Güneş...
Sımsıcak, kocaman ve şefkatli, parlak bir güneş..
Aydınlık, saf ve masumiyet dolu bir hayalden ibaret bir hayat.
Bora'nin güneşi, kalbinin ışığı.. varlığının müziği ve ruhunun bilinmeziymişim.
Bilmecesi, çarpıntısı, sevdiği bir kadın..
Güzel ve mutlu bir kadın..
Bora Doğrusöz için Ada Tözün'ün anlamı buymuş..
Kendisi söyledi, yetmedi bileğine kazıdı beni.
Nabzının üstüne..
Ben belki biraz hasta olabilirim ama aptal değilim. Dudaklarından çıktı bunlar, gözlerinden yayıldı bana.
Gördüm ben onu, güneşini.
İzini..
Öpmek istemiştim, tam da bileğinden. Küçük, siyah beni temsil eden güneşin üstünden.
Beni bedenine iz yapan adam, buna izin vermedi.
Ben güneştim ama o karanlığı seviyordu.
Ben güneştim ama o karanlığı çok seviyordu.
Ben güneştim ama o karanlığı istiyordu.
Ben aydınlıktım, o zifiri karanlık bir gece.
Ben ay bile olamamıştım ona.
Cılız bir ışık bile yayamamıştım.
Varlığım müzikti ancak o sessizliğe aşıktı.
Ben ona aşıktım ve o aşktan nefret ediyordu.
O benden de nefret ediyordu.
Ona hissettirdigim şeylerden nefret ediyordu.
Onun duygu radarına girmek için karanlığa batmıştım, bile isteye.
Aydınlıktan vazgeçmiştim.
Geceye teslim etmiştim zaferi.
Bir gece ansızın batmıştım..
Bir daha doğmamak üzere geçmiştim bu hayattan, kendimden.
Başka bir sabah asla yeniden doğmamış, bana bıraktığı kuytulara sarılmıştım.
Bu bile ona beni kabul etmek için yeterli gelmemişti. Işığımı sevmiyordu ancak karanlığımdan baştan sona nefret ediyordu. Ben ikisini de denemiş ve geçememiştim hiçbir sınavından, sınıfta kalmıştım ve bunun anlamı onun topraklarında vazgeçilmekti.
Vazgeçmişti benden.
Bu defa gerçek anlamda.
Onun güneşi olmak demek, onun vazgeçmesi gereken, fazlalık sayılan bir artık olmak demekti.
Öyleymiş yani..
Öğretti.
Yüzüme baka baka bana masal okur gibi, ninni söyler gibi kalbime konuştuğu sırada sessiz sedasız vazgeçti benden. Eğer beni yaka paça dışarı atıp, üzerime nefretini kussaydı, gün gelecek o yine elinin altında isteyecek seni Ada derdim kendime. Sen onun güneşi, sevgilisi değilsin belki ama kurbanısın. Sana ihtiyacı var, ezecek ya da aşağılayacak birilerini isteyecek. Sen gün gelecek yine düşeceksin ellerine, bile isteye gireceksin kafesine... çünkü güneş gökyüzünden düşebilir ancak kuş kafesinden kolay kolay uçup gidemez. İçinde hayat bulamaz ama içinde ölümü görür. Sahibinin ellerine bakar, biraz cesursa gözlerine değer ve merhamet dilenir. Sen de o adamın ellerinde bunca zamandır ölüp ölüp dirildin, merhameti seni öldürmeyecek kadar mevcut, yaşatacak kadar değil.
Yine aynısı olacak.
Yine gözlerinde bu sorular dolanacak ve yine ellerinden içeceksin tutsak hayatın özgürlük şiirini.
Yine düşeceksin ölümün çukurlarına,
yine kalbini yanıltarak alt edecek seni.
Yine yaşayacaksın gözlerinde,
Biraz ayağının altındaki böcek gibi,
Biraz gönlünün içindeki çiçek gibi.
Çünkü bazı kafesler, başka kuşları kabul etmezler.
Çünkü bazı kuşlar, uçmayı değil yuva kurmayı severler.
Çünkü kimsesi olmayan kuşlar, hissetmek uğruna kendilerinden vazgeçerler.
Kanatlarını koparıp atar bazı kuşlar, kök salmak için.
Birçoğu yakar geçmişini, geleceğini yok etmek için.
Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Ve geleceği olmayanın, bugünü susmaz.
Bugün benim vazgeçildiğim gündü.
Ben beni kabul bile etmeyen bir adam tarafından vazgeçilmiş ve kenara atılmıştım.
Özgürlüğün tutsaklıktan geçtiğini savunan bu adam, beni bu özgürlükten koparıp esir hayatıma bırakıyordu.
Ben seviyordum katilimin ellerini.
Ben seviyordum katilimin sözlerini.
Ben seviyordum kendimi yok etmeyi.
Hiç var olmayan bir kız çocuğu, bir şeyler hissetmeye başlarsa hissettiği şeye tutunur, benim ellerimi parçaladılar.
Benim sahibim olan bu adam bugün benden ellerimi aldı.
Tutundugum dalları yaktı, beni de o agacın tepesine astı.
Ben sevilmeye olan istegimden vazgeçmiştim, kurban olmaya alışmış ve hatta benimsemiştim bu hayatı.
O benim elimden bunu bile almıştı.
Bedenime izini kazımış, göğüs kafesimi mezarlık yapmıştı, kendinden bir izi bana bırakırken aklımı avucunun içinde tutmak istemişti ancak güneşimsin dediği kadından vazgeçmesi..
Ben güneş olmak istemiyordum ki..
Ben kurban olmayı seviyordum, istediğim buydu.
Sevilmekte gözün yoktu, yanimda kalsaydı yeterdi bana.
Yanında olmama izin verseydi..
Onun bana şefkat göstereceğini ya da güneş gibi anlamlı bir noktaya oturtacağıni düşünmezdim ama teklifime karşı çıkmayıp, bir de üstüne itiraf yapar gibi nabzının üstüne benden iz bırakması beklenmedikti.
Başka bir zaman buna sevinirdim ama buna izin vermedi, çünkü bunu kabul etmesi demek benden kurtulmak demekti.
Benden kurtulmuştu.
Kabullendigi gerçeklerle, beni kurban edemeyeceği için canımı almaya karar vermiş ve kapının önüne bırakmıştı.
Bir ölüyü toprağa koyar gibi.
Güneş olmaktan nefret etmiştim.
Onun güneşi olmaktan nefret etmiştim.
Onun güneşi olmak demek, hayatından çıkmak demekti.
Beni seven kalbinden nefret ettim.
Bunu ona yaşatan her zerremden nefret ettim.
Elim göğüs kafesime gitti.
Izimin üzerine..
Kafesin kapısının açıldığını hissettim ve çıkan şangırtının duran kalbim olmasıni diledim.
Zihnime küçük bir kuş çizdim ve ona bağırmak istedim.
Uçup gitmesin, kalıp savaşsın istedim.
Giderken arkasını bile dönmeyen kuşun arkasından ağladım ve kafesin kapısına bir kuşu değil, çocukluğumu diktim.
Sonra, çocukluğumun boğazına ellerimi geçirdim ve onu boğdum. Kafesin içine atıp, kilidini taktım ve bugünümü alıp kafesin önünde diz çöktüm.
Kapısının önünde diz çöktüm.
Kapısının önünde uyudum.
Ve sabah olduğunda uyanmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.