiyordu, ne yapmaya çalıştığını görebiliyordum. Teslimiyet istiyordu. Kırgın bakışlarımı ona cevirdim. Ela gözleri farklı bir ışıkla parlıyordu. Benim yeşillerim karanlıkta kaybolduğu sırada dudaklarımı araladım ve gözlerimi ona dikerek istediğini verdim. Kısık sesimle tekrarlamıştım. Sana ihtiyacım var! Senin karşında hiç gücüm yok! Bana ne yapmaya çalıştığını görecek kadar sağlıklıydım ama baş kaldıracak kadar değil. Bu kendime ihanet olurdu, benden istediği iki cümle de yalan değildi. Ona ihtiyacım vardı ve gücüm yoktu ama tüm bunların dışında bakışlarında hissettiğim şey de beni bunu yapmaya itmişti. Uyum sağlamaya.. beni tekrar ettirdiği sırada o da kurmuştu aynı cümleleri ve bir an için o da böyle hissediyor ve dolaylı yoldan bende kendimi ona söyletiyor gibi hissetmiştim. Elbette ben onun üstünde böyle bir hakimiyet kuramazdım belki ama böyle düşünmek bana kendimi av gibi hissettirmiyordu. Beni sevgili, Bora'yi da avcı değil aşık yapıyordu. Yalan da olsa.. Beni belimden kavrayıp, dengesini sağlayarak arkama geçtiğinde bedenimi sürükleyerek yatağın oraya yasladı sırtını. Bedenimi hafif eğerek sırtımı sırtına vermişti ve bu sayede kollarının arasında yarı yarıya ters şekilde yatmış bulundum. Bacaklarımı öne uzattığımda, kendi bacaklarını benimkilerin arasına daldırmış ve en nihayetinde birbirine dolanmıştı. Kollarını omzumun üstünden boynuma sarmıştı. Saçlarımı yüzüme serip kendimi gizleyerek andan kaçıyordum ki tek avucunu alnıma dayadı. Önce başımın hareketini kesti ve ben kaskatı hale gelince yüzümdeki saçlarımı iteleyerek gözlerime baktı. Eğer saçlarını benden saklanmak icin kullanırsan, kendi ellerimle keserim onları. Beni onlara düşman etme, saçlarını seviyorum ama kurtulmak istersem bir an bile düşünmem Ada. Yutkundum. Bir cevap vermek gerekiyordu belki ama o an ne söylemem gerektiğini bilemedim. Dediğini yapacağını bilecek kadar tanıyordum onu, bu yüzden karşı koymaya cesaret edemedim. Sustum ve bunun onu kızdırmamasını umdum. Elini yanağıma bıraktı. Öğreneceksin dedi ağır ağır. Sana bana uyum sağlamayı ve bundan memnun olmayı öğreteceğim dedi. Eee dedim Bora bey? Boğazımı temizledim ve devam ettim. Bana yaşamayı öğretecektiniz. Yani bilmediğimi düşünüyorsunuz ya? Bilmiyorsun ama o sonraki ders dedi. Önce uyum sağlamayı öğreneceksin. Bir şey daha sorabilir miyim dedim kekeleyerek. Silahı neden boşalttınız? Biliyor muydunuz, böyle bir şeye kalkışacağımı? Ya beni öldürmeyi deneyecektin ya da kendini. İşimi şansa bırakmak istemedim dedi. Benden kurtulmak için ölümü istedin dedi fısıltıya yakın. Bu cümleyi kurduğu sırada sesi dalgalıydı. Ne hissettiğini görebilmek için ona bakmak istedim ama bana izin vermedi. Elleri saçlarımda dolaştı sessizlikte, ellerim dizlerinin üstüne düştü. Avuç içlerim tavanı seyre daldı. Gözlerim kapanmaya yüz tuttu. Kalbim buruk bir hisle çatırdadı. Küçük odanın camlarına yağmur damlaları vurmaya başladı. Kısa bir an sonra gözlerimi pencereden çekmeden konuştum. Yağmur yağıyor dedim kısık bir sesle. Kendi kendime konuşuyordum, arkamdaki varlığından haberdar olsam da yok saymak istemiştim. Bana cevap vermesi irkilmeme yol açtı. Yağmur ağlıyor demişti o da sakin sesiyle. Keşke izin verseydin dedim istemsizce. Beni saran kollarını gevşetmeden sordu. Neye? Aralarına karışmama dedim. Denemiştim, biliyorsun. Gökyüzünden aşağı atlamak istedim, onlar gibi dibi boylayacaktım. Yere çakılacaktım ama sen yakaladın. Belki de ben yakalanmak istedim. Beni yakala istedim diye devam ettim bir nefes bırakarak. Beni dik tutmaktan vazgeçip arkaya doğru sırtımı eğdiginde gözleriyle temasa geçmiştim. Bana öylece bir kaç dakika boyu baktı. Bulurdum Ada, tutardım seni dedi. Kaşlarımı çattım. Binlerce yağmur damlası var ama emin ol içlerinden seni bulmak ve yaşatmak zor olmazdi benim için. Belki dedim afallayarak. Düşerdin olur olmaz yerlere, sakarsın sen. Nereye mesela dedim merakıma engel olamayarak. Burnumun ucuna dedi sanki aklına ilk gelen yeri söyler gibi. Bir yağmur damlası olsaydım yaşatırdın beni, insan olduğum ve karşına çıkıp başına bela olduğum için mi beni öldürmek istiyorsun diye sordum cesaretle. Bakışları yumuşak bir edayla yeşillerimde gezerken konuşabilmek kolaydı. Tek elimi korkakca yanağına yerleştirdim. Gözlerini kırpıştırdı. Dokunuşum kasılmasına sebep olduğu sırada uzanıp yanağında duran elimi aldı ve aşağıya kalbinin oraya indirdi. Avucumun altında çırpınan kalbini hissediyordum. Kalbine yasladığı elimi bırakıp gözlerime baktı. Yağmur damlası olsaydın, en fazla burnumun ucuna düşerdin. İnsan olduğun ve karşıma cıkmış olduğun için kalbime düştün. Ve ben sırf bu yüzden kılımı bile kıpırdatamıyorum Ada. Her gece, karşıma çıktığın için sana lanet okumakla, yine aynı sebepten iyi ki demek arasında bir girdapta can veriyorum sadece. Sen içimdeki sevginin baskın gelmesi yüzünden hala hayattasın. Eğer isteseydim Ada, gerçek bir nefretle yürüseydim hayatta olmazdın. Şimdi, burada böyle kollarımın arasında olmazdın. Tutamazdım seni böyle, bakamazdım gözlerine ve sen kollarımın arasında özgürlük için çırpınmazdı. Bende sana gerçek özgürlüğün tutsaklıkla geldigini anlatıp özgürlük kavramına yeni bir tanım getiremezdim. Kollarımın sana hayat vermediğini biliyorum ama zaten uzun bir süre önce karanlık bir kuyuda birlikte sönmeye yemin etmiş iki deli olduğumuz konusunda anlaşmıştık. Daha iyisi olmaz bizden, daha kötüsü olmamak için de uğraşıyorum ama söz veremem Ada. Sessiz kaldım, bu zaten bildiğim bir şeydi. Soruma hala gerçek bir yanıt vermedin dedim. Keyiften uzak, üzgün bir tebessüm bıraktı. Beni dinlemiyorsun dedi. Dinliyorum ama dedim sen beni duymuyorsun Bora. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, göğüs kafesimin sıkıştıgını hissetmiştim. Ne olursa olsun dedim sonra. Ona bakmayı kesip eski pozisyonuma geçtim, sırtımı sırtına verdim. Kollarını o serbest bıraktığı halde kendime sardım. Bacaklarımı onunkilerin arasına hapsettim ve tekrar konuştum. Bir gün sen istesen de istemesen de öleceğim. Engel olamayacaksın. Ben istemezsem ölmezsin Ada, yaşamak istiyorsan benimle iyi geçinmeye bak. İçindeki zehrin kumandası benim! Yutkundum. Pekala, biraz korktuğum doğruydu ama sessiz kalmak zorunda kaldım. Her neyse dedi aksi bir sesle ve uzanıp gömlek cebimden sigara ve çakmagi çıkardı. Hızla yakıp dudağına götürdüğünde astımımın azdığını hissetim. Bir-kac kez ökdürdüğüm sırada, elimle gözümün önüne gelen dumanı kovdum ve ona baktım. Bakışları bendeydi, sigarayı dudaklarından çekmek için hamle yaptığı sırada uzanıp dudaklarının arasından aldığım sigarayı kendi dudaklarıma yerleştirdim ve bir nefes çektim. Astımın var dedi beni uyarır gibi. Dinlemiyordum. Çektiğim dumanı, nefesimi tuttuğum için yutuyordum ve bu öksürmeme engel oluyordu ama Bora'nin eli beni durdurdu. Yanağıma ne çok sert ne çok hafif bir tokat attığında sigarayı çekmişti dudaklarımdan. Yanağımın keskin sızısı gözlerimi doldurarak ağladığımda ne olduğunu bile anlayamamıştım. Astımın var Ada diye kükrediginde beni bırakıp ayağa kalkarak balkona çıktı. Ben halının üstünde, yattığım yerde öksürük krizine girdiğimde balkona cıkmış öfkeyle sigara içmeye devam etmişti. Bunu görüyor musun dedi küçücük kalmış sigarayı işaret ederek. Dikkatimi kendisine çekmişti. Seni buna pişman edeceğim Ada, duydun mu? Öfkeyle taşın üstünde söndürüp içeri girdiğinde bana hiç bakmadan odada bulunan bir bardak suyu bana uzattı. Yattığım yerde yüzümü halıya gömdüm ve ona bakmadım. Gözlerim kızarmıştı ve dolu gözlerim onun sinirini bozacaktı. Bana ikinci kez tokat atmış olduğu gerçeğini kalbim kaldırmıyordu. Bu çok fazlaydı. Benim ne istedigim umrunda değildi. Kırılmışlığımla ilgilenmiyordu. Ölümcül bir şey olmadıkça, ne hissettiğimi görmeyecek ve bana asla acımayacaktı. Bedenimi kendisine çevirdiğinde kolunu sırtıma attı ve biraz diklestirdi beni. Su dolu bardağı zorla dudaklarıma dayadığında iç demisti sinirle. Yüzümü bardağa gömüp ağladığımda birkaç yudum içmiştim ama gözyaşlarım bardağı buğulandırmıştı. Aynı öfkeyle bardağı benden kopardı. Uyu hadi dedi sonra. Burada mı dedim belli belirsiz. Evet, burada. Yüzünü bana dön diye devam etti. Neden dedim titrekçe. Ağlarsan, görebileyim diye. Ağlaman yasak! Çoktan halının üstüne büzüştüğünde bende yanına kıvrıldım. Yutkunarak gözlerimi ona diktim ama o çoktan gözlerini kapatmıştı. Tek eli, benimkinin üstünde dururken öylece uyuyakaldım. Kuralını çiğnemiştim. Ağladım, titredim. O gözlerini açtı ve sadece izledi. Sabah olduğunda karnının olduğu bölgeye sinmiş ve yok olmuş şekilde açtım gözlerimi. Ve o hala beni izliyordu. Halının üstünde ve iki büklüm bir şekilde kalkmış olduğumuzdan olsa gerek sırtımı hissetmiyordum. Boynumun da kaskatı kesildiğini hissettim. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp yattığım yerde doğruldum, birkaç esneme hareketiyle bedenimi çalıştırmaya uğraşırken Bora'nin da uyanmış olduğunu gördüm. Onu görmek bana geceyi hatırlattığında onun artık eski Bora olmadığını düşünmek bedenime acıyı misafir etti. Başımı ona çevirip, göz teması kurmadan günaydın dedim. Günaydın dedi aynı şekilde karşılık vererek. O da yattığı yerde doğrulunca dikkatini bana verdi. İyi misin diye sordu tekrar. Şey, evet dedim garipseyerek. Dünden sonra bu ilgili tavrı benj sadece şüpheye atıyordu. Sadece biraz tutulmuşum galiba, yerde yattık ya ondan herhalde diye açıkladım. Tek gecede beni her hareketimin izahını yapmak zorunda hisseden bir acize çevirmiş olmasına alışamamıştım ama durum buydu. Artık göz göze gelmekten ve hatta konuşmaktan bile korktuğum bir adamdı o. Keşke susmama izin verseydi, elinden kaçacak gücüm olmasa da susup ızdırabın içinde hayata karışmak zordu. Haklısın dedi beni onaylayarak. Benimde sırtımı ağrıttı, halının üstünde uyumak. O an için eğlenceli gelmişti dedi gülümseyerek. Ona bakmasam da sesi ele vermişti kendini. Eğlenceli mi gelmişti dayanamayıp ona dönerek. Evet dedi gülümseyerek. Sustuğunda bana bakmaya devam etti ama bir süre sonra gülüşü yüzünde donmuştu. Elini kaldırıp yüzüme eğildiğinde istemsizce geriye kaçtım ancak elini elimin üstüne koyarak durdurdu beni. Avucunu yavaşça yanağıma bıraktı. Tokat attığı yanağımda sakince parmaklarını gezdirdiği sırada nefesimi tutmama engel olamadım. Peşinden büyük bir şey gelebilirdi. Ada, tenin dedi gözleri kapalı. Ne oldu dedim tereddütle. Yani, bir sorun mu var? Başımı yere eğdim. Ben ayaklarıma baktigim sırada sessiz kaldı ve bir süre daha tenimde gezindi elleri. Ardından gözlerini açtı ve bana baktı. Yavaşça çenemi kaldırıp ona bakmaya zorladığında gözlerimiz kesişti ancak hemen benimkileri çekmiştim. Tekrar çenemi kaldırıp görüş açımı yüzüne sabitledi ve sordu. Sesi şimdi üzgün geliyordu. Bundan sonra hep böyle mi olacak? Nasıl dedim fısıltıyla. Gözlerini benden kaçıracak ve ben sana emretmezsem benimle konuşmayacak mısın? Peki ya baktığın sırada yüzündeki o ifade? Artık hep korkarak mi bakacaksın yüzüme? Söyle bana, bana gülmen için bile emretmek zorunda mı kalacağım? Ne yapmamı istiyorsun ki Bora dedim yanağımın içini ısırarak. Ne istersen söylersin, bende yaparım. Başka bir şansım var mı ki? Ada dün gece söylediklerimin hepsi dediğinde ona döndüm. Yalanlayacak mısın Bora? Verdiğin mesaj gayet açıktı, bende anladım. Söz haķkım var mı bilinmez ama varsa diye söylüyorum. Konuşmaya gerek yok. Şunu unutma, sen bir gün benden nefret edip, ertesi gün bana aşık olduğunda ben duruma adapte olamıyorum. Benim için tek bir Bora var ve o da dün gece bana durmam gereken yeri net bir şekilde gösterdi. Hep dersin ya, safsın salaksın diye ondan olmalı kabullendim ben seni. Sadece içimdeki kırıklığı atamıyorum, bu acı hissini yaşamama müsaade etmeni umuyorum. Kaldıramıyorum Bora, zor anlıyor musun? Ben sen değilim! Sustuğumda elimi yüzüme kapattım ve banyoya ilerleyip kapıyı kilitledim. Klozetin kapağına oturup hıçkırıklarımı serbest bıraktığımda gece koymuş olduğu kural umrumda değildi. Bu saaten sonra bana ne istiyorsa yapabilirdi, sürekli değişen ruh halini takip etmekten yorulmuştum. Banyoda kaç dakika harcadım, bilmiyorum ama en nihayetinde oturdugum yerden kalkıp lavaboya yanaşıp musluğu açtım. Yüzüme, alnıma, enseme su çarpıp kendime gelmeye çalışırken gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Göz altlarım ağlamaktan morarmış, yüzüm de şişmiş görünüyordu. Gözlerimin ışıltısı gitmiş, alnım sancıyla gerilmişti sanki. Elimi mermere yaslayıp kendimle bakışırken mırıldanmama engel olamadim. Ben şimdi ne yapacağım? Ben içerideki mayın tarlasıyla nasıl baş edeceğim? Daha içimdekine alışamadım dedim belli belirsiz gülerek. Benim sevdiğim adam bu değildi, ben ondan korkmazdım. O bana zarar vermezdi ama şimdi her saniyem korku dolu. Aramızdaki bütün duygusal ilişkiyi kesti, artık onun tutsagıyım. Sadece tutsak... ve ne hissettiğime dair hiçbir şey söyleyemiyorum bile. Tek bildiğim acı da olsa bana biçtigi bu hayatı yasamak zorunda olduğumdu. Ona sırtımı dönmek, üzerime devrilen beton yığınının altında kalmışım gibi hissettiriyordu. Yine de keşke bu kapının ardından çıkmamamın bir yolu olsaydı. Ben dedim ve etrafıma baktım. Burada yaşardım. Yerde uyurdum, zaten dün geceden idmanlıyım. Susarsam musluktan içerdim. Saçmaladığımi fark edip düşünmeyi kestim. Neyse dedim sonra kendi kendime. Yaşanacak olan yaşanır Ada, önüne geçemezsin. Dua edelim de bir süre daha boyut değiştirmesin ve az önceki gibi devam etsin. Sıkıntılı ifademi yüzümden atamadım, içimdeki korkuyu benimseyip kabullenemedim ancak banyonun kapısını açıp kaderimi kucakladım. Bora kapının önünde yere çökmüş, oturuyordu. Nedense kapıya dayanıp bana vurdugum kilidini hesabını sorar diye beklemiştim ama o kapının önünde durmuş ve çıkmamı beklemişti. Kapıyı tıklamayı bile denememişti. Burada ne yapıyorsun dedim istemsizce. Ayağa kalkıp hızla bana döndü ve seni bekledim dedi. Neden deyiverdim birdenbire. Aslında sormak istediğim bu değildi ama cümlelerimi doğru dürüst toparlayamadıgım için vazgeçmiştim. Neyse dedim sonra cevap beklemeden. Boşver. Bugün burada son günümüz, dört gün üç gece demiştik dedi. Uzatabiliriz istersen ya da kahvaltıyı yapıp odaya dönelim ve toparlanalım. Sen bilirsin dedim omuz silkerek. Sonra odadaki koltuğa bağdaş kurarak oturdum ve yanağimi avucuma yaslayıp dışarıyı seyre daldım. Beklemediğim bir şekilde yanıma geldi ve diz çöktü. Ada dedi ellerimi tutarak. Kendini bir esir gibi görmekten vazgeç, sana o gözle bakmıyorum. Kendini kandırmayı bırak Bora dedim ona bakarak. Sessiz kaldı. Sonunda bu konuda diretemeyecegini fark edip ayağa kalktı, beni de kaldırdı. Üzerini değiştir, hadi. Restorana inip kahvaltı edelim. Öğlenden önce odayi teslim edeceğiz. Ne diyeceksin Bora dedim bir anda. Garsonlara, diğer insanlara ne diyeceksin hakkķımda? Günlerdir odaya kapattığın kadını bir anda göz önüne çıkarmayı düşünüyorsun. Hangi sıfatla geleceğim ben? Hadi onu geç, dün geceden sonra ben dışarı çıkıp onca insanın içine giremem Bora, girmem! Neden biliyor musun? Çünkü göreceğim her sey değersizligimi suratıma vuracak. Bunu istemiyorum, sen kabul etsen de etmesen de benimde hislerim var, benim de bir kalbim var Bora. Kaldıramayacağım şeyler var. Pekala dedi Bora. Bana cevap vermek yerine elimden tutmuş ve odadan dışarı çıkarmıştı beni. Otelin restoranına ilerlediğimizi tahmin ediyordum ve o elimden tutmuş yürür ve beni yanında yürütürken konuşmadım. Beni ne zaman dinlemişti ki? Restoranın girişinde durduğumuzda bana baktı. Kusura bakma, mızıltını dinleyemeyecek kadar açtım dedi ve içeriye yürüdü. Neyse ki korktuğum olmamıştı, otelin büyük bir yemek salonu vardı ancak kimse bize dikkat edemeyecek kadar meşgul görünüyordu. Bir süre etrafı gözledi ardından köşede kurulu açık büfeye yöneldi. Ben hala salonun girişinde duruyor ve hareket bile etmiyordum. Pekala, hiçbir şey yemeyecektim. Aç olduğumu inkar edemem ama birşeyler yiyebilecek gibi hissetmiyordum kendimi. O ne istiyorsa alıp yiyebilirdi ve bende onu odada bekleyebilirdim. Bu fikir aklıma yattığında arkamı dönüp uzaklaşmak istedim ancak bir kaç adim sonra kolumdan çekerek yanına almıştı beni. Ne zaman benim yokluğumu fark etti, zihnimi mi okudu da dibimde bitti bilmiyorum ama bu adamın arkasında gözü vardı bundan emindim artık. Kulağıma eğilip gülümseyen sesiyle mırıldandı. Kaçmaya çalıştığını görüyorum Ada, gereksiz bir çaba. Önce midene bir şeyler sokacağız. Sonra birlikte gideceğiz, acele etmesen iyi edersin dedi ve gözünü kırptı yüzüme bakarak. Elinde iki tabak sırada ilerlediği an yine bana döndü ve bize güzel bir masa bulmaya ne dersin dedi alaycı sesiyle. Bu adamdan nefret ediyorum! Onun alaycı ifadesine karşı düz bir suratla iç geçirdim ve yanaklarımı şişirerek dediğini yapmaya gittim. Arkamı dönüp masalarin arasında gezinirken onu taklit etmekten geri kalamadım. Ruh hastası dedim sonra. Hasta! Rastgele bir masaya kendimi bıraktığımda arkasından dil çıkarıp, hareket cekmeme engel olamadim. Fazla seviyesiz ve çocukçaydi belki ama ne yapabilirim? Içimdeki bu öfkeyi atabilmemin başka bir yolu yoktu. Ancak ben çıkarıp ona sayıp sövdügüm sırada uzaktan bana bakan gözleriyle karşı karşıya kaldım. Yakalanmıştım. Bu iyi olmamıştı işte, şimdi yanıma gelecek ve kim bilir hangi yöntemle ezecekti beni...ama hayır. O sadece suratındaki alaycı gülümseme ile bana yaklaşıyordu. Kızgın görünmüyordu, aksine fazlasıyla eğleniyor gibi bir hali vardı. Masaya gelip elindeki iki tabağı da bıraktığında, önüme bıraktığı tabağa baktım. Bora ne var ne yoksa fazla fazla doldurmuştu tabagima. Bıraksaydın da başkaları da yeseydi dedim istemsizce. Kaşlarımı çattım. Kendi tabağına ise sadece bir iki dilim peynir almıştı. Hatta hiçbir şey almamıştı desek yeriydi. Karşıma geçip yüzüme bakmadan yemeye koyuldu. İki dilim peyniri yemek için bu kadar acele etmeye gerek var mıydı bilemiyorum, Bora sanki yiyecek sayısız şey varmış gibi çatalını peynire batırıp midesine yolladığında, kollarımı bedenime dolayıp sandalye de arkama yaslanmış etrafı gözlüyordum. Önümdeki tepeleme dolu tabağa gözümün ucuyla bile bakmazken elimi ceneme yasladım ve baktığım hiçbir şeyi görmeden uzaklara daldım. Çaprazımızda ki masada iki sevgili birbirlerinin gözlerinin içine bakarak birbirlerinin ellerinden yemek yiyerek gülüşüyorlardı. Karşımda gördüğüm bu manzara birbirini seven iki insana ait sıcak bir tabloydu. Biz nasıl görünüyorduk acaba dışarıdan? Başkası olsa gülümser geçerdi ama ben mideme sert bir yumruk yemişim gibi yüzümü buruşturarak önüme döndüm. Bu sırada Bora yemek yemeyi kesmiş bana bakıyordu. İyi misin Ada dedi ela gözlerinde ufak bir endişe pırıltısıyla. Midem deyiverdim elimi karnıma atarak istemsizce. Açsın Ada, yemek ye. Miden ondan ağrıyor olmalı dedi önümdeki tabağı işaret ederek. Değilim dedim başımı iki yana sallayıp onu reddederek. Aç değilim. Yemek yemek istemiyorum Bora. Elindeki çatalı ve bıçağı tabağa bırakarak bana döndü ve gözlerinde öfkeyle dudaklarını araladı. Bil diye söylüyorum Ada, sabaha kadar da kıvransan, o tabak bitmeden bu masadan kalkmayacağız. Eğer kalkmak istiyorsan, bir an önce yemeye başlasan iyi olur. Ama dedim itiraz ederek. Dudaklarını sıkarak gözlerini gözlerime çıkardı ve masanın altından bacaklarıyla benimkileri kıstırdı. Bacaklarıma uyguladığı güç pes etmeme yol açtı ve elime aldığım çatalı rastgele tabağa attım.Yemeye başlamamla beraber bacaklarımdaki gücü azalttı. Bir şey sorabilir miyim dedim bir süre sonra. Bana özgürlüğün tutsaklıktan geçtiğini söylemiştin ya, sence dedim ve başımla az önce gözümün takıldığı çifti gösterdim. Onlar da mı öyle? Gösterdiğim çifte kısa bir bakış atıp bana döndü. Onlar da mı öyle derken diye sordu anlamazlıktan gelerek. Anlıyorsun işte dedim sıkıntıyla. O kız da tutsak mı benim gibi? Öyle görünmüyor. Çok mutlu görünüyor dedim dolan gözlerimin akmasına engel olamadan. Sen değil misin dedi. Sen mutlu değil misin? Mutlu olmam mı gerekiyor dedim boğuk sesimle. Sen bana burada böyle dedim ve sustum. Devam edememiştim ama üstüne gitti. Ben sana burada böyle ne Ada diye sordu. Böyle işte dedim böyle. Beni kandırmayı bırak bırak Bora. Biz onlar gibi değiliz, ben o kız gibi değilim. O seviliyor, ben değersiz bir ayak bağıyım sadece. Tek elini alnına koydu ve beni izledi, ben ağlarken. Bazı ınsanların sevgisi dedi en sonunda dudaklarını aralarken. Kafestir Ada. Tam da bu yüzden herkesin özgürlüğü de, tutsaklığı da farklıdır. Bazıları sevgisinin esiri olur, bazıları aptallığının. Ben hangisiyim dedim kıpkırmızı suratımla ona bakarken. Sevgiye esirsin benim küçük kızım, en büyük zaafına esirsin. O ise tamamen aptallığına esir. Nereden biliyorsun dedim sonra. Bence tam tersi aptal olan benim. Biliyorum çünkü dedi beni ciddiye almadan ve devam etti. O çocuk dedi. O masaya tekrar bakmadı ama kimden bahsettiğini biliyordum. Yanindaki kızla yaşadığını geçmişte de gelecekte de başka biriyle yaşayabilir ama ben dedi gözlerimin içine bakarak. Şimdi seninle yaşadığımı ne öncesinde ne de sonrasında başkasıyla yaşamam Ada. Duraksadım ama etkilenmeden devam ettim. Çünkü sen sadece beni bu kadar değersiz görüyorsun Bora, sadece beni aşağılamayı seviyorsun. Karşında başka bir kız olsa eminim bana yaptıklarını ona yapmazdın dedim. Haklısın dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Başka hiç bir kızı kıpkırmızı suratıyla karşımda oturtmazdım çünkü hiç biri şimdi karşımda bu halde oturan sen kadar güzel gelmezdi Ada. Beni güzel mi buluyorsun dedim. Bu halimden nefret etmiyor musun dedim ağlayarak. Ağlamandan nefret ediyorum Ada ama güzelsin. Ağlarken bile güzelsin. Kıpkırmızı suratınla güzelsin, uyurken güzelsin. Öfkeliyken güzelsin. Benden nefret ederken bile güzelsin Ada dedi bir nefeste. Tamam dedim. Tamam, sus artık Bora. Lütfen dedim elimi yüzüme kapatarak. Sana kızdığımda korkuyorsun, seni sevdiğim de konuyu kapatıyorsun Ada dedi analiz yapar gibi sakince. Çocuk gibisin! Sadece ağlıyorsun! Ben güzel olmak istemiyorum Bora dedim bağırarak. Elimi de yüzümden çekip, sandalyeyi geriye ittim. Ne istiyorsun Ada dedi bıkkınca. Sevilmek istiyorum. Şefkat görmek istiyorum. Köpegin yerine konmak istemiyorum, anladın mı dedim öfkeyle. Çocuğum, evet! Çocuğum Bora! Benim çocukluğuma ait güzel hiçbir şey yok. Büyüyemedim ben! Oturdugum yerden fırlayıp arkamı dönecek ve yemek salonunu terk edecektim ama uzanıp elimi yakaladı. Yerine otur Ada, o tabak bitecek demiştim sana. Ağlamayı kes ve otur tekrar söylemeyeceğim. Oturmuyorum Bora, ne yaparsan yap! Aç değilim, söylemiştim. Zorluk çıkarmayı kesmezsen tabakta ne var ne yoksa zorla tıkarım ağzına Ada. Seçim senin. El mahkum sandalyeye çöktüm. Kısa bir an sonra ona baktığımda dudaklarımı araladım. Yemek yersem, sende yer misin Bora? İki peynirle doyman mümkün değil biliyorsun değil mi? Hem sen neden yemiyorsun ki? Yemek yersem Ada dedi beni taklit eder gibi. Güler misin bana eskisi gibi? Gözlerimi sildim elimin tersiyle. Ben ağlıyorum diye mi aç kalıyorsun Bora dedim. Sen gülmüyorsun diye, ac kalıyorum Ada dedi bana sakin sakin cevap vererek. Peki dedim sonra. Yiyelim o zaman. Elime çatalı aldım ama tekrar ona baktım. Bu bana gerçekten çok Bora, paylaşalım mi diye sordum. Başını salladı yavaş yavaş. Küçücük bir şey olduğunu unutmuşum, midende aynı oranda küçük olmalı. Cevap vermeden tabagimdaki her şeyin yarısını onun tabağına boşalttım. Ellerimin hareketini izlediği sırada sordu. Sesi sıcaktı. Miden hala ağrıyor mu? Geçti dedim sadece. Üzüldüm sadece, ondan oldu. O çifti kıskandın değil mi dedi anlar gibi. Başımı salladım ama ardından neyse diyerek geçiştirdim. Hadi, yiyelim dedim onu teşvik ederek. Beni dinledi ve sessizce yemeğini yedi bir süre. Bende içimdeki garip bir dürtüyle bir ekmeği elime alıp tereyağı ve bal sürdüm. Hazirladigim ekmeği ona uzatıp beklediğimde yüzüme baktı. Sorgulama dedim. Sadece al, olmaz mı? Kabul et? Ha illa bir şeyler yedirecegiz birbirimize dedi yakalamış gibi. Belki dedim. Peki ama o öyle elime tutuşturmakla olmaz. Sen yedireceksin dedi. Tamam dedim kekeleyerek. Biraz eğildi dudaklarıyla aldı ekmeği elimden. Tek parmağımı da kapıyordu ki hızla çektim. Hey dedi kaşlarını çatarak. Sana hey dedim diklenerek. Elimi yiyordun. Belki canım elini yemek istedi dedi omuz silkerek. Yemek ye dedim başımı çevirerek. Sende ye dedi sataşarak. Yedirsene dedim sırıtarak. Gözleri dudaklarımda takılı kaldı ve hızla eline ekmek alıp bir süre masadakilere baktı. Ne süreceğine karar verememiş gibi dursa da eli çikolataya gitti. Sen seversin dedi ve sanki çok büyük bir iş yaparmış gibi uzun uzun sürdü ekmeğe. Dudaklarıma uzattığında eğilerek karşıladım ekmeği. Senin benden öğreneceğin çok şey var dedim ardından. Mesela dedi. Mesela dedim bende onun gibi ve uzanıp çikolata tabağını aldım elime. Bu böyle yenmez. Masadaki kaşığı tabaga daldırıp ağzıma attığımda çatık kaşlarıyla bakıyordu. E daha yeni attım ağzına çikolatayı dedi masum masum. Biraz çikolata kimseyi öldürmez dedim omuz silkerek. Denesene dedim tabağı uzatıp kaşığını işaret ederek. Deneyeyim dedi ve masanın üzerinden uzanıp kaşığımi elimden aldı ve çikolataya daldırıp ağzına attı. O benim kaşıgımdı dedim şaşkınlıkla. Benden tiksinmiyorsun yani? Yavrum biz o kısmı geceli çok oldu, ben senden neden tiksineyim dedi bir anda. Sen tiksiniyorsan ayrı tabi dedi tek kaşını kaldırarak. Hayır dedim. Sadece size gıcık oluyorum Bora bey. Başka bir şey yok. Nefret yok yani dedi sorgularcasına. Sadece gıcıksınız dedim tekrar. Eh dedi arkasına yaslanarak. Sanırım bununla yaşayabilirim. Ve biraz da korkutucu diye ekledim fısıltıyla. Ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki durdurdum. Sanırım bende bununla yaşayabilirim. Öğrenirim yani dedim ılımlı olmaya çalışarak. Ayağa dikilip restorandan çıkarken kolunu omzuma atmıştı. Korku iyidir dedi ve ekledi. Diri tutar. Gözlerimi devirdim. Korkunun bittiği yerden ölüm çıkar diye devam ettirdim. Bana döndü. Benimle inatlaşmaktan vazgeçmeyeceksin değil mi? Üzgünüm, uyumlu olmaya çalışıyorum ama beni geriyorsunuz. Refleks olarak savunma yapmak zorunda hissediyorum. Odaya girdiğimizde kendimi yatağa bıraktım. Bütün reflekslerinin kökünü kurutacagım, bana karşı çıkmayı aklına bile getiremeyeceksin dedi. Yanıma gelip öylece kıyafetleriyle kendini yatağa attığında kollarımı ve bacaklarımı kıskaç altına alarak beni bedenine hapsetmişti. Nefesi tüm gücüyle suratıma üfleniyordu resmen iç içe geçmiştik. Daha önce hiç onu bu kadar yakından görmemiştim. Aslında yine de göremiyordum ama yanağı yanağımın üstündeyken onu biraz da olsa görebiliyordum. Biraz daha vaktimiz var değil mi, uyusak ya biraz dedim. Uyu, güzel kızım. Rahatca uyu. Senin kollarında mi dedim uykulu sesim ve kapalı gözlerimle. Benim kollarımda dedi beni onaylayarak. Ait olduğun yerde. Evinde... evimde dedim onu tekrar ederek. Ait olduğum yerde. Olmak istediğim başka bir yer yok dedim. Olman gereken başka bir yer yok dedi benden sonra. Eş zamanlı kapanmıştı gözlerimiz.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin